Askerde İslami faaliyetlerim nedeniyle, Van’dan Hakkâri’ye gönderildim.
Alay komutanı İbrahim Baskın’ın yardımcısı Kurmay Yarbay Mehmet Sancaktar, (Sağ ise Allah sıhhat ve ameli salih versin, öldüyse Allah rahmet eylesin) dosyamdan hoca olduğumu öğrenince her gün ikindi üzeri nöbetçi subayına sözlü olarak “Mahmut Toptaş bugün filan bölükte dini ders versin” dermiş.
Mehmet Sancaktar, beni çağırıp da hiç görüşmedi.
Ben de ona gitmedim. Gitmeme de gerek yoktu.
Hizmet devam etsin o yeterlidir.
Bazı makam sahipleri vardır, seni görünce ayağa kalkar, saygıda abartılı davranır, ama ihtiyat ve tedbir hastalığına yakalandığından seni en fazla engelleyen o olur.
Benimle her ikindi üzeri nöbetçi subayı muhatap olur ve ben de her gün değişik bölüklerde görevimi yapardım.
Yollar karla kapalı olduğu için sekiz ay gidemedik. Misafir asker olarak Hakkâri’de kaldık. Akşam derslerimin dışında iş yok, eğitim yok, nöbet yok.
Ben de oturdum, “Elli Bir No’lu Hudut taşı Aslanları” isimli bir tiyatro eseri yazdım ve albayın izniyle, bir gün subaylara, bir gün erlere, üçüncü gün subaylar ve onların davet ettiği Hakkâri halkından insanlara oynattım.
68 kuşağından epeyce asker olduğu için dersler de çok canlı ve heyecanlı geçerdi.
Hakkâri’de, jandarma eri olduğum günlerde, ilk defa Milliyet gazetesinden okuduğum şiirdir Anayasso şiiri.
Hasan Pulur, Milliyet gazetesinde şairinin adını vermeden yayınladı ve “Şairi aranıyor” diye de birkaç gün şairini aradı ve buldu. Belki biliyordu da dikkat çekmek için birkaç gün aradı. Ben onu bilmiyorum.
Şair, yazar, öğretmen, avukat olan Şemsi Belli olduğu açıklandı.
Şemsi Belli birçok gazete ve dergide yazmış. Ama ben onu Necip Fazı Kısakürek’in “Büyük Doğu” dergisinden tanırdım.
Zap suyu üzerine köprü yapmak için Milliyet gazetesi yardım kampanyası başlattı.
Elli kadar Üniversiteli Zap suyu üzerine köprü yapmak için Hakkâri’ye geldiler. Hatta jandarma alayının top sahasında askerlerle köprü yapmaya gelen gençler arasında bir futbol karşılaşması da yapıldı. Sözün gücü bu. Dünkü haberlerde Zap suyunun taştığını ve asma köprüleri yıkıp götürdüğü haberini görüntülü olarak izledim ve Hakkâri hatıralarım canlandı. O günlerde Ankara’nın göbeğinde yolsuzluk yapanlarla, Hakkâri’de yolsuz kalanlar aynı ülkenin insanıydılar.
Ben tezkeremi o günlerde Hakkâri’ye bağlı olan, bu günlerde ise Şırnak’a bağlanan, Beytüşşebab’ınAlamon takımında aldım.
Hakkâri’den iki gün yürüyerek gittim, iki günde de yürüyerek Hakkâri’ye geldim. O zaman durum bu idi.
Durumu daha iyi anlatan ve etkili de olan Şemsi Belli’ye bırakalım:
“Gul, gurban olduğum Hökümet Baba!
Baa bir alfabe veremez miydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem dil bilmezem
Şavata’dan Hakkâri’ye yol bilmezem
Gurbanolam, çaresi ne, hooybabooov ?
Bebek yanir, bebek hasda, bebek ataş içinde
Ben fakiro, Ben hakiro
Dohdor ilaç, çarşı bazar tam - takiro
Gurbanolam bu ne işdirhooybabooov !
Parasizo,
Çaresizo
Ben halsizo, ben dilsizo, şeheruzah, yolsizo
Bu ne haldır, bu ne iştir hooybabooov !
Gara dağda, gar altında ufağufağmezerler
Yeddi ceset hetimhetimZap Suyunda yüzerler
Hökümata arz eylesem azarlar
Ben ketimo Ben hetimo
Ben ne biçim vatandaşım hooybabooov ?
Şavata’tan Angara’ya ses getmiir
Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir
Malımız yoh Yolumuz yoh
Angara’ya ses verecek dilimiz yoh
Ganadımız, golumuz yoh
Bu ne biçim memlekettir hooybabooov ?
Yerin, yurdun adresesin bilmirem
Angara’da: Anayasso !
Ellerinden öpiy Hasso
Yap bize de iltimaso
Bu işin mümkiniyoh mi hooybaboov ?”
Vaaar var. Bu işin mümkünü:
Alnı secdeden kalkmayan ama yolu olmayanlarla, yolsuzluk yapan ama alnı secdeye varmayanları, aynı camide, aynı safta, aynı yere dönerek, Allah-ü Ekber/En büyük Allah’tır”” dedirterek yolsuzlara kula kul olmaktan kurtarmak, yolu olmayanlara da yolu açmaktan geçer.