Birine çok fazla kızdığımızda, haklı bile olsak hemen o kızdığımız adama küfretmeye veya hakaret etme tarafına gitmemeli.
Yanlış görme, yanlış anlama, yanlış haber olduğu ihtimalini akıldan çıkarmamalı.
Yanlış yapanın yanlışını kendi kulağına söylemeli ve doğrusunu da hemen ardından teklif etmeli.
“Çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz” diyerek, her zengini harami gibi takdim ederek dürüst insanların teşebbüs azmini gemliyoruz.
Eğer bu hareketimiz, kendi başarısızlığımızı kapatmak veya kıskançlıktan kaynaklanıyorsa ikinci bir tehlike baş göstermiş demektir.
Haram yiyenle yalan söyleyeni kendi kulağına anlayacağı dille ve nazik bir şekilde söylemeli.
Türkiye’nin sorunları ile bütün dünya sorunlarını kavrayabilmiş, bu konuda fikir ve eylem ortaya koymuş çok değerli insanlara yönelik olarak birileri “provokatör, ajan...” gibi laflar söyleyerek, yazarak kendi pısırıklığını kapatıp onun da pasifleşmesini sağlamak istiyorsa kişi önce kendini tedavi etmelidir.
Pısırığın bu tür iftiralarına karşı aldırmadan yoluna devam etmeli ve eğer o pısırığın iyi niyetli olduğuna karar verirse kendini anlatacak bir yol aramalı ve o kardeşinin korkularını cesarete çevirmeli.
“Arkamda filanlar olsa ben de cesur olurdum” diyenlere cesaretin doğuştan olduğunu, eğitimle yönlendirildiğini anlatmak lazım.
Mafya babası bile mahallenin çatal yürekli çocuğunu seçiyor.
Karakolda onca dayak altında gıkı çıkmayanı seçiyor. Onlar da birer özelliktir.
İmtihan salonunun önünde “Alınacaklar belli imiş. Formalite icabı imtihan yapılıyormuş” dedikodusuyla başarısızlığını önceden kapatmaya çalışanlara, “Sen imtihana gir, yüz üzerinden yüzü al, gerisine karışma” diye telkinde bulunmalı.
Yağ çekerek bir yerlere gelenleri de hafife almayın. Yağ çekmek öyle kolay işlerden değildir.
Adamına göre yağın ayarını yapacaksın. Tereyağından kıl çeker gibi yağ vereceksin.
Yağcılar, en zor işi başaranlardırlar.
Bu yağcılara “müdara” ile yağcılığın farkını anlatmalı ve o yağcılık özelliğini faydalı hale getirmeli.
“Müdara”, malına, makamına, şerefine, şanına zarar gelmesinden korkmadan yalnız dinine zarar gelmesin diye birilerinin yüzüne sırıtmanın adıdır.
Mesela; haylaz, yaramaz, sınıfa girmez bir haşarı adamın eğitilmesi için ona yumuşak davranmak ve yüzüne gülerek iyilikle yaklaşmaktır.
Veya dine, imana, millete, vatana, topluma zarar veren kişiye karşı engelleme gücünün de olmadığı yerde, sel suyunun zarar vereceği yerlere değil de zarar veremeyeceği yerlere gitmesi için önünü sahraya açıvermek gibi zararsız hale getirmek için yapılan işlemdir.
Sevgili Peygamberimiz, müdaranın caiz olduğunu fiili olarak göstermiş. Bak Buhari, Sahih, K. Edep, babül müdarat.
Müdahene/yağcılık ise dinini verip dünyasını almak için yapılan aşağılık harekettir.
Tetikçiliğe kendisi seçilmediği için “patronun tetikçisi” diye sataşarak aşağılamaya çalıştığı kişi de öyle sıradan biri değildir.
Sözsüz ve işaretsiz konuşulan dili çok iyi bileceksin.
Vurulacak yeri havadan anlayacaksın.
Kaleme bastığın anda on ikiden vuracaksın.
Bu tür adamlar da hafife alınmamalı.
Bu tür kabiliyetli insanları da “sayyad-ı bî insaf” yani insafsız avcının tazısı olma çukurundan çıkarıp, Hakk’ın ve hakikatin savunucusu haline gelmesi için müdara yapılmalı.
Günlük yapılan işlerin iyi veya kötülüğünü kendi kanaatlerimize göre belirlersek benliğimiz ortaya çıkar.
Dünyada sekiz milyar ben olduğuna göre, sekiz milyar doğru veya eğri olur.
Onun için biz, benliğimizi, bizi yaratan Rabbimizin gösterdiği yolda eğitirsek, kendimizi gözümüzün önüne getirerek diğerlerini kendi gölgemizle karartmayız.
“Benden sonra tufan” diyen benciller, tufana davet çıkarırlar ve kendileri de boğulurlar.
“Beni sokmayan yılan bin yaşasın” diyenler, hep yılanlara yem olmuşlar.
Yukarılara yükselenlerin ayağından tutarak çekenler, kendi benliklerine bağlanıp kendi bataklıklarında yok olup gidenlerdirler.
Arapçasından Türkçeye de geçen “enaniyyet” kelimesinin aslı “enaiyyet”tir. Enaiyyet ile Enayi arasında da benzerlik vardır.
Bu enaniyyet/benlik hastalığına tutulan insanlar için Esad Muhlis Paşa, “Akıllı adam enaniyyet davasına kalkmaz. Çünkü akıllı adam bilir ki, herkesin altında da bin çeşit insan var, üstünde de bin çeşit insan var” anlamında şöyle diyor:
“Lâfı davayı enaniyyet ne layık akıla
Herkesin âlemde bin ma fevkı bin ma duni var”
İnsan, basiretini köreltmek için ipek böceğinin kendi hapishanesini yine kendisi ördüğü gibi benlik, servet, şöhret ve şehvet liflerinden gözlerine perde örermiş.
Nesimi, yâr yolunda ikiliğin perde olduğunu, benlik perdesini yırtmadan yâri göremeyeceğini ifade için şöyle der:
“Dilberin yolunda ey salik ikilik perdedir.
Menliği ref etmeyince aradan gitmez hicap”
Çalmak, çırpmak, her işten aslan payını almak, keseri kendine doğru yontmak, yanan yürekleri gördüğünde yüreği yanacağı yerde yürek yangınlarında sigarasını tutuşturmayı düşünmek “benlik” putuyla eşyayı kapatanların işidir.