Yaşadığımız toplumsal sıkıntıların sebebini genellikle
yöneticilerin aldıkları kararlara halkı ortak etmeyişleri oluşturuyor. Bu gerek
mahalli, gerek ülke genelinde alınan kararlarda ve uygulamalarda karşımıza
çıkıyor. Yöneticilerin Seçimlerde yetkiyi aldık, öyle ise istediğimizi
yaparız mantığı ile hareket etmeleri toplumda tansiyonu yükseltiyor. Özellikle
de istismarcıların işini kolaylaştırıyor. Taksim Gezi Parkı etrafında günlerden
beri devam eden çatışmaların temelinde de sanıyorum bu durum var.
Hemen belirteyim ki, Taksim de sürdürülen çalışmalar
sebebiyle bir ağaç katliamı yapıldığı iddialarına katılmıyorum. Çünkü, benzer
durumu 1994-1999 döneminde Ankara da yaşamıştık. Ankara Büyükşehir Belediye
Meclisi nin CHP li üyeleri atılan her adıma karşı çıkıyor, özellikle nerede bir
yol genişletme çabası var ise Yeşili katlediyorsunuz diyerek karşı
çıkıyorlardı. Söz gelimi Eskişehir Yolu olarak bilinen merkezden, Çayyolu,
Temelli, Polatlı ve Eskişehir istikametine giden yol artık trafiği kaldıramaz
hale gelmiş, buna bir çözüm bulunması gerekiyordu. Bu çözümün başında da bu
caddenin mümkün olduğunca genişletilmesi geliyordu. Ne var ki, söz konusu yolda
çalışma başlamadan CHP liler saldırıya geçtiler, Belediye Başkanı ve RP li
Meclis üyelerini yeşil düşmanı ilan ettiler. Buna rağmen sadece Eskişehir yolu
değil; İstanbul Yolu nda genişletme ve alt-üst geçit çalışmaları gerçekleştirildi.
Bu yollarda yapılan çalışmalar sonunda trafik biraz olsun rahatladı. Buna ilave
olarak metro çalışmaları devreye sokuldu. Metro çalışmaları bitirildiğinde
sanıyorum bu iki güzergahta biraz daha rahatlama olacak. Bugün geriye dönüp
baktığımda eğer CHP lilerin bizi ağaç katili ilan etmelerine bakıp geri adım
atılmış olsaydık sanıyorum Eskişehir ve İstanbul yollarında trafik bugün durma
noktasında olurdu.
Çok sesliliğin esas olduğu yönetimlerde yöneticiler
yapacakları uygulamalar konusunda şehir halkını ve toplumu bilgilendirmek
durumundadırlar. Söz gelimi İstanbul Taksim de yapılması düşünülenler için
çalışmalar başlamadan İstanbul halkı çeşitli vasıtalardan istifade edilerek
bilgilendirilebilirdi. Hatta, gerekirse bazı konularda mahalli idareler bazında
olsun, ülke bazında olsun alınan bazı kararlar uygulamaya geçilmeden toplumla
paylaşılmalıdır. Gerekirse halkoyuna gidilebilmelidir. Bu yol elbette uzun ve
yorucu, yöneticilerin pek hoşuna gitmeyen bir yoldur ama çatışmaları en aza
indirebilir. Bu söylediklerim uygulandığı halde bile bazı gruplar çatışma için
bahane arayabilirler. Ama marjinal kalırlar, protestolarına geniş kesimleri
katamazlar.
Böylece yöneticiler ayaküstü karar açıklamaktan kurtulur,
ilan ettikleri bir karardan daha başlamadan vazgeçmek zorunda kalmazlar. Milli
Eğitim eski Bakanı Ömer Çelik zamanında iki karar alınmıştı. Biri dershanelerin
kaldırılması, diğeri ise okullarda serbest kıyafete geçileceğiydi. Aradan geçen
bunca zaman sonra görülen o ki, her iki karardan da ya vazgeçilmiş ya da geri
adım atılmış durumda. Söz gelimi önceki günkü bir gazetede Velilerin yüzde
85 i serbest kıyafete karşı başlığı altında bir haber vardı.
Yapılan bir araştırmanın sonucunu gösteriyordu. Halbuki
bu araştırma karar ilan edilmeden ilgililerce yaptırılabilirdi. Tüm okullarda
öğrenci velilerine bu yönde düşüncelerini soran yazılar gönderilebilirdi. O
zaman alınacak karar kalıcı olurdu. Bu arada dershanelerin kapatılması hususu
da ayak üstü alınmış bir kararın ilanı olduğu için uyulama imkânı zor görünüyor.
Kısacası, alınan kararlara toplumun hiç olmazsa
çoğunluğunu ortak edecek bir yaklaşım çatışmaları en aza indirebilir.
Demokrasi, Çoğunluğun azınlığa tahakkümü olmadığı gibi, ayaküstü alınan
kararlar sebebiyle çoğunluğunu azınlığa mahkum edilmesi de değildir. Taksim de
yaşananların ardından gelinen nokta çoğunluğun azınlığa teslimi mahiyetindedir.
Ülkemizde yıllardan beri yaşanan azınlık dayatmalarından kurtulmanın yolu
halkın kararlara iştirakini artırmaktır. Halkın yönetime katkısı 5 ya da 4
yılda bir verilen oylarla sınırlı kalmamalarıdır.