Son aylarda küresel ekonomiye ilişkin beklentiler büyük

bir hızla değişti, gelişmekte olanlara yönelik bakış açısının olumsuzlaşması bu

sonuçta etkili oldu. 2000 li yılların genelinde hızlanan bir şekilde finansal

sermayenin ilgi odağı haline gelen ve daha önce yaşanmamış türde bir likidite

bolluğu yaşayan Türkiye ve benzeri ekonomiler artık büyük tehlike olarak

algılanıyor. Durum böyle olunca küresel ölçekte belirsizlik ve kırılganlık

algılaması güçleniyor, riskten kaçınma eğilimi artıyor. Özetle söylemek gerekir

ise söz konusu ekonomilerin geleceği olumsuzlaşıyor ve her biri kendi Kara

Pazartesileri ile tanışmaya koşuyor.

Her ekonomide mevcut koşullara göre sağlıklı veya

sağlıksız bir denge oluşur ve bir şeyin değişmesi ile birlikte belirsizlik

artar ve sarsıntılı bir şekilde yeni bir denge aranır. Bu bir şeyin değişmesi

sonrasındaki dönem genelde kriz olarak tanımlanır. Örneğin likidite bol iken

paranın devir hızı yüksektir, risk alma isteği yeni rekorlara koşar, menkul ve

gayrimenkul şeklindeki varlık değerleri artar, bilançolar güzelleştikçe kredi

itibarı yükselir, aşırılıkların zorlanmasını engellemek zorlaşır. Fakat

likidite daralmaya başladığında her şey terse döner ve genelde hazırlıksız

yakalanıldığı için sert ve yıkıcı sarsıntılar birbirini takip edebilir; güven

bunalımı arttığı için sözel müdahaleler işe yaramaz ve olumsuz süreç kendi

kendini besler, istikrarsızlık artar.

Küresel ölçekte gelişmekte olan ekonomiler ilgi odağı

iken her şey iyi gibi görünür, durum değiştiğinde herkes bir an önce kaçabilmek

için arkasına bakmadan birbirlerini ezmeye başlar. 1997 yılındaki Asya krizi

veya 2008 deki küresel kredi krizindeki dinamikler bu ifade ettiklerimizin en

iyi bilinen örnekleri gibidir. Yazının başında belirttiğimiz Kara Pazartesi ise

19 Ekim 1987 de ABD de yaşanmış. Dünyanın her bakımdan en büyük ekonomisini iki

gün içinde batık hale getirmiş tsunami benzeri bir dalgadır. Menkul ve

gayrimenkul değerlerindeki spekülatif şişkinlik likidite sıkışıklığı ile uyumlu

bir durum değildir ve bu gerçek çok geç anlaşılmış, hem ciddi bedeller ödenmiş

hem de günü kurtarmak adına geleceğin karartılması yolu açılmıştır. ABD bugün

olduğu gibi para musluklarını devreye sokarak olumsuzlukları kontrol altına

almaya çalışmıştır. Fakat o Kara Pazartesi den sonra hiç bir şey eskisi gibi

olamamış, sorunların ve buna bağlı korkuların büyümesi önlenememiştir.

Bugün gelişmekte olan ekonomilerin herhangi bir hazırlık

yapamadan likidite sıkışması ile tanışması olasılığı güçlenmektedir; bu nedenle

yabancı sermaye söz konusu ülkelerdeki riskini henüz panik yaşanmadan azaltmaya

çalışmaktadır. Bu bölgeleri işgal eden çekirge sürüleri terk etme yönünde

harekete geçmeye başlamış, geç kalırsa telafisi imkansız bedeller ödemek

zorunda kalacağını görmüştür. Gelişmekte olan ekonomilerin ABD örneğinde olduğu

gibi parasal genişleme yaparak gelişmeleri kontrol altına alma şansı da yoktur.

Zira yerel paranın değer kaybının hızlanması ile beraber istikrarsızlığın

büyümesi kaçınılmaz olacaktır.

Çekirge sürülerinin başlangıçta olumlu gibi görünen

küresel göçleri Kara Pazartesi nin hemen ardından, 1989 yılında Berlin

Duvarı nın yıkılması ile ilk kez sahne almış, giderek büyümesi ve küresel

sorunları ağırlaştırması önlenememiştir. Asya Krizi ve Kredi Krizindeki

tahribatın büyüklüğünde katkıları büyüktür. Küreselleşme şeklinde tanımlanan

kuralsızlık aslında medeniyet değil barbarlıktır, sadece yapısı

Ortaçağ dakinden farklıdır, çekirge sürülerini yaşatarak istikrarsızlık

tohumlarını ekmiş ve büyütmüştür.

Atalarımız doğru söylemiş, ne ekersen onu biçiyorsun. En

güçlü olduğuna güvenip kendi çıkarları gereği adaletsizlik ve barbarlık

ekenlerin, onlar ile işbirliği yapanların hasadı başkalarına uygun gördükleri

türden bir son olmaya adaydır. Gelişmekte olan ekonomilerde yaşanacak krizler,

buralarda büyük paralar batırması kaçınılmaz olacak gelişmişleri de vuracaktır.

Bugüne kadar yaşanan olumsuzluklar bundan sonra yaşanacakların yanında önemsiz

kalmaya mahkum gibi görünüyor...