Felsefe, bu topraklarda uzun zamandır ürkülen kullanılması dahi pek hoş karşılanmayan bir kavramdır. Halkaların felsefe yapması elbette beklenemez ancak başlangıç seviyesinde olsa dahi mürekkep yalamış insanların felsefe karşıtlığı neredeyse dini bir müdafaaya dönüşmüş görünüyor. İmam Gazzali’den beridir geldiği rivayet edilen bu karşıtlığa son dönemlerde kürsüleri işgal eden “taşra vaizleri” yeni bir ivme kazandırdı. Aklınıza kim geliyor ise “taşra vaizi” olarak, hemen hemen hepsi İbn Sina’nın nasıl kâfir olduğunu, Farabi’nin nasıl İbn Sina’dan da büyük kâfir olduğunu ballandıra ballandıra anlatmakta birbiri ile yarışıyorlar. Bu taşra vaizlerinin ortak özelliği ise hemen hemen hepsi metine ya da aldığı notlara bakmadan konuşamıyor. Yani sinevizyon aleti bozulunca konferans veremeyen sosyal bilim profesörlerinin bildiği kadar biliyorlar meseleleri arkadaşlar.
Ne yazık ki genç dimağlar körpe beyinler okunan Arapça ifadelerin cazibesine kapılıp bu taşra vaizlerinin peşine takılıyor. Hikmete ve Hakikate hem gönüllerini hem de kalplerini kapatıyor. Âlim say denildiğinde bu kişilerin isimlerini saymakla kendilerinin de âlim olduklarını zannediyorlar.
Neymiş efendim İmam Gazzali üç meselede felsefecilere kâfir demiş. Meseleleri burada tartışmak mümkün değil. Ancak şunu ifade edebiliriz ki: Kıdem-i Âlem meselesinde Fahreddin Razi küfür ithamının yersiz olduğunu ifade etmiştir. Cisman-i Haşır meselesinde ise İmam Gazzali, İbn Sina’nın fikrine geldi. Cüzilerin bilinmesi meselesinde ise İbn Sina kendisi bu konuyu Nebevi bilgiye havale etmişti. Gazzali’nin projesinin aksine felsefe kendisinden sonra bitmesi bir yana dini ilimlerin içerisine girebildiğince girdi. İmam Razi ile artık herkes felsefe bilmek yahut felsefenin meselelerini bilmek zorunda kaldı. Çünkü ana tartışma konuları İbn Sina’nın İşarat kitabı dikkate alınarak tartışıldı.
İslam düşüncesi dikkate alındığında üç saç ayağından bahsedebiliriz. Birincisi felsefe, ikincisi kelam, üçüncüsü tasavvuf... Felsefe denilince otoriteler: Farabi, İbn Sina, İbn Rüşt’tür. Kelam söz konusu olduğunda: Cüveyni, İmam Razi, Seyyid Şerif Cürcani’dir. Tasavvuf denilince otoriteler: Beyazıt Bistami, İbn Arabi, Konevi’dir.
Bu sayılan isimler kişilere göre değişe bilir. Ancak İbn Sina’nın İmam Razi’nin ve İbn Arabi’nin konumu tartışılamaz. Bu düşünürler bilgi felsefesinde, varlık felsefesinde ve ilahiyatta alanında yani Metafizik’te en önemli metinlerin sahipleri ve en derin tartışmaların taraflarıdır.
Bugün Ehl-i Sünnet denilen ana eksen dini akımın ki -bu büyük rahmettir- tabiat görüşü atomcudur. Atomculuk ise ateist kabul edilen Yunan filozofu Leukippos ve Demokritos’a dayanır. Ayrıca atomculuğu İslam dünyasında kelam ilmi bağlamında ilk defa dile getiren mutezile imamı Ebu’l Huzeyl el-Allaf’tır.
Felsefe karşıtı olmak cehalettir. Bu tür yaklaşımlar taşra vaizlerinin bilgi satmak için kullandıkları hatabi kavrayışı temsil edebilir. Ancak hakikat asla değillerdir. Vaazla ilmi ayırmamız gerekiyor. Ancak ilimle bilimi asla farklı şeyler olarak düşünmememiz gerekir. Klasik dünyada bulunan mezkûr filozoflar dönemlerinin bilim adamlarıdır. Ve dönemim zihin ufkunu temsil etmektedir.
Felsefeye karşı olunmaz. Filozofların birinin ya da bir kısmının varlık, bilgi ve diğer konular hakkındaki görüşlerine karşı olunabilir. Varlık be bilgi hakkındaki görüşler Fıkhın değil Kelamın meseleleridir. Hiç olmazsa Kelam âlimlerinin meseleyi tekfir açısından değil hakikat araştırması açısından ele alması bize örnek olması gerekir.
Yazıyı bitirmeden şunu ifade edeyim istedim. Geçenlerde bir videoya daha rastladım vahdet-i vücut hakkında batıdan gelen zehir diyor vaiz efendi. Yazıklar olun. Ve dinleyenlere itibar edenlere de yazık oluyor. Hayır söylediği bilgiye dayansa kalkıp itiraz edersin ancak söylediği cehalete dayanıyor.
Vaiz efendi farkında değil, İbn Arabi, Konevi, Kayseri, Kaşani, Tilimsani, Molla Cami ve nicelerine virüs ya da virüs taşıyıcısı diyor. Cehalet dört bir yanımızı sarıyor. Cahiller alim deyu konuşup duruyor. Buna bir aklın dur demesi lazım. Aksi halde önlenemez bir seviyesizlikle karşı karşıya kalacağız.
İşimiz zor ve yolumuz uzun. Cahillerin elinde kaybolan genç nesilleri kurtarmanın derdinde olmamız lazım. Hakikatten korkmayacağız herhangi bir meselede gerçek ne ise amenna deyip boyun eğeceğiz. Aksi durumda herkesin bir medresesi olur ama milletin bir tane gerçek âlimi olmaz. Çünkü âlim, algı ile hayal ile vehim ile yetişmez. Akıl ile bilgi ile bilimsel bir zihin ile yetişir.