İlam çıkarmak gerekmez. Birkaç asırdan ağıp bugüne kalan topluma sirayet etmiş tutum ve davranışlardır. Kayıtsız şartsız benimsemek gerekmez. Aksine izan gerekir. Muhteşem tarafı gönendirdiği gibi ne kaldığı da önemlidir. İşte ona miras (heritage) denir.

Elde kılıç, memleketler aşırı milletleri dize getiren kahraman ecdat, kendisine bulaşmayıp el değmedik topraklarda yolunu bulanların coğrafi keşif adını verdikleri yeni sömürü yöntemiyle karşılaşınca varlığını sorgular hale gelir. Muasır topluluklara karşı kendisini dışlanmış, ötekileşmiş, örselenmiş hisseder. Ne yapsa, ne etse, nasıl davransa çare yoktur. O muhteşem devirler geçer, oyunların dışına itilir, borçlar ve dertler binbir iken binbeşyüze katlanır. Dünyanın bir ucunda yeni devletler kurulup, yeni devrimler, ihtilaller gerçekleşirken, katılamadığı dünya kupasını kederle izleyen baştan elenmişler gibi bakakalır. Sonra başka turnuvalar, başka gruplar, kümeler bulup kısmen de olsa ferahlar!

Coğrafi keşiflerden uzunca bir müddet sonra -yani epey bir bekleyip bu dünyada konumlanış kıvamını yakalayınca, yani aslında o konumlanış pek anlaşılmasa da- dünyadaki servetin bilmem kaçta kaçının çok az bir zümrenin elinde olduğunu fark edip şaşırır. Ne kadar da ilginçtir! Rakamlar, mülkler ve öğreniş yöntemleri hep o azınlığın elindedir. Demek servet sahipleri elde ettikleri ya da ele geçirdikleri dünya malının bilinmesini, güçlerinin tanınmasını, sahip olduklarına karşı heves duyulmasını ister. Ya da gayrısının fakirliği artık ziyadesiyle göze çarptığından (belki inadına göze sokulduğundan) yüzyıllar boyu artarak devam eden sömürünün farkına varılır. Farkına varılan sömürünün yüzyıllara yayılışı değil, anlık olarak yansıyandır. İşte o zaman devreye bilindik istatistikler girer. O dahi TÜİK verisi gibidir de elde var TÜİK diye kabul edip öğrenilenle iktifa edilir.

Dünyada bir sömürü düzeninin hüküm sürdüğünü sadece vicdan sahibi insanlar değil kurtlar, kuşlar, börtüler ve böcekler, cümle yaratılmışlar bilir. Hakların gasbedildiği, adil bir paylaşımın söz konusu olmadığı, birilerinin doymak bilmezliğinin birilerinin açlık nedeni olduğu hemen herkesin malumudur. Bu durumdan rahatsızlık duyanların çoğu ‘ben neden sömüren tarafta değilim’ diye gocunur. Dert kendine dönük, rahatsızlık şahsi yoksunluğa dairdir. Eşit bir dağılım, adaletli bir paylaşım, şu kısacık hayatı herkesin huzurla yaşaması kimin umurundadır? Tıpkı ameller gibi emeller de niyetlere göredir. Nitekim az çok demeyip, boş geçmeyip ne varsa tamah eden, talan eden, dönüştüren ve kullanan ünlü yürütücülerden birinin söylediği gibi ‘fakir, çalmayı bilmediği için fakirdir’!

Hakkaniyetle bakıldığında fark edilecektir ki atalardan miras kalan, herkes için eşitlik, adalet, özgürlük istemek değil, kendi hakkını gözetmektir. Ve zulüm bağlamında bugüne tevarüs eden herhangi bir haksızlığa ses çıkarmak değil, zulmetmekten mahrum kalmaktır! Öyle ki ‘insanlar üstüne tahakküm oluşturmak genel geçer bir yöntemdir, yönetenin tahakküm kurması elzemdir ve kurulan tahakkümde neden payım yok, neden tahakküm kuran ben olmayayım’ diye yerinenlerin sayısı hiç de az görünmez. Ve hem de bu toplum için tek adam rejimi hiç yoksa birkaç bin yıllıktır.

Asrın büyük resmi görenleri, yani oyunu görüp büyüklüğünü yeğene bildirenleri Rothschild, Rockefeller, Murdoch, Walton gibi isimleri akılda tutmanın kıvancını yaşar. Başka da bilinen yoktur zaten; cami önü sosyolojisi yahut ucuz ekmek kuyruğu popülasyonu o kadarını bağışlar. Tabii bir de mavi bir vatan, Karadeniz diplerinde doğal gaz, Gabar tepelerinde petrol, Cudi zirvesinde Nuh’un Gemisi, Kardak’ta kayalık vardır. Ve Demirel’e izafe edilen vecizede bildirildiği gibi, “Ege bir Türk gölü değildir. Ege bir Yunan gölü de değildir. Binaenaleyh Ege bir göl değildir!” Onun içindir ki ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz!’ dendiği söylenir. Aslında hitap edilen kitle Ordulular diye çevriliverse ve hedef olarak Baltık Denizi gösterilse durum çok daha rahat tevil edilir, kimse de sorgulamaz.

Sömürü kanıksandıktan sonra kimin sömürdüğünün, kimin semirdiğinin ve de kimin yerindiğinin pek bir önemi yoktur. Hele de yeryüzü coğrafyasının otuzaltı kırkiki kuzey paralellerine denk düşen kesiminde kimin kimi sömürdüğü, kimin kime sövdüğünden daha önemli değildir. Ekmek kuyruğu, patates pahası, oyunun büyüklüğü ve en az oyun kadar büyük resmi görmek kaderdir!