Kıbrıs meselesinin halli için ilk toplumlararası görüşme 1968 Haziran’ında Beyrut’ta başlamış, bir hafta sonra görüşmeler Lefkoşa’ye taşınmıştı.

Toplantıya Türk tarafı adına 4 yıllık sürgünden dönen Cemaat Meclisi başkanı Rauf Denktaş katılmıştı.

Rum tarafını da Temsilciler Meclisi başkanı sıfatıyla Glafkos Klerides temsil ediyordu.

Bu toplantılar 20.9.1971’de son bulmuştur.

Birleşmiş Milletler’in çabaları sonucunda beşli toplantılara başlanıldı. Bu toplantılar da 2.4.2974 tarihinde son buldu.

6 yıl süren bu toplantılardan da sonuç alınamamıştı.

Daha önce de, Kıbrıs adası için 1947’den itibaren çeşitli planlar hazırlamıştır:

1947’de Lord Winster planı,

1948’de Jackson planı,

Eylül 1955’de 1. Mac Millan planı,

Kasım ve Ocak 1955’de 1. ve 2. Harding planları,

1956’da Rad Cliffe planı,

1958’de 2. Mac Millan ve Spaak planı vs.

Aradan yıllar geçti. Aralık 1999 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çağrısı ile yeniden müzakereler New York’ta başlamış, Cenevre’de devam etmiştir.

Kofi Annan, Kasım 2000 tarihinde 5. tur sonucunda resmi olmayan bir belgeyi taraflara sunmuş, bu belgede tek ve bölünmez bir devlet hedeflenmiştir.

Bu devletin tek uluslar arası bir kimliği ve vatandaşlığı olacaktır.

Siyasal eşitliğin, sayısal eşitlik anlamına gelmediğini vurguluyordu.

Diğer yandan önemli bir toprak parçasının Rum tarafına verilmesini ve Rum göçmenlerin kuzeydeki evlerine dönmesini hedefliyordu.

 ANNAN PLANI NEDİR?

Annan Planı hakkında aklıselim yazar ve çizerler yanında, milli menfaati ön planda tutan akademisyenler de önemli açıklamalarda bulunmuşlardır.   

Düşünceleri ve analizleri Annan Planı’nın tuzaklarını gözler önüne sermiş ve milli menfaatin istikametini tayin etmiştir.

Milletimizin ufkunu genişletmiş ve doğruyu görmelerini sağlamıştır.

Annan Planı’nın önemli ayrıntıları vardır.

Bu plan herkesin bildiği gibi, İngiliz Yahudisi Lord Haney tarafından tasarlanmış ve İsviçre hukukçuları tarafından da kaleme alınmıştır.

Bu plan, son derece ağdalı bir İngilizce ve o derece de ağır bir hukuk üslubu ile kaleme alınmış bir tekliftir.

Annan Planı’na karşı şu andaki hükümet mensupları başka modeller aramaya koyulmuştur.

Önce Belçika modelini gündeme taşımış,

Ne var ki bu modelin Kıbrıs’ın mevcut şartlarına uymadığı anlaşılınca, İsviçre kanton modelini gündeme getirmişlerdir.

Türk yetkilileri muhtevasızlık sebebiyle diplomatik incelikleri dikkate almadan konuştukları için defalarca refüze edilmişlerdir.

Konuşmaları ile Kıbrıs’ın aleyhine olabilecek zararlı bir durumu meydana getirdiklerinin farkında bile değillerdir.

Annan Planı’nın yüzeysel ifadelerine kanıp, iyi sonuçlar alınabileceği düşüncesi ile planın kabul edilmesi noktasında merhum Rauf Denktaş devre dışına itilmiştir.

Planın Kıbrıs’ta kabul edilmesi, böylece Avrupa Birliği’ne girmenin daha kolay olabileceği düşüncesi, toy politikacıların işi olabilir.

 Dış politikada başarı,

Derin kültüre ihtiyaç gösterir.

Tecrübe,

Lisan hakimiyeti

Ve en azından 200 senelik Türk siyasi tarihinin,

Ayrıca 150 senelik dünya siyasi tarihinin bilinmesini gerektirir.

Hemen belirtelim ki;

Annan Planı olarak dillendirilen bu çalışma, hazırlayanlar tarafından plan olarak isimlendirilmektedir.

Oysa Birleşmiş Milletler’in herhangi bir ülkeye, herhangi bir planı öyle veya böyle empoze etme hakkı yoktur.

Onun için bu plana, plan değil, bir nevi Kofi Annan’ın dokümanı denebilir.

Bu dokümanla;

Yıllarca elde edilemeyen sonuçları yumuşak bir vuruşla ve belli etmeden elde etmek amaçlanmaktadır.

Yani, 1960 Londra-Zürih Antlaşması sonunda kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hala yaşadığı, uluslar arası bir antlaşma ile belgelenmek istenmiştir.

Oysa;

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile eski cumhuriyetin devrildiği bilindiği ve Kıbrıs iki bölgeye ayrıldığı halde, bu dokümanla fiili durum göz ardı edilmek istenmiştir.

Onun içindir ki, planda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin adından, sanından, bağımsızlığından hiç bahsedilmemektedir.

Türk tarafı için sadece parça devlet anlamına gelen bir ifade kullanılmakta, kurucu devlet ifadesi yerine ortaklık ifadesine yer verilmektedir.

Annan Planı kabul edildiği takdirde

(-ki referandum Türk tarafınca kabul edilmiş, Allah’tan Rum tarafınca kabul edilmemiştir),

Avrupa Birliği bir taşla üç kuşu birden vuracaktı.

Kıbrıs’ı bir bütün olarak problemsiz bir şekilde AB’ye dahil edecekti.

KKTC’nin başvurusu olmadan, hukuki boşluğa rağmen, sanki Türk tarafı da müracaat etmiş gibi, işleme tabi tutacaktı.

Böylece AB son derece güçlenecekti.

 Bu plan kabul edilse idi:

- 1960 Anayasası’nca tanınan garantör devlet olma hakkımızı da kaybetmiş olacaktık.

- Eşit güç olma iddiası ortadan kalkmış olacak, ortak kurucu devlet statüsü ebediyen son bulacaktı.

- Kurucu devlet yerine parça devlet düşüncesi ikame edilecekti.

- Yetki paylaşımı son derece adaletsiz bir noktaya gelecekti.

- Türklerin elinde bulunan toprakların 1/5’i Rumlara terk edilecekti.

- Kuzey Kıbrıs’a yerleşen göçmenler de geri gönderilecekti.

- Boşalan yerlere de Rumlar gönderilecekti.

 Netice olarak;

İki barış harekâtı ile Kıbrıs’ta elde edilen her şey kaybedilecek ve yenilgiye uğrayan Rumların arzuları yerine getirilmiş olacaktı.

Böylece, tek hedef olan ENOSİS, AB genişleme operasyonu içinde gerçekleşmiş olacaktı.

Bir bütünlük içinde ve tarihi olaylar incelenmeden, bu plan, en iyi plan olarak algılanmamalıdır.

Kıbrıs meselesini AB meselesi ile entegre etmek son derece yanlıştır.

 Buna rağmen,

AB adına hükümranlığı dahi devretmenin günah olmadığını,

Ayıp olmadığını,

Çirkin olmadığını

Söyleyebilen bir iktidarın,

Kıbrıs gibi milli bir davanın cömertçe takdiminde beis görmemesi son derece normaldir.

Annan Planı’nın inceliklerini anlamadan, Belçika modeli ve İsviçre Kanton Modeli gibi lüzumsuz, mantıksız sözlerle Türkiye’nin önünü tıkamak, pazarlık gücünü sıkıntıya sokmak, akıl kârı değildir.

 KIBRIS’TA SON DÖNEM MÜZAKERELERİ

Annan Planı’nın referanduma sunulup, akamete uğramasından sonra, yapılan seçimler sonrası Kıbrıs’ta iktidarlar değişti.

Önce Denktaş politikalarına muhalif olan Mehmet Ali Talat, daha sonra da Derviş Eroğlu’nun Kıbrıs politikasına ters bir politika üretmeye çalışan Mustafa Akıncı işbaşına geldi.

Merhum Denktaş ve Derviş Eroğlu’nun Kıbrıs politikaları netti. Bağımsız KKTC’yi devam ettirmek için, bu konuda her türlü pazarlık konularına kapalı durmaktı.

Onun için Kıbrıs müzakere taleplerine karşı bu iki lider soğuk durmuş ve emperyalist ülkelerin dalaverelerine aldırış etmemiştir.

Zira batı dün olduğu gibi, bugün de Yunan – Rum yanlısı tutumunu devam ettirmekte, Yunanistan ve Kıbrıs problemlerinin çözümünde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden sürekli taviz istemektedirler.

Geçmişte;

Lord George; “Niyetim Kıbrıs’ı Yunanistan’a vermektir.”

Clemanceau; “Unutmayınız ki Berlin Anlaşması’na göre Kıbrıs için benden izin almanız gerekmektedir.”

Başkan Wilson; “Yunanistan’a bu hediyeyi verebilirsiniz ve değerli bir iş yapmış olursunuz.”

Roosevelt; “Kıbrıs Yunanistan’a bağlanmalıdır. Petrol kaynaklarını koruyabilmek için bu şarttır.”

İşte Rauf Denktaş ve Derviş Eroğlu, emperyalistlerin bu taleplerine karşı şahsiyetli duruş sergilemeye çalışmışlardır.

Kıbrıs Barış Harekâtı sonucu Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliklerinin sağlandığının, Rumların ENOSİS hayallerinin tükendiğinin bilinci içinde dik durmasını bilmişlerdir.

Onun için Kıbrıs Türklerini zarara sokabilecek hiçbir görüşme yanlısı olmamışlardır. Gerek merhum Denktaş, gerekse Derviş Eroğlu, Kıbrıs’ta Türkiye’nin katkıları ile istenmeyen adam durumuna düşürülerek, iktidardan uzaklaştırılmışlardır. 

Denktaş’tan ve Eroğlu’ndan sonra, önce Mehmet Ali Talat işbaşına getirildi. Bunun dönemi son derece silik ama çok tehlikeli yaklaşımlarla geçti.

Nitekim Mehmet Ali Talat 2008 yılında Kıbrıs’ta yapılan seçimleri % 55 oy alarak kazandı, onun döneminde referanduma sunulan Annan Planı % 65 oyla kabul edildi, ancak Rum kesimi Annan Planı’nı reddetti.

Talat seçildiği andan itibaren, Kıbrıs meselesini çözme adına acele adımlar atmaya başladı. Çünkü; “Talat ve Hristofyas

Tek uluslar arası kimliğe sahip,

İki kesimin eşit siyasi egemenliğine dayanan,

İki oluşturucu devletin veya birimin

kuracağı bir federasyon çatısı altında soruna çözüm aramada hemfikirdiler.”

Burada sergilenen KKTC için acziyettir. Zira KKTC kurulmuş ve hudutları Mehmetçik’in süngüsünün ucuyla çizilmiştir.

Var olan bir devleti, yokmuşçasına müzakere masasına yatırmaya çalışmak, herhalde vatanseverlik değildir.

Ayrıca Cumhurbaşkanı Talat;

Tek egemenlik,

Tek kimlik     

Çapraz oylama (Başkanlık seçimlerinde her iki halkın karşı tarafın adayı için % 20 oranında oy kullanması)

konusunda tavizler vermiştir.

Bu dönem içinde Kıbrıs Türk tarafının, devamlı uzlaşma isteyen taraf olarak aktif bir pozisyonda olduğunu, buna mukabil Rum tarafının AB üyeliğinden dolayı masada daha rahat ve etkin, Türk tarafının ise daha ılımlı ve barışçıl bir görüntü verdiğini görmekteyiz.

Oysa Talat kapı çalan değil, kapısı çalınan olmalıydı. Çünkü Kıbrıslı Türkler 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC’yi kurmuş ve bir daha 1960 Anayasası ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşün kapılarını kapatmıştı.

KKTC’de son dönemin cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Kıbrıs’ın,  “Çok büyük stratejik öneme sahip olduğunu, askeri anlamda özellikle düşünmüyorum” diyebilmiştir. Oysa Kıbrıs’ın, Ortadoğu’nun anahtarı olduğunu aklı eren herkes bilmektedir.

Nitekim İngiltere Mısır’dan çekilirken, Başbakan Mac Millan; “Mısır’ı kaybettik ama Kıbrıs alternatif güçtür, Kıbrıs’ın İngiltere ve Türkiye için önemi büyüktür, Kıbrıs adasını kim elinde tutarsa İskenderun Limanı’nı ve Türkiye’nin arka kapısını elinde tutar” demiştir.

2000’li yıllarda Başkan Bush, benzer sözleri tek bir cümlede toplamıştır: “Ortadoğu’nun anahtarı Kıbrıs’tadır.”

KKTC Çiftçiler Birliği Başkanı Ali Kabakçı yaptığı açıklamada; “İngiliz Kıbrıs’ı istiyor, Amerika Kıbrıs’ı istiyor, Rum Kıbrıs’ı istiyor, Yunanistan Kıbrıs’ı istiyor, şimdi Mısır çıktı, Fransa pazarlık yapmaktadır” gerçeğini ortaya koymuştur.

İngiliz Başbakanı Antony Eden’in, 1955 yılında, dile getirdiği gibi; “Avrupa’nın Ortadoğu’daki petrol kaynaklarına ulaşabilmek için Kıbrıs’a ihtiyacı vardır.”

Yükselen sesler, Kıbrıs’ın çok büyük stratejik öneme sahip olduğunu göstermektedir. Bu adanın Ortadoğu’nun anahtarı olduğu herkesçe çok iyi bilinmekte olduğu halde, KKTC yöneticilerinin bu konudaki bilgisizlikleri, yaptıkları konuşmalardan ayan beyan ortaya çıkmaktadır.

Yapılan bu açıklamalardan habersiz olan Mehmet Ali Talat için, elbette Kıbrıs’ın kıymeti harbiyesi yoktur. Milli meselelere duyarsızlık, günümüzde prim yaptığı için, Mehmet Ali Talat KKTC Cumhurbaşkanı olabilmiştir.

Oysa W. Churchill; “Kıbrıs Ortadoğu’nun kalesi, yüzmeyen uçak gemisi, bulunmaz bir üs ve dinleme kulesidir” demek suretiyle, Kıbrıs’ın önemine seneler önce vurgu yapmıştır.

Çünkü İngiltere’nin Kıbrıs’ta önemli iki üssü vardır. Bunlardan birincisi Ağrotor, ikincisi ise Dikelya üssüdür. ABD bu iki üssü elan kullanmaktadır. Bu üsler nükleer başlıkların gizlendiği yerlerdir.

Bütün bunlara rağmen, mankurtlaşmış bir anlayışla, bütünleşmeden bahsedilebilmektedir. Bütün bunlara rağmen, Mehmet Ali Talat diyalog eksikliğinden de şikayetçidir.

Mustafa Akıncı’ya gelince; onun da Kıbrıs politikası, Mehmet Ali Talat’tan farklı değil, hatta daha da tavizkârdır. 1571 yılında Kıbrıs’ın fethi için kan döken takribi 50.000 şehitten ve 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında şehitlik mertebesine ulaşan 498 askerimizden herhalde habersizdir. Yoksa Kıbrıs politikasındaki yaklaşımı, bu derece laçkalaşmış olmazdı.

Hemen belirtelim ki, Mustafa Akıncı’nın cumhurbaşkanı seçiminden itibaren 57 görüşme yapılmış ve takribi 200 saat sürmüştür. Ayrıca müzakere heyetleri de 129 toplantı gerçekleştirmiştir. Bu toplantılarda ekseriya Rumların teklifleri gündemi oluşturmuştur.

Zira onların Annan Planı’nda ileri sürülen % 7 toprak parçasını beğenmediklerini bilmekteyiz. Bu müzakerelerde KKTC’nin topraklarını % 29’lara indirme gayretleri devam etmekte ve bu konuda azami direnç gösterilmektedir.

Görüldüğü gibi Mustafa Akıncı’nın bu müzakerelerde açığa düşme ihtimali büyüktür. İşe toprak tavizi verme görüntüsü ile başlamak, baştan kaybetmek demektir. Oysa bu konuda aşılamaz duvar gibi durmalıdır.

Mustafa Akıncı; “İsviçre (toplantıları) benim gözümde bir son değil, ama sona giden bir önceki merhaledir” demek suretiyle, bir nevi Rumlara ümit vermektedir. Bu hâl, Kıbrıslı Türkler için, Kıbrıs’ı terk etme fermanı anlamına gelir ki, kabul edilemez.

Taraflar arasında yapılan müzakerelerde, AB’ye vurgu yapılmakta, yönetim konusu ele alınmakta, güç paylaşımı da söz konusu olmaktadır.

Akıncı’nın düşüncesi, Kıbrıs’ta iki kesimli, iki toplumlu federal bir yapı ve iki kurucu devletin siyasi eşitliğine dayalı, iki tarafında evet diyebileceği bir yapı oluşturmaktır. 

Anlaşılamayan husus, gerek Mehmet Ali Talat’ın ve gerekse Mustafa Akıncı’nın Kıbrıs meselesine yaklaşımlarının şaşılığıdır. 

Çünkü Kıbrıs’ta iki ayrı devlet kurulmuşken, bu ayrışmaya rağmen, iki kesimi birleştirme gayretleri bir nevi 1960 Anayasası’na dönüştür. Yani eski Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ihya anlayışıdır.

Buna rağmen, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti Anastasiadis’in ve Kıbrıslı Rum siyasi parti liderleriyle, Rum kilisesi başı Başpiskopos Hrisostomos’un ,49 yıldır sürdürmekte olan müzakereler sonunda, Kıbrıs adasında kurmayı planladıkları üniter Rum devleti için, ağızları dola dola söyledikleri Kıbrıslı Türklerin hakları AB standartlarında ve müktesebatında belirtildiği gibi olacak tanımının, günümüz Rum politik anlayışına çevirisi; “Kıbrıslı Türklerin hakları, Yunanistan hudutları içinde Batı Trakya bölgesinde yaşayan Müslüman azınlığın hakları ile tıpa tıp aynı olacak” şeklindedir.

Kıbrıslı Rumların KKTC vatandaşlarına layık gördükleri vatandaşlık hakları, AB müktesebatında belirtilen azınlık hakları gibi olacak ve Batı Trakya’da yaşayan soydaşlarımızın haklarından daha fazla olmayacak, ama bol bol eksiği olacaktır.

Rumlar uzun yıllardan beri üniter Rum Yunan devletini kurmak için çalışmalarına devam ederken, KKTC yöneticileri ise 1983 yılından beri var olan KKTC’ni müzakere masasına yatırmaktan çekinmemektedirler.

İnsanlarda milli şuur yerleşmedikten sonra, her şeyi müzakere masasına çekmekte beis görmezler. Bir başka ifade ile kendilerine emanet edilene ihanet etmekten bile çekinmezler.

Kıbrıs’ın 1571’den beri bize ait olduğunu dillendirecek, Kıbrıs’ta, Denktaş ve Eroğlu hariç, bir devlet adamı maalesef çıkmamıştır.

Şunu unutmamak gerekir ki; Allah muhafaza etsin, Kıbrıs Adası bir gün aramızda yaşayan ve her fırsatta Rumların çıkarlarına çalışan Rum destekçileri sayesinde, Rumların egemenliği altına girerse, Kıbrıslı Türklerin akıbeti meçhuldür.

Rumlar bu dileklerini temin etmek için direnmektedir. Rum lider Anabtasiadis ve şürekası, ortakları ve goygoycuları, 1960 yılında ilan edilen ve Kıbrıslı Türklerin kurucu ortak olarak yer aldıkları Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan garanti ve ittifak anlaşması içeriğince, yıllardır Türkiye’nin garantör olmasının, artık çağdışı olduğu iddiasını dile getirerek, kaldırılmasını talep etmektedir. Bunun arkasından da Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan çekilmesi talep edilecektir.

Akıllarınca bir senaryo kurmuşlar ve onu uygulamaya koyacaklar. Kıbrıslı Türkleri, Türkiye’deki siyasileri ve bazı yöneticileri, AB üyesi devletlerin yöneticilerini, ABD ve BM’deki karar verici kişileri 21. yy’da garantörlük olmaz diyerek kandıracaklar ve Türkiye’nin garantörlüğünü iptal ettirecekler. Sonra da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adadan derhal çekilmesini talep edecekler.

Daha sonra da aynen, 21 Aralık 1963 tarihinde Makarios’un yaptığı gibi,  “Türkler isyan etti” yalanını dünyaya yaydıktan sonra Kıbrıslı Türklere saldırdığı gibi, şimdikilerde silahlı militanları ile Türklere saldıracak ve adanın tümü üzerinde egemenlik kuracaklardır.

Rumların niyetleri belli olduğu halde, onlarla müzakere masalarında oturmanın anlamı var mı? 1968 yılından beri devam eden müzakerelerin tamamı sonuçsuz kaldı. Kıbrıs için yapılan tüm planlardan da sonuç alınamadı.

Onun için 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı yapılmış, böylece barışmaları mümkün olmayan iki millet birbirinden ayrılmış ve hudutları çizilmiştir. Böylece Güney Kıbrıs – Kuzey Kıbrıs ayrışması sağlanmış, adaya da huzur getirilmiştir.

Şimdi bu huzurun yeniden bozulup, huzursuzluğa taşıyacak müzakerelere artık son verilmesi gerekir.

Kahraman olarak anılmak, yönetilen topraklardan taviz vermekle olmaz. Tam aksi topraklarını korumakla olur.          

Sonuç olarak;

1- Ortada 42 yıldır bir Kuzey Kıbrıs ve 33 yıllık bir KKTC devleti vardır. 

2- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bunlar yokmuş gibi, müzakerelerde tok satıcı davranışı sergilemektedir.

3- Garantörlük anlaşmalarına rağmen, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi AB’ne girebilmiştir, Annan Planından sonra tam üyelikle ödüllendirilmiştir.

4- Net olarak görülmese bile, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin arkasında AB vardır.

5- Karpas’ı ele geçirerek, Kıbrıslı Türkleri içinde eritme planları devam etmektedir.

6- Müzakerelerde Doğu Akdeniz gaz kaynaklarına ulaşmaya yönelik gizli çalışmalar bulunmaktadır.

7- Türk askerinin adadan çekilmesi istenmektedir.

8- Garantörlüğün kaldırılması için çaba gösterilmektedir.

   Buna mukabil KKTC’nin bazı yöneticileri, sandıktaki çeyizini deli kız gibi dağıtmak sevdasındadır. Oysa;

   1- KKTC ortadan kalkarsa, Türkiye boğulur, garantörlük kalkar, asker adadan çekilirse Kıbrıs Türklerinin emniyeti sıfırlanır.

2- Toprak tavizine yaklaşılmamalı, Türkler ne sebeple olursa olsun göçe zorlanmamalıdır.

3- Batı dünyasının birleştirme baskılarına karşı çıkılmalıdır.

4- KKTC’nin dünya devletleri tarafından tanınmasına gayret gösterilmelidir.

5- Kıbrıs’ın stratejik önemine binaen, güney sınırımız boyunca oluşturulmak istenen PKK koridoru girişimlerine karşı çıkılmalıdır.

6- Yanlış bir yaklaşım, Girit Adası gibi Kıbrıs’ın da kaybına vesile olur.

7- Çünkü Yunanistan, 2004 yılından beri Ege adaları üzerinde oyun oynamaktadır. Kardak kayalıklarına yakın olan Kololimnos adası ile birlikte 18 adayı işgal etmiş durumdadır.

Koyun, Hurşit, Formoz, Eşek, Nergizcik, Bulamaç, Keçi, Sakarcılar, Koç Baba, Ardacık, Gavdos, Venedik vs yerlerin Rumlar tarafından teçhiz edildiği bilinmektedir. Yani Kıbrıs için tehlike boyutu böylece büyümektedir.

Bunlara ilaveten içerisinde Rodos, İstanköy, Meyis gibi Anadolu’ya bitişik ve Türklerle meskun kıymetli adalar, Anadolu’ya denizden gelecek istila kuvvetlerini durduracak birer kale gibidir. Bu adalar sırf Anadolu’nun müdafaası için yaratılmıştır.

Yunanistan’ın elinde bulunan bu adalar, Anadolu’ya vaki olacak taarruzun, tasallutun, hücumun ilk karakollarıdır.

 Onun için müzakerelerde;

a- Siyasi egemen eşitlik,

Dönüşümlü başkanlık,

Kararlara etkin katılım

mutlaka sağlanmalıdır.

b- İki kesimli,

İki toplumlu

bir sonucun alınmasına çalışılmalıdır.

c- Mülkiyet konusunda bireysel değil, toplu çözümlerin öne çıkarılması, sosyo-ekonomik yapının bozulmaması,

d- On yıllardır uluslar arası izolasyon ve kısıtlamalara son verilmesi,

e- Toprak konusunda asla taviz verilmemesi, ekonomik yaşanabilirlik, verimlilik ve güvenlik kriterlerinin gözetilmesi,

f- Beka sorunu olan güvenlik ve garantiler konusunda Türkiye’nin etkin garantisinin muhafaza edilmesi,

g- Asker çekilme taleplerinin mutlaka reddedilmesi gerektir.

Geçmişte, güney sahillerinde bir tatbikatı izlemekte olan Atatürk, çevresine topladığı kurmaylarına; “Türkiye’nin yeniden işgal edildiğini ve Türk kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim. İkmal yollarımız ve imkânlarımız nelerdir?” diye sorar.

Subayların ileri sürdüğü görüşleri sabırla dinleyen Atatürk, elini haritaya uzatarak, Kıbrıs’ı işaret eder.

“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir” demiştir.

 NETİCEDE EK OLARAK:

AKP hükümetlerinin Kıbrıs’la ilgili ana hedefi;

KKTC’yi Annan Planı gibi bir planla Güney Kıbrıs’la birleştirip, AB’ye sokmak,

Böylece Türkiye’nin de, bu jestiyle daha rahatlıkla AB’ye girebilmesini sağlamaktır.

Ancak bu bir zandan ibarettir. Unutmayalım ki,

Kıbrıs stratejik önemi haiz bir adadır.

Zira Kıbrıs, İsrail ve Güney Kıbrıs hudutları içerisinde bulunan bölgede trilyon metreküplere varan doğalgaz ve petrol yataklarına sahiptir.

AKP hükümetleri bu avantajı göz ardı etmek gibi bir yanlışa saplanmaktadır.

Karpat Yarımadası etrafındaki doğalgaz ve petrol arama gayretleri, Güney Kıbrıs, İsrail, Mısır üçgeninde bulunan doğalgaz ve petrol yataklarına nispeten son derece azdır.

Bu husus dikkate alınmalıdır.

Aksi halde Kıbrıs’ın stratejik önemi devre dışında kalır.

Annan Planı münasebetiyle yapılan referandumda,

Planın hedefleri tehlikeli görüldüğü için reddedilmesi gerekirken,

AKP hükümetinin kabul istikametinde gayret göstermesi,

Dış politikadaki beceriksizliğindendir.

Yılların kangren haline getirdiği Kıbrıs için;

- Plan aramak değil,

- İrade koyarak askerin süngüsünün ucuyla çizmiş olduğu hudutları korumak,

- Asıl hedef olmalıdır.

Bunun dışındaki her türlü plan ve program Anadolu’yu tehlikeye sokar.