Bizler insanız. Bazen nimet, bazen külfet olan değişmez bir özelliğimiz var bizim; unutkanlık. En acı sahnelerini de unuturuz hayatımızın, en güzellerini de. En çok sıkıntı çektiğimiz anları da unuturuz bir süre sonra, hiç bitmese dediklerimizi de.
Ama bazı şeyler vardır unutamadığımız. Yıllar, yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen, adını duyunca bile aynı heyecan ve hayretle andığımız, hatırladığımız… Bazı şeyler vardır “mucize” diyerek ömür yolumuzun belli başlı köşe taşlarına da oturtup, yürüdükçe ibret aldığımız. Şüphesiz, Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamın hayatından ve Asr-ı Saadet döneminden böylesi pek çok mucize vardır kalbimize işlenen. Her duyduğumuzda, her dinlediğimizde sanki bizi de oradaymışız gibi hissettiren. Birisi bize yine bizi anlatıyormuş gibi düşündürten.
İşte bunlardan belki de en önemlisidir, hicret… Üzerinden bin dört yüz küsur yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ taptaze bir mucize olarak gelir karşımıza, her yılın bu vakitleri. Çünkü “Hicri Yılbaşı” gelmiştir. Çünkü kötülükler diyarından iyilerin yurduna göçüş, batıldan Hakk’a dönüş ve tüm yaşanacak güzelliklere bir “milat” olan hicreti, yeniden hatırlama ve yüreğimizi coşturma vakti gelmiştir.
Sadece dinleme değil, düşünme, derinden düşünme ve kendimizi yoklama zamanıdır bu. İçimizin sıddîk yönünü körükleme, kalbimizdeki Ali’nin büyüyüp büyümediğini kontrol etme zamanıdır. Bir anlık da olsa duygu ve düşüncelerimizle baş başa kalıp, kalabalıklardan yalnızlığa hicret zamanıdır. Teslimiyete, sadakate, güven ve sekinete ışık tutma zamanıdır. Ders alma, ders çıkarma fırsatıdır...
Tekrar ve tekrar Ebu Bekir’e bakalım o halde. “Ben ne zaman hicret edeceğim ya Rasulallah” dediğinde, “Allah sana hayırlı bir hicret arkadaşı verecektir” cevabını alan ve o kutlu arkadaşın iki cihan güneşi Efendimiz olacağını anlayan Ebu Bekir’dir... Boş durmayarak, ne zaman ve ne şekilde olacağını bilmediği bu zorlu yolculuk için hazırlık yapan, iki tane deve alıp onları büyütüp besleyen ve zorlu çöl şartlarına uygun hale getirmeye çalışarak, bize, “Cihat hazırlıksız olmaz” dersi verendir Ebu Bekir...
Allah Resulü bir gece kapısını çalıp da, “Haydi gidiyoruz” dediği zaman dönüp ardına bile bakmayan; evini, ailesini, düzenini, malını, mülkünü, işini Rabbine, bedeni ve ruhunu ise Allah’ın en sevgilisine teslim ederek yola çıkan, kapısını örterken içinde zerre tereddüt yaşamayan ve bize, “Cihat için yüzde yüz iman, yüzde yüz kararlılık gerekir” dersini hatırlatandır Ebu Bekir...
O kutlu yatağa tereddütsüz yatışıyla gönlümüzde bir kez daha taht kuran Hz. Ali’ye dönelim yüzümüzü. Zalimlerle karşı karşıya geleceğini bildiği halde, o gece o yatağın kendisine şehadeti getirme ihtimalini düşünerek teslim etti kendini Rabbi için, Rasulü için. Öyle bir teslimiyetle kaldı ki Mekke’de, hicreti hicret yapan en büyük sebeplerden birisi olarak tarihe adını yazdırıverdi. Ve bize, “Allah yolunda cihat eden kişinin her türlü mazeretten uzak durması gerektiğini” öğretti. İçimizdeki Ali’yi büyütebilmemiz için, eli kanlı zalimlerin pusu kurduğu ölüm yataklarına tereddütsüz yatacak kadar cesaretli olmanın, dirayet sahibi olmanın gerekliliğini gösterdi.
Ve O’na dönelim yine. Yeniden bakalım İki Cihan Güneşimize. Yeniden O’nun hayatından yollar bulalım kendimize. “Ben Allah’ın sevgilisiyim, nasılsa O beni korur” demedi. Yol arkadaşıyla çıktığı hicretinde aldığı tedbirlerle bize nice dersler verdi. Müşrikleri yanıltmak için plan yaparak Yesrib’in tam tersi istikamete hareket etti. Sevr mağarasında can dostunun dizine başını yaslamışken tam bir teslimiyet örneği gösterdi. Eğiliverse görecekti zalim müşrikler fakat O Rabbine tevekkül etti. O tevekkül edince, Rabbi örümceği O’nun emrine verdi. Güvercinlerin yuvasını mağaraya yerleştirdi. Rabbinin korumasını üzerinde hissedene, “Üzülme Allah bizimle beraberdir” demek zor gelir miydi Bakarak yolumuzu aydınlattığımız O Nebi, bize önce tedbiri, sonra tevekkülü öğretti. Bir de Mekke’de kalanların emanetlerine sahip çıkarak, “El emin” olduğunu bir kez daha gösterdi...
İşte bizim “hicret” diyerek takvimimizin başlangıcı yaptığımız şey bunlardır. Hicreti hicret yapan sebepler bir araya gelince elbette Yesrip Medineleşir. Allah yolunda korkmadan, yorulmadan, usanmadan yürüyen yürekler için yeryüzü elbette, “Ay doğdu üzerimize” diye inler…
O halde karanlıktan aydınlığa, geceden gündüze, günahtan tövbeye, şirkten tevhide, maddeden manaya, şeytandan Rahman’a, batıldan Hakk’a hicret etmek isteyen, tekrar tekrar okusun o şanlı destanı. Yüreğine Nebevi bakışı, ayaklarına sıddîki kararlılığı yerleştirmeye gayret etsin. Allah’ın eri Hz. Ali’de olduğu gibi öylesine dirayet olsun ki kalbinde, uykularını bile cihada çevirsin…
Kimi için günahların dolup taştığı sokaklarda başında taşıdığı örtüsü olsun hicret. Kimi için topraklarının zinayla kirlendiği diyarlarda edebini, iffetini korumak olsun. Kimi için hayatını heva ve heveslerine göre şekillendiren, nefsinin elinde esir olan bedbahtların dünyasında, kendini Hakk’a adamak, Hak yol üzerinde sebat göstermek olsun hicret. Kimi için kirle yoğrulan bir çöplükte tertemiz kalabilmek olsun. Farz ibadetlerin bile yapılmadığı, haramlardan salgın hastalıktan kaçar gibi kaçılmadığı böylesi bir zamanda, Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılmak olsun hicret. Adım başı bankanın olduğu, her kanalda süslü kelimelerle faiz reklâmının yapıldığı bir ülkede, eline bir kez bile kredi kartı almamak olsun mesela. Mesela kendi gözlerimize ve çocuklarımızın tertemiz gözlerine televizyonun ve internetin çirkin yüzünü yasaklamak olsun hicret. Dedikodu ve gıybet solunan bir odadan, diğer odaya kaçarcasına geçmek olsun. Bakışlarımızı, ayaklarımızı, kalbimizi, zihnimizi Yaradan’a bağlamak, O’ndan gayrı yol tutmamak olsun hicret…
“Fetihten sonra hicret yoktur” diyen Allah Resulü, en büyük ve zorlu hicretin kendi içimizde, kendi nefsimize karşı yapılması gerektiğine işaret etmiyor mu aslında Böylesi bir hicret, böylesi bir zamanda kolay mı Elbette değil. Ardımızdan takip eden müşrikler kadar azgın nefsimizle, Sevr’in engebeli yolları kadar çetin bir yolda yürümek; hicret etmek için, Yesripleri imanımızla yeşertebilmek için yürümek elbette çok zor. Ama unutmayalım ki, zora talip olanlar Medine’ye kavuşmuştur. Medine’ye kavuşanlar İslam devletini kurmuştur!..