Bazı insanlar vardır yaşadığı sürece kıymeti tam olarak idrak edilemez. Öldükten sonra hayatı, felsefesi, mücadelesi, fikirleri, eserleri daha bir kıymetli olur. Hayat sürdüğü zamanlardan daha fazla anlaşılır olur.

İşte merhum Erbakan da böyle bir siyaset/fikir adamıdır. Kırk yıl bu ülke için mücadele etmiş, son nefesine kadar savunduğu davayı insanlara anlatmış bir insandır. Ülkesinin geri kalmışlığını, müstemlekeci ruhu içine sindiremediğinden mücadeleye başlamış ve ta akademisyenlik dönemlerinden bu yana ülkenin kalkınması ve en ileri seviyeye ulaşması için mücadele vermiştir.

Ülkemizin ne kadar önemli bir konumda olduğunun farkına varmış ve boyunduruktan kurtulması için gerekli olan adımların atılmasına gayret etmiştir. Tam bağımsız bir Türkiye’nin özellikle İslam dünyası için ne anlama geldiğini sanırım bir tek o hakkıyla idrak etmiştir. Bu uğurda kendisine sunulan dünyevi pek çok fırsatı elinin tersiyle iterek mihnete, zorluğa göğüs germiştir. Zor olacağının o da farkındaydı elbette! Zira zafere giden yollar her zaman engellerle, irili ufaklı taşlarla doluydu. Üstelik bu yolları haramiler de tutmuşlar ve engellere takılıp düşmelerine rağmen aldığı yaralara, acılara aldırmadan yoluna devam edenleri bekliyorlardı.

Bütün bunların bilincinde olarak yola koyuldu merhum Erbakan. Ömrü inandığı fikirleri ve kurtuluş çarelerini halka anlatmakla geçti. Ancak Hans anladı söylenmek isteneni ama Hasan bir türlü anlayamadı. Hariçtekiler maksadı iyi bildiklerinden sürekli inançları gereği mücadele ettiler onunla. Dâhildekiler ise bilmeden sadece iş birliği yaptıkları insanlar istedi diye engel çıkardılar kendisine. Partilerini kapattılar, haksızlık yaptılar. Sürekli uğraştılar kendisiyle. Yeri geldi en yakınındakiler sırt çevirdi, yeri geldi güvenilir zannedilen insanlar çekip gittiler olmadık laflar ederek. Kimi zaman yapayalnız kaldı. Kimi zaman da kalabalıklar içerisinde bir yalnız adamdı. Başka biri olsa “Ne haliniz varsa görün!” diyerek köşesine çekilir, kendi işine bakardı belki ama Erbakan bunu yapmadı! “Bana ne” dediği yer ise hâlâ kulaklarımızda çınlamaktadır. “Bana ne Amerika’dan. Bana ne Amerika’dan”

Ona göre; “İman varsa imkân da vardı” ve Milli Görüşlü asla vazgeçemezdi. Bu yüzden hiç vazgeçmedi Milli Görüşü anlatmaktan. Son zamanlarında hasta yatağında bile kendisini muayene eden doktora, hemşireye Milli Görüş’ü anlatışı bundandı. Biliyordu ki “Fırtınalara yön veren kelebeklerin kanat çırpışıydı”. Bu yüzdendi “Bize düşen gayret etmektir. Onlar nasıl ki iki bin yıldan beri bâtıl davaları için inançla ve gayretle çalıştılarsa, biz de onlardan daha büyük bir gayretle, cihat şuuruyla, bütün insanlığın saadeti için canla başla çalışmak zorundayız” demesi. Bir kiremidi vardı son nefesine kadar yanında duran, abdest alamayınca, zaruretten onunla teyemmüm ettiği. Rahatsızlık bahanesine sığınmayıp Allah’a kul olmaya çabalıyordu. Çünkü biliyordu ki ‘Allah’ına kul olmayan davasına er olamaz’dı.

İşte yaşadığıyla hemhal olmak böyle bir şeydi. İnsan bir kutlu davaya gönül vermişse eğer o davanın müşahhas numunesi olmalıdır. Ölümünden sonra bile davası ve mücadelesi ile anılıyorsa bir insan o maksadına ulaşmış demektir.

Şimdilerde herkesin dilinde “Erbakan haklıydı” cümlesi var artık. Geçmişte yaptığı uyarıları zamanında kaale almayanlar şimdilerde merhumun uyarılarında ne kadar da haklı olduğunun farkına varıyorlar. Milli Görüş’ün ne olduğunu hâlâ anlamadılar ama hakkı da teslim etmek zorunda kalıyorlar.

Eğer anlamış olsaydılar geçmişte “Parti içi demokrasi” isteyen niceleri şimdi demokrasinin canını çıkarıyor olmazlardı.

Eğer anlamış olsalardı sağlığında ölümünü dört gözle bekleyenler izzet ikbal görüp el üstünde tutulmazlardı.

Eğer anlamış olsalardı dizinin dibinden ayrılmayanlar şimdi Milli Görüşlülere çirkef atmaya çalışmazlardı.

Eğer anlamış olsalardı ölene değin defalarca dikkat çektiği “Dünya gerçekleri ve Siyonizm” uğruna “Reel politik” davranışlar sergilemezlerdi.

Eğer anlamış olsalardı İslam coğrafyasının haline rağmen stratejik ortaklıklar yapmazlardı.

Eğer anlamış olsalardı D-8 gibi bir oluşumunu bırakıp AB’ye gireceğiz diye maddi-manevi tüm değerlerimizi tarumar ettirmezlerdi.

Eğer anlamış olsalardı “Yolun yolumuzdur” diyenleri dışlayıp Siyonizm’le kucaklaşmazlardı.

Eğer anlamış olsalardı ülkenin kalkınması için kurulan pek çok sanayi tesisini satmak bir yana yanına yenilerini katarlardı.

Eğer anlamış olsalardı “Haksız bir davada zirve olmaktansa, hak davada zerre olmayı” tercih ederlerdi.

Erbakan hocamızın şu sözünü asla unutmayalım:  “Hakk’ın tesisi için çalışmamakla batılın hâkimiyeti için çalışmak arasında fark yoktur.”

Bu vesile ile merhum Erbakan başta olmak üzere tüm ahirete irtihal eden bu davaya gönül vermişlere Rabbimden rahmet diliyorum. Mekânın Cennet olsun haklılığı defaten ispatlanmış büyük adam!

Minik bir tebessüm

Generallere konferans

“Gümüş Motor’u ziyarete geldiklerinde Millî Birlik Komitesi üyelerinden sadece konferans talep ettik. Bu sayede bu konferansı yaptık. Yaklaşık 200 tane general geldi, Millî Savunma Bakanlığı’nın altındaki salonda toplandı. Önce Gümüş Motor Fabrikası’nı tanıtan bir film gösterdik. Sonra

Türkiye’de neler yapılabilir sinevizyon eşliğinde tam iki saat boyunca anlattık. Bilirsiniz film ya da sinevizyon gösterilirken, ekran daha iyi görünsün diye salondaki elektrikler söndürülür. Biz de konferansın yapıldığı salonda ışıkları kapatmıştık. Konferans bitip elektrikler açıldığında bir de baktım ki generallerin hepsi ağlıyor. Gözleri yaşlı... Biz ordunun özünde böylesine yüksek millî hissiyata sahip insanlar olduğunu orada gözümüzle gördük...

Konferanstan sonra talep üzerine Millî Birlik Komitesinin Bakanlar Kuruluna girdik. Millî sanayi konusundaki düşüncelerimizi Bakanlar Kurulunda anlattık. Bülten metodu diye bir metot önerdim orada. Özü şu; herhangi bir sanayi ürünü dışarıdan ithal edilmek yerine, bunu üretecek yerli bir sanayi kuruluşu varsa ona ürettirilecek. Böylece yerli sanayi korunacak ve daha fazla kazandığı için daha hızlı kalkınacak.

Bakanlar Kuruluna bülten metodunu anlattık, aksi takdirde Türkiye gelişemez dedik.

Bakanlar Kurulunda hemen itirazlar gelmeye başladı. Ne kadar gariptir ki ilk itiraz da Sanayi Bakanı’ndan geldi.” (Erbakan, Necmettin, Davam s: 12-13)

İlgilisine notlar:

“Gelin vatanımıza, milletimize en büyük iyiliği yapalım, çocuklarımıza yalnız akılı, zekâyı değil, rahmet nedir, şefkat nedir, iffet nedir, merhamet nedir? Bu milletin çocuklarına bunu öğretmeye ağırlık verelim. Kurtuluş buradadır, haberiniz olsun.” Necmettin Erbakan