Çarpıcı bir deprem öyküsünden söz etmek istiyoruz…

Kötülüğün ötesinde sapık bir zihniyet var! Gözümüz Gazze'de olmalı: O topraklar onlara ait değil!
Kötülüğün ötesinde sapık bir zihniyet var! Gözümüz Gazze'de olmalı: O topraklar onlara ait değil!
İçeriği Görüntüle

Yıllardan bu yana 'İstanbul Depremi' konuşuluyordu...

Ha yarın olacak, ha bugün olacak diye deprem uzmanları ekran ekran dolaşarak demeçler veriyor, değerlendirmelerde bulunuyordu.

Bu uyarılar elbette yapıcı uyarılardı ve gerek yerel yöneticileri (belediyeleri), gerekse merkezi yönetimi (iktidarı) bu konuda adım atmaya adım attırmaya matuftu.

İstanbul'da bir deprem bekleniyordu.

Ama  bu depremin yıkıcı olmaması için gerekli önlemlerin alınması konuşuldu, tartışıldı.

Ve sonunda İstanbul'da 6.2 şiddetinde bir deprem meydana geldi.

Allah (C.C.) korudu ve korkulan olmadı; bir can kaybı yaşanmadı, mala da fazla zarar gelmedi.

Yaralılara Allah'tan acil şifalar temenni ediyoruz.

Elbette son İstanbul depremine ilişkin şu ana kadar kamuoyuna yansımayan nice şöyle ya da böyle gerçek hayat öyküleri olmuştur.

Ama bugün sizlere Türkiye'nin ve hatta dünyanın en büyük depremlerinden biri olan 1939 Büyük Erzincan Depreminden bir gerçek hayat hikayesini anlatmak istiyoruz...

Erzincan, bugüne kadar çok sayıda deprem gördü. 1939 Büyük Erzincan Depremi’nde şehir yerle bir oldu. Binlerce kişi öldü.

Tarih; 27 Aralık 1939...

Erzincan 7,2 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Depremde 30 binden fazla insan hayatını kaybetti. 100 binden fazla insan yaralandı. Şehir neredeyse tamamen yıkıldı.

Dünya tarihinin en büyük depremlerinden biri olarak kayıtlara geçti.

Deprem, soğuk bir kış günü (Aralık ayında) meydana geldi. Isınmak için kullanılan sobaların ve mangalların devrilmesi sebebiyle yangınlar çıktı.

100 binden fazla ev yıkıldı.

Dış dünyayla bağlantısı kesilen Erzincan'da adeta can pazarı yaşandı.

O dönem iletişim bugünkü kadar ileri olmadığı için de bölgeye yardımlar gerektiği gibi vaktinde gönderilemedi.

***

Bu arada… Önemli bir fotoğraf daha yansıdı Erzincan’dan tüm dünyaya;

1939 Depremi’nde Erzincan cezaevi binası da ağır hasar gördü.

Sabıkasında adam öldürme, gasp, hırsızlık, kaçakçılık gibi suçlar olan mahkûmlar açıkta kaldı.…

İşte buraya dikkat; dönemin Erzincan Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal, böyle bir ortamda mahkûmları topladı ve onlara şu tarihi cümleleri söyledi:

- “Sizi şimdi kurtarma çalışmalarında görev almak üzere serbest bırakacağım. Aranızda civar köylerden olanlar varsa iki günlüğüne köylerine gidip ailelerini görebilirler. Ancak bir şartım  var; hiçbiriniz kaçmayacaksınız. Canla başla çalışacaksınız. İşiniz bitince cezaevine döneceksiniz.”

Ne oldu, biliyor musunuz; Erzincan Cezaevi’ndeki mahkûmlar, her sabah depremin yaralarını sarmak için dışarı çıktı ve akşam da yeniden cezaevine döndü.

Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal tarafından her akşam cezaevinde sayım yapıldı.

Dördüncü Umumi Müfettişlik çektiği telgrafta, mahkûmların Erzincan Depremi'nde bin kişiyi kurtardığını yazdı.

***

Peki, sonrasında neler yaşandı?

Mahkûmların bu iyi niyeti ve fedakârlığı dolayısıyla TBMM'ye bir kanun teklifi verildi. Bu, özel bir af kanununu içeriyordu.

Görüşmeler sırasında Erzincan Milletvekili Abdülhak Fırat’ın şu cümlelerine dikkatinizi çekmek istiyorum;

- “Biliyorsunuz ki, bu insanlar hakikaten hayatlarında bazı günahlar işlemiş, hatta can acıtmışlardır, fakat buna mukabil yüzlerce can kurtarmak suretiyle yararlıklar ve fedakârlıklar, ahlâkî birçok vasıflar da göstermişlerdir.”

26 Nisan 1940'ta Özel Af Kanunu Resmî Gazete'de yayımlandı ve yürürlüğe girdi.

Af kanununa göre aralarında adam öldürme, hırsızlık, gasp, kız kaçırmaya teşebbüs, tütün kaçakçılığı gibi suçları bulunan 241 mahkûmun, mahkûmiyet sürelerinin beşte dördü affedildi.

***

Sizce de oldukça dokunaklı bir gerçek yaşam öyküsü değil mi?

---

Muhabir: Haber Merkezi