Yirmi bir yıl önce deneyimli diplomat ve dış politikanın duayen isimlerinden Şükrü Elekdağ bir makalesinde aynen şu cümleyi kurmuştu: "Türkiyenin yaşamsal hakları ve toprakları üzerinde hak iddia eden Yunanistan ve Suriye, ülkemize karşı çıkar birliği içindedir ve Türkiyeyi çökertmek amacıyla PKKya her türlü yardımı yapmaktadır. Türkiye, bu ülkelere karşı savunma planlamasını, aynı anda iki ayrı cephede çatışmaya zorlanacağı varsayımı üzerine dayandırmalıdır."

Elekdağın bu yazısı gereken ilgiyi fazlasıyla görmüş, Türkiyenin ulusal güvenlik politikasına hâkim olan bir doktrin olarak, "milli askeri stratejik konsept" ve dolayısıyla da "savaş konsepti"ni şekillendirmişti.

Bu doktrin ile Türkiye aynı zamanda terör örgütlerinin bölgesel ve uluslararası alanda oynayabileceği kilit rolü de ifşa ediyor, PKK terör örgütünün bölgesel ve küresel arka planına, stratejik boyutuna dikkatleri çekerek, olayın aslında bir Kürt sorunu olmadığını ortaya koyuyordu.

***

Söz konusu doktrinle o tarihe kadar tehdit algısını sadece Yunanistan ve içeride "yarım savaş"ın bir aktörü olarak PKK ile "bir buçuk savaş konsepti" ile sınırlı tutan Türkiye, buna Suriyeyi de dahil etmek suretiyle aynı anda bu iki devlet ve onların destek verdiği terör örgütüyle mücadeleyi de esas alan "iki buçuk savaş konsepti"ne göre kendisini hazırlamaya başlamıştı.

İki buçuk savaş durumu fazla uzun sürmedi.  Önce Suriye ile 1998de imzalanan Adana Mutabakatı akabinde ise PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın 1999da yakalanması ile yerini tekrar bir buçuk savaş konseptine bıraktı. Hatta terör örgütünün Kandile çekilmesi ile birlikte bir süre o "buçuk" bile ortadan kayboldu.

Böylece Türkiye tarihinin en güvenli sayılabilecek dönemlerinden birine girdi ve "Sıfır Sorunlu Komşuluk Politikası" ile bu durum pekiştirilmek istenildi. Hedef, öncelikle Türk yakın çevresinde işbirliğine dayalı bir bölgesel nüfuz alanı oluşturmak, sonrasında ise uluslararası politikada etkin bir aktöre dönüşmekti. Fakat bu durum fazla uzun sürmedi.

***

Buradaki önemli kırılma noktası hiç kuşkusuz 11 Eylül ve bunun Türkiye açısından kısa-orta vadede yol açacağı iki önemli kırılma noktasıdır. Birincisi, Irakın işgali ve burada Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan iki önemli bunalımdır. Tarihe "1 Mart Tezkere Krizi" ve "Çuval Hadisesi" olarak geçecek bu iki gerginlik, Türkiyeyi ABD ile Kasım 2007ye kadar sürecek üstü örtülü bir mücadelenin içine itecektir.

İkinci önemli kırılma noktası ise, Türkiyenin yerel, bölgesel ve uluslararası terör ile karşı karşıya kalması şeklinde gösterecektir. 2003te uluslararası terör örgütü El Kaidenin gerçekleştirdiği İstanbul saldırıları, DHKP-C ve PKK terör örgütlerinin dönüşü 1 Martın Türkiyeye yönelik bir faturası olarak değerlendirilecektir. Bu bağlamda 2003-2007 dönemindeki kriz, Türkiyeden ABDye yönelik "inceldiği yerden kopar, maliyetlerini arttırırız, ABD ha bire ayaklarına sıkıyor" sözleriyle zirve noktaya çıkar. İki ülke artık bir karar aşamasındadır. Ya kopacaktır ya da devam edecektir.

Ve "devam" kararı alınır. Bu bağlamda Türk-Amerikan ilişkilerinde Kasım 2007-Haziran 2012 bir ara işbirliği dönemi olarak da adlandırılabilir. Bu işbirliğinden PKK terör örgütü de nasibini alır. Öyle ki, Mart 2008’de Pentagon’da yapılan bir basın toplantısında Korgeneral Odierno PKKnın Türkiye ile görüşmelere ikna olması için ara sıra burnunun sürtünmesi gerektiğinden bile bahseder. Fakat bu durum da fazla uzun sürmez.

***

2007ye kadarki sürecin görünen nedeni Iraktır. 2012nin ise Arap Baharı ve Suriye krizleridir. Türk-Amerikan ilişkilerindeki balayı ABDnin Suriye krizinde strateji değişikliğine gitmesi ile darbe alır. 2012 yılında ABD Türkiyeyi Afganistan, Suriye ve PKK terör örgütü bağlamında bir tercihe zorlar.

Sonrası malum. Suriye’nin 22 Haziran 2012de Türk RF-4 uçağını düşürmesi, Türkiyeye düşen "kazara" bombalar, sınırda ve hatta ülke içerisinde gerçekleştirilen bombalı eylemler Türkiyeyi tekrar yeni bir tehdit değerlendirmesine ve stratejik konsept değişikliğine iter. TSK’nin Suriye sınırına yaptığı yığınak ve Türkiye’ye yönelik her ateşe "misliyle" karşılığı esas alan yeni milli askeri stratejik konsept uygulamaya konulur. Böylece, bir kez daha iki buçuk savaş konseptine geçilir.

***

Ve sene 2015... Mayıs 2013 sonrası Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan kriz Türkiyeyi "tehlikeli yalnızlık" içerisine itmiş olup, bir kez daha yedi düvel ile savaş durumu söz konusu. Eğer kriz doğru yönetilemez ise, Türkiye kendisini ABD-Rusya-İran-Suriye-Irak ile doğrudan bir savaşın içinde bulabilir ve bir cephe ülkesine dönüştürülebilir.

Bu savaşın "buçukları"na gelince, ilk akla gelenler IŞİD, PKK ve Hizbullah. Bu örgütlerin türevlerini de listeye ekleyebilirsiniz, örneğin PYD gibi...

Geldiğimiz nokta işte bu: 1.5, 2.5 derken, 7 ve buçuklar...

Allah yar ve yardımcımız olsun!