Trabzon’da geçen günlerde yaşanan ve kamuoyu gündemini meşgul eden Kürt Bölgesel Yönetimi bayrağının açılması meselesi beni oldukça rahatsız etti. Bir Trabzonlu olarak halkın böyle bir tepki vermesini ihtimal dâhilinde görsem de yapılanlar ve oluşan süreçler kesinlikle kabul edilemez. Hele hele valiliğin olay sonrası uygulaması akla ziyan bir şeydi. Kavmiyet üzerine konuşmak hassas bir konudur ancak böyle nahoş bir durum olduğunda susmak ise ahlaksız bir tavırdır. Kavmiyet meselesi ancak tarihi kökleri olan ve derin bir zemine dayanan kavramları yeniden gözden geçirmek ile konuşulabilir hale gelir.
Kavmiyet söylemi tarih boyu insanoğlunun gündemini meşgul etmiştir. Kimi zaman kabilecilik kimi zaman ırkçılık olarak karşımıza çıkan bu nahoş durum ortak selim akıl tarafından gayr-i akli görülmüştür. İlkesel olarak bir kavmin başka bir kavme üstünlüğü iddiası kendi içerisinde akıl dışılığı barındırır. İnsanın kendi emeği olmaksızın doğal süreçler içerisinde kazandığı vasıfların aynı doğal süreçler içerisinde kazanılan başkalarının aynı vasıflarından üstün olması düşünülemez. Irk, dil, renk, soy ve sop tamamı ile insanın iradesi dışında bir gerçekliktir ve hiçbir şekilde as üst ilişkisine sahip değildir. Ne yazık ki insan aklını örten ideolojiler ve yaklaşımlar bu gerçeği çoğu zaman görmemezlikten gelmiştir. Halen insanlık bu sürecin sancılarını yaşamaktadır.
Bütün bu gayr-i akli görünüme rağmen mevcudiyetini devam ettiren ırkçılık söylemi Batı’nın sömürge çalışmalarında uyguladığı yöntemlerle başka bir boyuta taşınmıştır. Üstün insan teorisine dayanan sömürgecilik faaliyetleri meşruiyetini Darwin felsefesinden alırken; devamlılığını ise oluşturduğu ırkçılık politikalarından almaktadır. Ulus devlet teorisinin işlenmesi ve neticede bütün devletlerin ulus devlet formuna bürünmesi ırkçılık söylemlerinin hak talebinden devlet talebine doğru evrilmesine neden olmuştur. Anadolu özelinde meseleye baktığımızda bu talepler Türk ve Kürt ırklarının birlikte yaşadığı birlikte vatan bellediği bir coğrafya için kaçınılmaz çatışma alanları ortaya çıkarmaktadır. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ulus devlet teorisi ile şekillenmiş ve kendinden olmayanın kim olduğuna karar vermiş bir devlet anlayışı bu çatışma alanlarının derinleşmesine ve genişlemesine ivme kazandırmıştır. Bu yazıda merkeze alacağımız mesele tarihsel bir anlatıdan çok oluşan süreçler dikkate alındığında kimlikler hakkında konuşmanın temel ilkeleridir. Ayrıca bu ilkelerinin Kürt ırkının temel problemine tatbiki yapılacaktır.
Kavramlar insanın varlığı algılama biçimlerinin dile gelmiş halidir. Daha felsefi bir ifade ile kavramlar insan aklının varlığı soyutlamış halin temsilleridir. Bu tanımlar dikkate alındığında bir algılayan ve bir de algılanan ve ikisi arasındaki ilişki biçimi kavramı ortaya çıkarır. Algılanmak ise varlığa çıkışın değil bilinmenin ve mesele edinmenin ilk adımıdır. Algılayan kişinin ön yargıları, zihni eğilimleri, melekeleri ve nihayetinde sosyal havzası kullanacağı kavramları belirlemede etkili olacaktır. Ayrıca algılanan şeyin kendinde bir şey mi olduğu ve algılama biçimlerine etkisi başka bir tartışma alanını ifade etmektedir.
Kökleri yüzyıllar öteye giden felsefesi kökleri ise yaratılışa kadar götürülebilecek etnik kimlik meselesinin kavramsal çerçevesi nasıl olmalıdır? Hangi kavramları zihnimizin üretmesi gerekir ki bizler bu kavramsal çerçeve etrafında düzgün bir yaklaşım geliştirme imkânına kavuşmuş olalım. Uygun kavramı bulmadan önce kavrama bizi götürecek ana taşları yerli yerine koymak gerekmektedir.
Birinci olarak herhangi bir ırkın başka bir ırka hiçbir durumda ontolojik üstünlüğü yoktur.
İkinci olarak hiçbir ırk başka bir ırka göre temel insani haklar başta olmak üzere sosyolojik ve psikolojik düzlemde ikincil değildir.
Üçüncü olarak ulus devlet anlayışı devam ettiği sürece her ulus bu anlayış karşısında aynı haklara sahiptir.
Yukarıda sıraladığımız ana ilkeler üzerinde tartışmak safsatadır. Bu ilkeler salim aklın bizlere verdiği ilkesel kazanımlardır. Çıkış, bir paradigma değişikliği yapmaktan geçmektedir. Öncelikli olarak sorgulanacak konu ulus devlet anlayışının kabulünün zaruret olup olmadığı meselesidir. Bir sonraki tartışmaya açılması gereken mesele tüm kimliklerin birlikte yaşamak için gereken kavramın ne olduğudur.
Ulus devlet paradigması dünyanın insan tabiatı için imkânsızı zorlamak anlamını taşır. Her ulusun devletleşmesi gerektiği ilkesi birçok coğrafyada insan yaşamını imkânsız kılmaktadır. Devletlerin oluşması veya devletlerin sınırlarının belirlenmesi insan ırkları üzerinden değil içerisinde ırk fonksiyonunda olduğu kültür, coğrafi şartlar, hayat algılama biçimleri de olmak birçok etkenle ve birazda kader çizgisi ile belirlenir. Bu noktada ırka dayalı bir devletleşme sürecine girmek bölgesel felaketler doğuracaktır. Anadolu coğrafyası özelinde ulus devlet anlayışındaki ulus kavramı Türk olarak kabul edildiğinde ne gibi acı sonuçlar doğurduğu geçmişe dönüp bakıldığında anlaşılacaktır.
Ayrıca ulus devlet yaklaşımı bir an olsun doğru kabul edildiğinde yukarı da ifade edildiği üzere herhangi bir ulusun bu yaklaşımın gerekliliği olan devlet olma talebinden mahrum bırakılması düşünülemez. Bu bağlamda Anadolu özelinde Türklerin devlet kurma hakkı olduğu gibi Arapların, Kürtlerin, Lazların, Zazaların, Ermenilerin, Pomakların, Rumların ve ismini sayamayacağımız birçok kimliğin devlet talebinin meşru görülmesini gerekir. Bu gereklilik son dönemde güç merkezleri oluşturulmaya çalışılan mikro milliyetçilik projelerine zemin hazırlar durumdadır. Ayrıca mezkûr talebin meşruiyetini ne belirleyecektir. Ya bütün grupların devlet olmasını savunacağız ki bu doğal süreçlere ters olduğu hemencecik anlaşılabilen bir durumdur yahut devlet talebinin meşruiyetini başka bir ilkeye bağlamak zorunda kalacağız. Bu ilke sayıya bağlanamaz zira kemiyet hakikat için bir gösterge olamaz. Geriye sadece devlet taleplerinin esasında yanlış olduğunu var olan devletin bütün unsurları barındıracak şekilde yeniden bir mefkûre ile inşa edilmesi gerektiği fikri kalmaktadır. Herhangi bir ırkın devlet talep etmesi ne akli ne de sosyolojik ne de insanlık tecrübesi için mümkün görünmemektedir.
Önümüzdeki hafta ulus kavramı merkezinde meseleyi daha derinleştirme ümidiyle…