Barış süreci aslında pazarlık ve uzlaşma demek. Eğer,

uzlaşma söz konusu olmayacaksa böyle bir süreçten söz edilemez. Bu bakımdan

dolaylı ya da doğrudan sürdürülen uzlaşma arayışını normal karşılamak gerekir.

Bu uzlaşma arayışına karşı çıkanların bulunduğu da bir gerçek. Bunlar

genellikle muhatap alınan kişi ve örgüt sebebiyle itiraz ediyor, devletin bir

terör örgütü ve terörist başı ile pazarlık yapmasını devletin zaafı olarak görüyorlar.

Eğer terörün sona erdirilmesinde sadece müzakere yolu kalmış, müzakere yoluyla

barışın sağlanacağına dair önemli ip uçları bulunuyorsa müzakere yolunu devlet

düşmanlığı gibi göstermek yanlış olur. Ayrıca barış sürecine karşı çıkanların

elerindeki gizli silahı söylemeleri gerekir. Yani, müzakere yoluyla devletin

zaafa uğrayacağını, bu yolun kesinlikle terk edilmesi gerektiğini söyleyenler

kendi tekliflerini kamuoyu ile paylaşmalıdırlar.

Terörün daha başlangıcında asker-polis emniyet kuvvetleri vasıtasıyla

kurutulması, ayrıca terör örgütüne topraklarında barınma imkanı sağlayan,

eğitimlerinden her türlü lojistik desteği sağlayan terörün dış destekçilerinin

elinin kırılması gerekiyordu. Bugün de şahsen terörün dış dayanakları ile

irtibatı kesilmeden teröre kalıcı bir çözüm bulanacağına inancım zayıf. Ancak,

gelinen noktada başlatılan barış sürecinin devamından yanayım.

Bu noktada terörün iç kaynakları ve sebeplerinin doğru

tespit edilmesi, terörün sona erdirilmesi halinde ileride kötü niyetli bazı çevrelerin

terör için müsait bir ortam bulmalarını önlemek gerekiyor. Bataklığı kurutacak

tedbirleri ekonomik ve insan hakları boyutu ile demokratik olmak üzere iki

başlık altında toplamak mümkün. Söz gelimi bölgedeki işsizlik sorununun çözümü

için devletin yıllardan beri kaçakçılığa göz yumması yanlış uygulamalardan

birisiydi. Devlet yapması gerekeni yapmadığı/yapamadığı için kanun dışı bir

takım yollara göz yummuş, terörle birlikte bu göz yumuş ciddi problemleri

beraberinde getirmiştir. Yıllara dayanan uygulama gelinen noktada kaçakçı ile

teröristi emniyet güçlerinin ayırmasını zorlaştırmıştır, Uludere olayı bu

zorluğun bir sonucu yaşanmıştır. Diyebiliriz ki, devlet belli bir bölgede sınır

güvenliğini bir kenara bırakmış, insanlar sınırlardan istedikleri gibi girip

çıkmayı kendilerinde hak olarak görmeye başlamışlardır.

Uzun yıllar sınırlarımızdaki mayınlı arazilerin temizlenerek

bölge halkının istifadesine sunulması da gündeme geldi ama ciddi bir sonuç

alınamadı.

Bölgeye yapılabilecek yatırımların terör sebebiyle 30 yıldır

yapılamadığı da bir gerçektir. Terör geçici de olsa son bulduğu takdirde

yapılamamış yatırımların biran evvel hayata geçirilerek özellikle gençlerin iş

bulmalarının sağlanması gerekiyor. Terörün kaynağını sadece ekonomik sebeplerle

izah etmenin yetersizliğini söylemeye gerek yok sanıyorum. İnsan hakları

çerçevesinde temel bir takım hakların komplekse kapılmadan hayata geçirilmesi,

bu hakların anayasa ve yasalarla teminat altına alınması gerekiyor.

Bu arada geçmişte bir takım görevlilerin yetkilerini aşarak

kanun benim anlayışı ile sergiledikleri kanun dışı eylemlerin hesabının

mutlaka sorulması; sorumluların cezalandırılması gerekir. Uludere olayı da

bunların en  sonuncusudur. Bu olayın

üzerinin örtülmeye çalışılması, sorumluların cezasız kalmasını sağlayıcı

hareketler barışa zarar verir. Bu noktada akil insanlar heyetinin Uludere

İlçesi Gülyazı Köyünde hayatını kaybeden insanların yakınları ile

görüşmelerinde gözyaşı dökmeleri elbette insani bir tepkidir ama köylülerin

Barışı destekliyoruz ama failler bulunsun isteğinin de gözden kaçırılmaması

gerekiyor. Aksi halde bir yandan barış için çalışırken öbür yandan barış yoluna

dökülmüş taşlar yürüyüşümüzü engeller en azından zorlaştırır.