26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan onlarla konuştu. Sonra atından inip secdeye vardı; “Ya Rabbi, sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü sürüyor ve senin uğrunda cihat ediyorum. Ya rabbi niyetim halistir. Bana yardım et. Sözlerimde yalan varsa beni kahret” diye dua etti.
İKİ büyük medeniyet için varlık-yokluk mücadelesi demek olan zaman gelip dayanmıştı. Bu andan itibaren iki ordudan biri yok olacak ve o yok olan ordu tarafından savunulan medeniyet çok fazla zarar görecekti. Bir yanda tüm Avrupa’nın ve Müslüman olmamış tüm Türk dünyasının desteğini alan haşmetli ve binlerce senelik geçmişe, tecrübeye sahip iki yüz bin kişilik koskoca Roma ordusu, diğer yanda sadece doğru bildiği hakikatler uğrunda savaşmayı kendisine şiar edinmiş ve tüm İslam dünyasının dualarında, gönlünde, gözünde başköşeye oturmuş kırk bin kişilik Selçuklu ordusu.
26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan onlarla konuştu. Sonra atından inip secdeye vardı; “Ya Rabbi, sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü sürüyor ve senin uğrunda cihat ediyorum. Ya rabbi niyetim halistir. Bana yardım et. Sözlerimde yalan varsa beni kahret” diye dua etti.
Ardından da askerlerine; “Burada Allah’tan başka sultan, hükümdar yoktur. Hepimiz onun askerleriyiz. Emir ve kader onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihat etmekte veya benden ayrılmakta hürsünüz. Biz ne kadar az olursak olalım, onlar yani Romalılar ne kadar çok olursa olsunlar bütün Müslümanların evlerinde ve camilerde bizim için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum” dedi.
Düşmanla çarpışmak için sabırsızlanan askerler hep bir ağızdan; “Bizler cihat yoluna baş koymuşuz. Asla emrinden çıkmayız” karşılığını verdiler.
Bu konuşmalardan sonra Sultan, beyazlar içinde gömülürken üzerinden çıkartılmadan öylece gömülmeyi emrettiği kefenini giydi. Atının kuyruğunu bağlayıp eline gürzünü aldı. Herkes birbiri ile helalleşti. Çünkü bütün erlerin amacı din ve devlet uğrunda şehitlik ya da gazilikti.
Cuma namazından sonra savaş olanca hızı ve vahşeti ile başladı. Hıristiyanlar, papazlar tarafından ilahiler okunarak savaş meydanlarına sürülürken Müslüman erler; Allah Allah, Allahuekber nidalarıyla saldırıya geçtiler.
Alparslan Gazi sünnet-i seniyyeye uygun olarak yaptığı istişare sonucu, muharebede sürekli taktik değiştirdi ve düşman tarafından uyguladığı askeri taktiğinin çözülmesini engelledi. Bir kısım kuvvet düşman üzerine saldırıya geçip oklarını boşalttıktan sonra, sahte kaçışla yani kurt kapanı ya da hilal taktiği denen bir askeri teknikle onları üzerlerine çektiler. Düşman, Türkler kaçıyor düşüncesiyle ilerlemeye başladı ve sonunda pusuya yatmış İslam mücahitlerinin bulunduğu vadiye doğru çekildiler. Kaçanlar da yanlarından geriye dönerek pusuya yatan arkadaşlarıyla birleşip zafer naraları atan haçlıları kıskaca aldılar. Yapılan müthiş ve destansı çarpışma sonrasında haçlıların büyük bir kısmı yok edildi.
Savaşın başlamasından iki saat sonra, Roam ordusunun içinden ikiye, üçe hatta dörde bölünmesi ve düşman askerlerinin birbirleri ile mücadele etmesinin mutlak bir gereklilik olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Roma ordusunda paralı askerlik yapan ve kim para verirse onun kılıcını sallayarak hayatlarını sürdüren Kuman, Uz ve Peçenek Hıristiyan Türklerine Alparslan Gazi tarafından Roma İmparatoru Romen Diyojen’den daha fazla para teklif edildi. Bunu öğrenen ve vatan, cihat kavramlarının yerine sadece kapitali, parayı koyan bu Türkler, saf değiştirip İslam ordusunun tarafına geçtiler.
Haçlı ordusuna mensup askerlerinden İslam kılıcından kurtulanlar bozgun bir şekilde sağa sola doğru kaçışmaya başladılar. Savaşın neticesinde ise Haçlılar, bir kere daha İslam hilalini temsil eden kahraman atamızın önünde diz çökmeye, boyun eğmeye mahkûm oldular.
Üstelik kendisine gönderilen elçiye İslam şehirlerinden hangisinin kendisine layık olduğunu sorma küstahlığında bulunan Roma İmparatoru Romen Diyojen yani o savaş sonunda kendisine karargâh yapmak için İslam beldelerinin havasını suyunu soran kişi Müslümanların eline esir düştü. Fakat Türk Sultanı, İslam Komutanı Koca Alparslan Gazi Han büyük bir insanlık örneği göstererek onu affetti. (Yılmaz Boyunağa, Türkiye Gazetesi, 26 Ağustos 1994)
Müslümanlar tarafından affedilen ve memleketine gönderilen mağlup hükümdar Diyojen kendi askerleri ve adamları tarafından önce gözleri ateşte kızartılmış mille kör edildi ardından da öldürüldü. Ne acı değil mi Müslümanların elinde iken kılına dahi zarar verilmeyen Roma İmparatoru kendi adamları tarafından hunharca katledildi.
Müslümanların şanlı ordusu tarafından kazanılan bu şanlı zafer, kısa bir zaman sonra Anadolu’nun fethini ve İslamlaşıp Türkleşmesini sağladı. 1071’den itibaren her sene düzenli olarak Anadolu içlerine ve Roma üzerine İslam akınları yapıldı. Gün geçmiyordu ki her an bir toprak parçası ya da bir şehir İslam coğrafyasına katılmasın. Elbette bizim atalarımız içerilere doğru girmek için canlarını dişlerine takarak mücadele ederken karşı taraf da onları bu coğrafyadan geldikleri yere, taaa Orta Aya içlerine doğru göndermenin çabası içine girdiler.
Bu iki ordu yüz sene sonra 1176’da tekrar karşı karşıya geldi. Bu sefer Büyük Selçuklu değil, Türkiye Selçuklu Devleti vardı Roma karşısında. Hükümdar da sultan 2. Kılıç Arslan. Ve yine tarih tekerrür etti ve bir kez daha Müslüman orduları galip geldi. Ama bu 2. zaferin adı Malazgirt Zaferi değil, Anadolu’nun tapusunu elimize aldığımız Miryakefalon Zaferi idi. Bu tarihten itibaren başta Roma olmak üzere tüm dünya Anadolu’nun bir İslam beldesi olduğunu kabul etmek ve planlarını ona göre yapmak mecburiyetinde kaldı.
Bu zaferi bizlere hediye eden şehit ve gazileri minnet, rahmet ve muhabbetle anarız. Mekânları cennet, komşuları Resûlullah olsun. ÂMİN.