Bu memlekette laikçiler sürekli din eğitimine karşı

çıktılar. Daha doğrusu din, dince kutsal sayılan değerlere karşı mücadeleyi

laikliğin ilk şartı olarak topluma dayatanlar nedense bunu aynı zamanda düşünce

özgürlüğünün bir gereği gibi takdim ettiler. İnanan insanların inanç özgürlüğü

hiç akıllarına gelmedi. Böyle olunca da düşünce özgürlüğü inançsızların

inançsızlıklarını topluma dayatma özgürlüğüne dönüştürüldü. Bu bakımdan ülkenin

ana sorunlarının başında bu konunun anayasa ile teminat altına alınması

geliyor. İnanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğünü iki farklı kavrammış gibi

takdim edip, düşünceye özgürlük ama inançlara sınır getirme anlayışı çağdışı

olmanın ötesinde akıl ile bağdaşmaz. Düşünce ve inanç özgürlüğünü birbirinden

ayırmak mümkün değildir. Çünkü insan düşüncesinin oluşmasında birinci derece

etkili olan inançtır. Bu arada laikliği din karşıtlığı, inanca sınır olarak

görmek de doğru bir yaklaşım değildir. Eğer devlete inancı sınırlandırmak,

insanların neye nasıl inanacağını belirleme hakkı vermek söz konusu olursa

bilinmelidir ki bu bilerek ya da bilmeyerek laiklik adı altında inançsızlığın

topluma dayatılması anlamına gelir ki bu yaklaşım ve anlayışın dünyada olduğu

gibi ülkemizde de devrini tamamlaması gerekiyor. Eğer bu sorun çözülemezse

ülkede kalıcı barışın sağlanması, farklılıklara rağmen bir arada yaşamanın

mümkün olmayacağını birilerinin görmesi gerekiyor

Kendi inançsızlığını hak olarak görenlerin birilerinin de

inanma hakkı olduğunu kabul etmemeleri samimiyetsizliğin bir ifadesi olduğu

gibi sadece kendi anlayışlarına özgürlük istemek anlamına gelir ki bunun adı

özgürlük değil dayatmadır, zorbalıktır. Bu çağda hâlâ birileri bu anlayışı

savunabiliyor, bunu ilericilik olarak takdim edebiliyorsa öncelikli olarak ruh

sağlıklarını kontrolden geçirmeleri gerekir. Bu noktada bir hususu daha

görmenin zamanı gelmiştir. Bu memlekette inançlı insanlar hep itildi, toplum

yönetiminden dışlandı. Kısacası inanan insanlar sakıncalı olarak görüldü ve

takdim edildi. İslam dışında her türlü inanç ve düşünce ilericilik olarak

takdim edildi. İslam inancı birileri tarafından dışlanırken Hinduizm

alkışlandı. Kısacası bu ülkeyi her türlü inancın açık pazarı haline getirmek

ilericilik, ama İslam ın samimi mensupları sürekli itildi. İnanan insanlar

farklı inanç mensuplarının inanç özgürlüğüne karşı çıkmazken sanki İslam

karşıtı bir cephe oluşturuldu. Bu cephe toplumu mensubu olduğu inanç

değerlerinden uzaklaştırmanın çabasını sarf etti. Bunun sonucu olarak bu ülkede

gerek özel, gerek devletin din eğitimi vermesi laikliğe aykırı olarak takdim

edildi. Nedir bu laiklik dediğinizde inandırıcı bir tarif de yapılmadı. Bu da

bilerek yapılmadı. Eğer laikliğin tarifi yapılacak olursa bu kavramı

aktardıkları ülke ya da ülkelerin örnek alınması, tarifin buna göre yapılması

gerekiyordu. Hâlbuki laikliği aldıkları ülkelerde din eğitimi her eğitim

seviyesinde serbest. Bu eğitim kiliseler ve devlet eliyle birlikte veriliyor.

Kısacası, laiklik ülkemizde toplumu dinsizleştirme

operasyonunun bir aracı olarak kullanıldı. Ama artık bu anlayış iflas etmiş,

dayanağı kalmamıştır. Bu yolda direnen çevreler de giderek tabansız kalmanın

şaşkınlığı ve telaşı içindeler. Bir başka deyişle bastıkları dal kırılmaktadır.

Sözün özü din eğitiminin yasaklanması mümkün değildir. Bu

eğitim ya okullarda verilecek ya okul dışında devlet kontrolündeki okullarda ya

da toplum bu ihtiyacı kendi imkânları ile cemaat olarak karşılayacaktır. Bir

bakıma inançlı insanlar buna çözüm bulacaktır. Devletin din eğitimine karşı

çıkanlar din eğitimini cemaate bırakmaya razı olmak durumundadırlar. Hiçbirini

istemiyoruz demek inanç özgürlüğüne savaş açmak demektir. Buna da kimsenin

hakkı yoktur. Bugüne böyle gelindi, bundan sonra da böyle gidecek demek toplumu

sürekli çatışma halinde tutmak demektir. Bundan yarar ummak anlamına gelir.