Hep bir milat, hep bir başlangıç olan Ekim, Milli Görüş hareketinin ilk tohumlarının düştüğü, ilk çiçeklerinin açtığı, ilk filizlerinin yeşerdiği aydır. İlk bağımsızlar hareketi 14 Ekim 1969’da da başlamış, Milli Selamet Partisi 11 Ekim 1972 tarihinde kurulmuş ve 14 Ekim 1973’de yapılan seçimlerin ardından 48 milletvekiliyle parlamentoya girmişti. İşte şimdi, 46 yıl önce yaptığımız gibi, yine bir Ekim ayında besmelemizi çektik, kollarımızı sıvadık ve işe koyulduk.

1969 yılı seçimlerinin tekrarını yaşayacağız 1 Kasım’da. İlk bağımsızlar hareketini başlatmadan önce Adalet Partisi’ne yapılan “üyelik” başvurusu kabul edilmediği gibi, “ittifak” yapılmamış olması da tevafuktur. Her iki duruma da “Milli Görüş potasında erime”nin sebep gösterilmesi manidardır. Saadet Partisi adayının, seçim bölgesinde milletvekili seçilecek kadar oy topladığı takdirde parti barajı aşamazsa dahi meclise girecek olması da sonuçları açısından ikinci kırk yılın habercisidir. Birinci kırk yılda kişiyle başlayan ve kurumsallaşan bu hareket, ikinci kırk yılında kurumsal başlangıçla yeniden “Türkiye’nin Teminatı” olacaktır. 

Hiçbir oy boşa gidecek değildir, hiçbir oy heba olacak değildir. 12 Eylül ürünü % 10’luk seçim barajı yüzünden TBMM’ye yansımayan milli irade Anayasanın 148. maddesinin 3. Fıkrasına göre AYM’ye bireysel başvuru hakkı kullanılarak taşınacaktır. Bu noktada 7 Haziran’da bize oy verenlere, üyelerimize, taraftarlarımıza yeniden seslenmenin vaktidir: "Siz ilinizde, bölgenizde Saadet Partili adaylara seçilecek kadar oy verin, Allahın izniyle seçim barajını bize bırakın. Bakın, o barajlar nasıl yıkılıyor"! Çünkü 1 Kasım seçimlerinde iktidarı seçimde kullanılan oyların dağılımı değil, milletvekillerinin partiler arasındaki dağılımı belirleyecektir.

7 Haziran seçimlerine göre 1 Kasım’da yeni bir seçim yapmak için yepyeni sebeplerimiz vardır. Ülkemizin hangi ferdi, hangi yöneticisi, hangi yatırımcısı önceki yıllara göre huzurlu, önünü gören bir algıya sahiptir! Aslında bir çiçekle baharı başlatmak için, "keşke” diyenlerin sayısı yeterlidir. Keşke, faize bulaşmasaydım, geleceğimi borçlandırmasaydım, aile mutluluğumu sarsacak adımlar atmasaydım! Keşke, hayatları Akdeniz’in sularında son bulan o bebekler ölmeseydi. Keşke Libya paramparça edilmeseydi. Keşke Suriye’de 300 bin insan ölmese, 3 milyon insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmasaydı. Keşke AB bakanlığına verilen değer kadar D-8’e değer verilseydi. Keşke, “Ergenekon”da, “Paralel”de, “Çözüm Süreci”nde  “reel-politik” düşünmenin bir fayda sağlamadığını önceden görülseydi.

Keşke diyenler, 1 Kasım’da "Yüreği’nin sesini dinleyecek, Saadeti bulacak"tır. Yeni bir tercihle yeni bir meclise kapı aralayacaktır. Çünkü, denenmiş, denenmez. Meclise bir aklı-selim lazımdır. Tertemiz geçmişi, tertemiz kadrosu ve kuşandığı sorumluluğu ile saadetin tek anahtarı olduğunu bir kez daha göstermenin vaktidir. Çünkü, ülkemizin geleceğine sahip çıkmak, yapacağımız tercihe bağlıdır. “Doğru”dan yana olanlar, saadetini “doğrudan meclise” taşımanın sorumluluğunu kuşandığında “keşke” diyen kalmayacaktır.