Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın genel başkanı olduğu Refah Partisi, “Refah Gelecek Yüzler Gülecek!” sloganıyla 24 Aralık 1995 Genel Seçimleri’nden birinci parti olarak çıktı.
Bütün engellemelere rağmen Prof. Dr. Necmettin Erbakan, DYP ile 28 Haziran 1996’da “REFAHYOL Hükümeti”ni kurarak başbakan oldu. Başbakan’ın ilk ziyaretçisi ise ABD Büyükelçisi Marc Grossman’dır. Elçi, Başbakan’a dedi ki, “Biz biliyoruz ki sizin davanız İslam’dır. Başbakan oldunuz. Bu bizim hoşumuza gitmedi ama beraber çalışmaya mecburuz. Beraber çalışabiliriz. Ama altı tane şartımız var: İran ile ticaret hacminizi 50 milyon doların üzerine çıkartmayacaksınız. İran’a gitmeyeceksiniz. ABD üslerine dokunmayacaksınız. Diğer Müslüman ülkelerle de ticaretinizi artırmayacaksınız. Çekiç Güç’ü dışarı çıkartmayacaksınız. Irak petrol boru hattını açmayacaksınız.”
Başbakan Erbakan, “Ben de ABD elçisinin söylediklerinin hepsinin tersini yaptım. Bunun üzerine ABD Dışişleri Bakanı Ankara Elçisine, ‘Ne yapın, edin askeri ihtilal yapıp Refah Partisi’ni iktidardan uzaklaştırın’ diye kripto gönderdi” diyecektir.
Erbakan Hükümeti hiç vakit kaybetmeden icraatlarına başladı. Başbakan Erbakan, vaktinin çok kısa olduğunun farkındadır. Gençliğinden bu yana kilitlendiği; milletimize ve İslam dünyasına çok önemli hizmetleri zaman kaybetmeden yapması gerekmektedir. “Hayırlı işlerinizde acele ediniz” prensibi ile hemen işe koyuldu. Çok kısa süre içinde ülkemizin zengin kaynaklarıyla kalkınmasının mümkün olduğunu gösteren icraatlara başladı.
“Herkese Refah” öncelikli hedefini süratle uyguladı. Böylece ülke kaynaklarından refah payının toplumun tüm kesimlerine adil dağıtımı için ilk adımları atmış oldu. Günümüzde bile hâlâ konuşulan memur ve emekli maaşları ortalama %130 civarında arttı. “Erbakan Zammı” tabiri siyasi tarihimize marka olarak girdi.
“Kaynak paketleri”, “Havuz Sistemi”, “Denk Bütçe” IMF’ye ihtiyaç duymadan ve borçlanmadan, faize girmeden kendi kaynaklarımızla kalkınan milli ekonomiyi uyguladı. Çiftçinin, esnafın, nakliyecinin, sanayicinin, tüccarını yüzü güldü. Üretim arttı, piyasa canlandı.
Dış politikada şahsiyetli duruşu ile İslam ülkeleriyle ekonomik ve siyasi iş birliklerini çok kısa sürede geliştirdi. “İslam Birliği”nin ilk adımı D-8’i kurdu.
Birilerinin rahatı bozuldu, huzuru kaçtı. Dost ülkeler memnun, düşman ülkeler rahatsız oldu. Türkiye rahattı, Amerika ve İsrail rahatsızdı. Herkes memnun, mutlu, şer odakları, muhalefet partileri ve cumhurbaşkanı rahatsızdı. Maaşlarına yüksek zam yapılan peygamber ocağı ordumuzun subayları memnun, darbe heveslisi cunta rahatsızdı. İşçi, memur, emekli çok memnun, sendikalar çok rahatsızdı. İhracatçı memnun, ithalatçı rahatsız. İşadamı, sanayici ve tüccar çok memnun, TÜSİAD ve TOBB çok rahatsız.
Milletimizin ve toplumun her kesimini memnun eden bu olağanüstü hükümet icraatları bazı mihrakları ve kesimleri tedirgin etti, rahatlarını bozdu. Pentagon’a hizmet veren Washington merkezli düşünce kuruluşu Rand Corporation, darbenin yol haritasını çizen raporları devreye girdi: “Erbakan dost değildir.”, “Ordu görevini yapacaktır… ”, “ABD ve İsrail’in uzun vadeli menfaatleri için Erbakan kısa vadede iktidardan uzaklaştırılmalı…” başlıklı raporlarla işbirlikçilerini uyardı.
11 Mart 1996’da, REFAHYOL Hükümeti’nden önce Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, İsrail’i ziyaret etti. Başbakan Şimon Perez, Demirel’i, “İsrail’in ebedi başkenti Kudüs’e hoş geldiniz” diyerek karşıladı. Kudüs’ün başkent olarak ilan edilmesine ise T.C. Devleti Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hiç sesini çıkarmadı. Genelkurmay Başkanı Org. İ. Hakkı Karadayı da 28 Şubat MGK toplantısından 3 gün önce İsrail’e gitti. Her iki ziyaret Türkiye’den ilk defa en üst seviyede yapılan ziyaretler oldu.
İsrail’e bu ziyaretler olurken Başbakan, İsrail’e karşı şahsiyetli ve sert bir siyaset uyguladı. Başbakan Mesut Yılmaz’ın İsrail’le yaptığı gümrük anlaşmasını askıya aldı. Bu anlaşmanın askıya alınması üzerine, Başbakanla ısrarla görüşme talebinde bulunan İsrail Dışişleri Bakanı Davit Levy’yi Başbakan Erbakan soğuk bir şekilde karşılayarak kabul etti. Levy’ye sert sözlerle şu önemli uyarıları yaptı: “Birleşmiş Milletler kararlarına uyunuz, işgal ettiğiniz topraklardan çekiliniz, yeni yerleşim merkezi açmaktan vazgeçiniz, Mescid-i Aksa’ya saygılı olunuz.”
“Organize Muhalefet” yoğun bir ifsat hareketi başlattı. Muhalefet partileri sözde demokrasi aşığı ANAP, CHP ve DSP; genel başkanları Mesut Yılmaz, Deniz Baykal ve Bülent Ecevit darbecilerle iş birliğine girdiler. “Bir askeri yetkili” adıyla gazetelerde her gün yasa dışı, antidemokratik asker beyanatları, “5’li Çete” olarak ifade edilen sendikalar ve STK’ların provokatif gösterileri, TÜSİAD’ın asker brifinglerine malzeme temin eden raporu birbirini takip etti. “Batı Çalışma Grubu (BÇG)”, Cumhurbaşkanından başlayarak, gazetecilere, yargı mensuplarına, rektörlere, işadamlarına brifingler düzenledi. Tüm kesimlere tehdit ve ağır baskılar uyguladı. Ulusal basın ise aldığı talimat ile hep bir ağızdan yaygaraya başladı. Erbakan’a karşı en fazla muhalefet yapan Demirel oldu. Beyanatlarıyla darbecilerden yana oldu. Siyonizm’in ve ABD’nin yönettiği muhalefetin görevi Erbakan’ın önünü kesmekti.
Başbakan, aldırmadan, vakit kaybetmeden icraatlarını sürdürdü. Bir yılın sonunda da koalisyon protokolü gereği olarak Başbakanlık görevini DYP Genel Başkanı Prof. Tansu Çiller’e bırakmak üzere Cumhurbaşkanı’na istifasını verdi.
Refah gelmiş, yüzler gülmüştü. Millî Görüş lideri, Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan vatanını ve milletini seven bir devlet adamı olarak, “Ben bu işi Allah rızası için yapıyorum” diyerek “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır” prensibiyle hareket etti. Kimse ile kavgaya, çatışmaya girmedi. Devlet adamı olarak, devletin kurumlarını itibarsızlaştırmadı. Teşkilatlarını da çatışmalardan uzak tuttu. Laf değil iş üretti. Hizmeti bir ibadet olarak kabul etti, bu şuurla hareket etti. Hâlâ “Erbakan Dönemi” olarak anılan bir yıllık iktidar dönemi, zihinlerde hasreti çekilen efsane bir dönem olarak hafızalarda yer etti.