Gündem bayram, seyran, ferman ve tatil dinlemiyor. Bildiğini okumaya, okutmaya ve haliyle yazdırmaya devam ediyor. Tarihe bir şekilde not düşmek ve bir takım uyarılarımıza devam etmek mecburiyeti bunu gerektiriyor. Aksi takdirde sürprizlerle karşı karşıya kalmak kaçınılmaz. O yüzden, sizleri fazla sıkmadan, “bayrama özel” bir kaç tespitimi derinlemesine girmeden, mümkün mertebe yüzeysel kalarak kısaca arz etmeye çalışacağım.
Öncelikle, İslam dünyasının hali ortada iken biz neyin bayramını kutluyoruz? Bir tarafta kan, gözyaşı, cehalet ve sefalet; diğer tarafta, vurdumduymazlık, debdebe, israf, ihanet ve toplamda ise ortada tek kelimeyle koskoca bir felaket var iken biz neyi kutluyoruz? Bu büyük tezattan nasıl huzur, barış, adalet ve refah ortaya çıkar?
Şekilci ve gösterişe dayalı bir toplum anlayışı nasıl o büyük misyona talip olabilir? Amuda kalkmış, kaldırılmış bir İslami anlayış ile güçlü bir İstanbul ve İslam dünyası nasıl inşa edilebilir?
Bir tarafta son model arabalar, diğer tarafta ise onlara inat, iki ayaklılar tarafından koşuşturulan iki tekerlek üzeri çuval arabaları yollarda boy gösterir ve birileri yeşilleri har vurup harman savurur, diğerleri de bunların çöplüğünü üç kuruşa geri dönüşüme kazandırma peşinde koşar iken bu toplum nasıl iflah olur?
Birileri 15 Temmuz’da, dakikasında, ortalık toz duman iken alana iner, tankın önüne yatar, ya ruhunu teslim eder ya da uzuvlarından birer parçayı orada bırakır ve gözyaşlarını içine akıtırken; ortalık süt liman olduğunda saklandığı kovuktan çıkanı, cakasını atanı, reklamını yapan “Çakma Milli İradeciler”e ne demeli?
Açıkçası neyin bayramını yaptığımız belli değil. “O ruhu ve şuuru” kaybettiğimizden dolayı içinde bulunduğumuz durumun bile farkında değiliz. Bunları hiç düşündünüz mü?
Temel sorun da zaten burada. Sorun düşünmemekten, düşünememekten kaynaklanıyor. Düşünmeyi, tefekkürü unuttuğumuz, unutturulduğumuz için sağlıklı çözüm yolları da geliştiremez, üretemez hale geldik. Taşıma sularla, ecnebilerin yöntemiyle bu işi halletmeye çalıştık; fakat, sonuçta suyumuzu da bozduk!
Şimdilerde bu sularla beslenen ve genetik-zihin kodları bozulan yerli hainlerle mücadele etmek zorundayız. 15 Temmuz’da bunun ne tür sonuçlara yol açtığını iliklerimize kadar hissettik. Devşiren bir devlet iken, nasıl devşirilen bir ülke haline dönüştürüldüğümüzü işte o gece daha net gördük. Ne kadar acı verici bir durum, değil mi? Nerden nereye… Bunun üzerinde da fazlasıyla düşünmek lazım!
Düşündüğünüzde şunu göreceksiniz: Bu ülke ve toplum fabrika ayarlarına dönmek mecburiyetindedir. Kendi kavramlarını, silahlarını, düşünce sistematiğini geliştirmek, bunları kullanmak ve hedeflerini, icraatlerini milli düşünen kadrolarla gerçekleştirmek zorundadır ve bunun için kaybedecek bir saniyesi bile yoktur!
Bu yüce millet ve devlet bunu 15 Temmuz’da görmüştür. 15 Temmuz’da bu ruh ortaya çıkmıştır. Esas olan bunu sulandırmadan, at izini it izine karıştırmadan, sapla samanı birbirinden ayırarak devam ettirebilmektir. Aksi takdirde bir yüz yıl daha coğrafyamızda, eksik Misak-ı Milli sınırlarımız içerisinde debelenmeye devam ederiz. Bu bağlamda Cerablusile başlatılan sınır ötesi operasyon 15 Temmuz ruhunun dışarıya taşınması ve onunla beslenmesi sürecinin başlangıcıdır.
İçeride ve dışarıda 15 Temmuz’a karşı duyulan rahatsızlığın ve bu süreci sulandırma, sabote etme girişimlerinin en büyük sebebi de budur. Süreç üzerinden alandaki hibrit savaş amuda kaldırılmış düşünceler ve kafa karmaşaları üzerinden Türkiye’ye pompalanmaya çalışılmaktadır. Böylece, 15 Temmuz’da büyük ölçüde darbe alan “iç savaş” projesinin kilometre taşları yeniden döşenmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda, özellikle medya üzerinden yürütülen kirli operasyona karşı fazlasıyla uyanık olmak gerekmektedir.
O yüzden çok boyutlu ve eş zamanlı bir şekilde ortaya konulan bu “yeniden diriliş” projesini sulandırılmasına müsaade etmeden, kararlılıkla, nihai sonuç alınana kadar devam ettirmek gerekmektedir. Ülkemiz üzerinde oynanan oyunu bozmanın yolu buradan geçmektedir.
Ankara içte ve dışta eş zamanlı olarak alan hakimiyeti sağlamadan, inisiyatif alamayacağının farkındadır! Aksi takdirde rahmetli Menderes ve Özal’ın akibetleri bir kez daha tekerrür edebilir, bayram seyran demezler, o çuvalları başımıza örmeye ve hatta geçirmeye devam ederler.
Bizden söylemesi…
Bu vesileyle tüm okurlarımın ve Milli Gazete camiasının mübarek Kurban Bayramlarını can-ı gönülden kutluyor, saygı ve selamlarımı sunuyorum.