Türkiye ekonomisinin güllük gülistanlık, harika bir tablo sergilediğiyle ilgili haberlere her zaman endişeyle ve ihtiyatla yaklaşmışımdır. Zira ekonominin temel direğini oluşturan dengeler noktasında yapısal sorunları bir türlü halledememiş, problemlerin nirengi noktaları hususunda dertleri çözümleyememiş iradenin birkaç makro göstergeyi allayıp pullayarak önümüze getirmesi, gerçek rakamları, sorunların arasında gizlenmiş canavarları ortaya koymaz.

Geçtiğimiz günlerde Fitchin Türkiyenin puanını "Yatırım Yapılabilir Ülke" seviyesine çıkarması gündemdeydi. Ekonominin iyimser yönünü yansıtmak isteyen yandaş gazetelerde, müthiş bir cilalama operasyonu gündemdeydi. Oysa Ekonomist-Gazeteci-Yazar Süleyman Yaşar bile, "Not artırımı olduktan sonra anında para gelecek diye sevinmeyelim. Zira Türk parasının değerlenme riski de söz konusu" diyordu. Türk parasının değerlenme riski, sürekli cilalanan ihracat rakamlarının bir anda tepetaklak olması anlamına da geliyor.

ASKONun ekonomi panelinde konuşan Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu, Türkiye ekonomisinin krizlerle tanıştığı her yılın arkasında cari açık tehlikesinin bulunduğunu belirterek, "Cari açık meselesini halletmeden hızlanmak büyük risk" tespitinde bulunuyordu.

Öncelikle şu meselenin altını çizelim. Ekonomi bir algılayış sorunudur. Ekonomi bir beklenti meselesidir. Ekonomi bugünle, yarınla, yarından sonrasıyla ilgili hesap kitap meselesidir. Rakamların cilalanarak önümüze konulması, Fitchin not artırımı, Merkez Bankasının faizlerle oynaması, altının inip çıkması, borsanın oynaklığı halkın umurunda bile değildir.

Halkın umurunda olan şey, parasının bugün "evine ekmek götürebilmesi", yarın için endişe duymaması, satın alma gücünün azalmaması, parasının her an değerli olabilmesi meselesidir.

Ecevit döneminde yaşanan krizde, koskoca bir ekonomik balonu patlatan şey, "Başbakanın önüne atılan yazar kasaydı..." Esnaf, artık işlerinin sona erdiğini, hiçbir müşterisinin gelmediğini, kepenk kapatmak zorunda kaldıklarını anlatmak için yazar kasayı Ecevitin ayaklarının önüne atmış, ekonomik balon bir domino etkisiyle tüm Türkiyeyi sarıp sarmalamış, bir iktidarın ömrü bir hareketle sona ermişti.

Bugün kamu maliyesinin disipline edilmesi adına, hemen her gün bir zamla uyanıyoruz. Akaryakıta zam, doğalgaza zam, elektriğe zam, vergilere zam...

Ekonomik verileri çok iyi olduğu iddia edilen bir ülkede, vatandaşın sırtına kambur olacak biçimde böylesine zamlar konulması, aslında bazı şeylerin iyi gitmediğinin açık bir göstergesidir.

Hükümet yeni kaynaklar üretemiyorsa, bütçeyi çekip çeviremiyorsa, sürekli halkın sırtına binecek tedbirler alıyorsa, Türkiyenin geleceği adına boş hevesle sevinmek yersizdir.

Avrupanın krizi ve resesyonu derinleşiyor... Amerikanın krizi ve resesyonu derinleşiyor. Biz tüm dünyadan bağımsız değiliz. Elbette kamuoyunu doğru bilgilendirmek zorundayız.

Eninde sonunda yaşayan ekonomi, bu halkın dertlerini çözecek, "evine bir ekmek götürmek" zorunda olan insanların problemlerini halledecek.

Ecevit döneminde yaşanan kriz eşiği gibi bir eşik olur mu, olmaz mı

Türkiyenin gerçeklerini altüst etmeyelim. Konulan her zammı da sineye çekmeyelim. Mutat aralıklarla zam üzerine zam bindirilecek olduktan sonra böyle ekonomi yönetimini rahmetli dedem de yapar