Her başlayan bitiyor. Sabah sala sesi ile uyanıyorsun. Uyandığına göre bu senin için değil. Güne başlıyorsun. Ne de olsa senin için bir şey değişmedi. Kendini bu karamsar ruh halinden uzaklaştırmak için “Daha vakit var yaşamana bak!” diyorsun. Yaşamaya devam ediyorsun. Bir sonraki ışığa kadar durmadan aksın istiyorsun hayat. Uzunca bir süre de öyle bir ışığa denk gelmeden gaz kesmeden, frene dokunmadan akıp gidiyor hayat. Her şeyin yolunda olduğu duygusu gelip tam da zihninin başköşesine kurulmuşken uyanıyorsun, her şeyin geçici olduğunu fark ediyorsun ama bu durakta çok takılıp kalmak da istemiyorsun. Hızla aksın zaman ama hiç geçmesin istiyorsun. Oturduğun mahallede salasına uyandığın bir kişi azcık canını sıksa da üzerini hemen örtüyorsun. Her gün yüzlerce insan, yanı başımızda öldürülürken, küresel dengelerden bahsedip, geleceğe dair fallar açabiliyorsak ya da ölen 102 vatandaşımızın acısını 3 günlük yas ve milli takımın Avrupa’ya gitmesi ile dindirebiliyorsak okunan her sala bizim için okunmuş da biz farkına varamamışızdır. Ekranlarda her daim bir köşede hazır bekleyen ekran trollerinin (Pardon onlara “uzman” deniyordu!)her acıdan, oy devşirme girişimleri ya da saray kapısı yalamalarını yadırgamıyorum. Onlar ölmüşler de kimse onlar için gözyaşı dökmemiş. Ya da kalbi kurumuşlar desek yeridir.

Hiçbir “değer” bırakmayan bugünün sosyal ortamı için en fazla ekran profiline “siyah bir kurdele” koymak yeterli oluyor. Soruyu soranlar zaten sormuş olmak için cevabı verenler de korkutmak için verdiklerine göre, sorular bir arayışı değil bir kabulü yaygınlaştırmak için soruluyordur. Onun için içinde hikmet kırıntısı barındırmayan insanlar, kanaat önderi; kalbinde adalet ve merhamet barındırmayanlar, önemli adam oluyor. Hiçbir yara kapanmıyor. Hiçbir söz sadra şifa olmuyor. Küresel taşeronlar için “büyük” ön eki çok komik kalıyor. Her şey bir oyun değil mi Oyuncaksız adamlar için… Onların siyah elbiseleri, siyah gözlükleri, bazen gözyaşları bir de karanfilleri var. Oyunlarında ölüm, ellerinde kan var. Onun için ağızlarından ahlak diye bir şey çıkmaz. Ahlak diyebilmek için önce ona sahip olmak gerekir. Korumaya çalışılan her yer kokuyor. En büyük sığınakları “etik.” Ahlaksız diyebilirsin ama etik’siz diyemezsin. Bundandır çok sık etik’ten bahsetmeleri. Hırsıza hırsız, zalime zalim diyemezler.  Onun içindir ki bunca ahlaksızlığı görmezden gelirler. Ondan dolayı ucubeleri vasıtası ile her yaptıklarına bir tevil, bir yorum getirttirirler. Dokundukları her “değer”in içi boşalır. Yaralar artar, mesafeler uzar gider. Toplum %50, %40, %60, %1 bölünür gider. Herkes kendi dilimini zor tutar. Dilim dilim olan vicdanlar suskun kalır. Merhametin, adaletin kanadı kırılır. Yaslar ilan edilir, saygı duruşuna kalkılır, karanfiller bırakılır. Hastaneler ziyaret edilir, cenazelere, taziyelere gidilir. Hayat akıp gider…

İnsanlığı kadavraya çıkmışlar için ABD, AB, Rusya, NATO müttefik olabilir.  Küresel oyunun parçası, payandası olmak çok büyük başarı olabilir. Ve hiç rahatsız etmeye de bilir. Şii hilali, Sünni ekseni gibi aptal teorilerle bölge yangın yerine dönebilir, kimin umurunda Silahların, bombaların geliş adresleri farklı gibi görünse de sonuçları aynı; “ölüm”… Sınırların arasında sıkışıp kalmış yüzlerce, binlerce insana nasıl muamele edildiğini Batı ile biz kıyası yapan az zekâlılar, bunların sebeplerini hiç sorgulamazlar. “Neden ” diye hiç düşünmezler. Düşünse bir kere her şey yeniden hesaplanacak da düşünen yerleri kirada. Bu kadar işgal, sömürü, yıkım ve talan üzerine kurulu bu sınır tanımaz “küresel zulüm ağına” bağlanmak isteğini sorgular ve görürlerdi. Maalesef bugün içinde şahidi olduğumuz zaman bize, İslami hassasiyeti olanların bu ahlaksız, kuralsız zalim dünya ile uzlaşı, işbirliği arayışına sessiz kalınışı; gösteriyor ki kokmuşuz.  Oysa her zamankinden çok İslam’dan bahsediliyor, dindarlık konuşuluyor! Düzen ahlakına sahip olmayanların elinde birey de toplum da çözülüyor. Evet, bireyler ahlaklı olmalı ama düzen ahlakına sahip değilsek, bireyin ahlakı sistemin ahlaksızlığı içerisinde yok olup gidecektir. Onun için bütün davetçiler düzen ahlakının yerleşmesi için mücadele etmiştir.  Yeni bir dünya, adil bir dünyayı, düzen ahlakını gerçekleştirerek inşa etmişlerdir.

Aldanıp gidiyoruz. Ağlayıp gidiyoruz. Zaman bizden daha hızlı gidiyor yetişemiyoruz. Her aralık bir çıkış imkânı sunuyor. Her defasında elimizle bu çıkışı kapatıyoruz. Şükür ki halen daha son çıkış diye bir şeyle karşılaşmadık ama bu uzak da görünmüyor. İstikrarsızlığın istikrarına mecbur değiliz. Yüreğimizin bize söylediği ikazlara kulak vererek bir adım atalım, attığımız o ilk adım bizi çıkışa götürecek ve bizler o zaman anlayacağız ki mesele hangi koltukta kim oturacak, ihale kime kalacak meselesi değil. O vakit bunların hiçbir öneminin olmadığını da göreceğiz zaten. Asıl meselenin nasıl bu dünyayı bu ahlaksız düzenden kurtarıp; adaletli, hakkaniyetli işgalin ve sömürünün olmadığı bütün canlılara kıymet verildiği yaşanabilir bir yer haline getirebilirim düşüncesi olduğunu anlayacağız. Koltuğu korumak için değil hakkı tutmak için yaşadığımızı belki o vakit anlarız. Cihadımızın öldürmek için değil herkesin yaşama hakkını muhafaza edip, yaşanabilir bir dünya kurmak için olduğunu idrak edebiliriz. Okunan sala benim için değilse, benim hala umudum var.

Taş Gemi

Gezdim şu âlemi ıslah edeyim

Özümü meydanda gördüm sonradan

Zaman mahlûkuna hü dost gönlümü verdim

Sermayemden zarar gördüm sonradan

Geldi bizim ile sevdi sevişti

Al kadeh ver kadeh doldurdu içti

Sadık yârim diye hü dost yeminler içti

Kalbi çürük imiş duyduk sonradan

Şu zalimin kara kara gözleri

Yaramıza yaramadı tuzları

İki dinli şu cahilin sözleri

Vurdukça kar etti cana sonradan

Noksani kulunam bir kar edeyim

On iki imam dergâhına gideyim

Özü çürük şu milceni nideyim

İblis talip olmaz imiş duyduk sonradan

(Erzurumlu Noksani, Gezdim Şu Âlemi, Not: Ali Ekber Çiçek’ten dinlenebilir. Alternatif olarak Abdal’dan…)

Bize Kadar

Mustafa Yılmaz Abimizin sık sık hatırlattığı gibi “Bir insanın karakteri kazanırken değil, kaybederken ortaya çıkar.”

Hep beraber kaybediyoruz. Oyunun bozulduğunu görmüyor musun

Celaleddin Duran’ın altını çizdiği gibi “İslam Birliği meselesi siyasi bir meseledir. Tesisi için çalışmak itikadî bir meseledir.

Remzi Çetinkaya bugünkü durumun ironisini ortaya koyuyor “İslamcılık çok güzel. Senden olmayan herkesi kolayca karalayabiliyorsun.” İslamcı abilerden, ablalardan uzak dur. Kendini kaybedebilirsin. Bir de kendini aratma bize!

George Orwell “Bilinçleninceye kadar başkaldırmayacaklar, başkaldırmazlarsa hiçbir zaman bilinçlenmeyecekler.”

İsmail Sabancı, İzmir otogarının arkasındaki dağı göstererek “Abi, koskocaman bu şehirde, şu dağın böyle tıraşlanmasından bir ben mi rahatsız oluyorum ” diyor. Bütün ormanların, tarım alanlarının tıraşlanmasından, imara açılmasından suların kirletilmesinden betona hapsedilmesinden ben de çok rahatsızım. Çevre en büyük yaramızdır. Çevre sadece bir zihniyet meselesi değil, inanç meselesidir.

Bir şey çok kullanılmaya başlayınca onunda hunharca yok edileceğinden korkuyorum.

Selamın değdiği yere ama değiyorsa, ya selamı gönderende ya da alanda bir problem vardır. Bir kez daha durumu kontrol etmekte fayda var.

Kalbin durana kadar çocuk kal. Çocuk temizliği, coşkusu ve inancı ile kal. Çocukların duruluğuna ihtiyacımız var.

Halil İbrahim Uzun’un hatırlattığı Esad Coşan Hoca’nın sözünü buraya almakta fayda var; “Güven, kontrole mani değil.” Kendimizi, çevremizi, insanlığımızı sürekli kontrol edelim.

Dağarcık

“Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız ” (Aliya İzzet Begoviç)