Anayasa Mahkemesinin Meclis Başkanının seçilebilmesi için toplantı yeter sayısının 367 olması gerektiği yönündeki kararını başından beri yanlış bulanlardanım. Anayasa Mahkemesinin böyle bir karar almakla Anayasa değişikliği gerçekleştirdiği, bunun ise görevleri arasında bulunmadığına inanıyorum. Ancak, olan olmuş Anayasa Mahkemesine başta CHP olmak üzere bazı çevrelerin yoğun baskısı, ardından Genelkurmayın geceyarısı muhtırası ile birlikte oluşan kamuoyunun bir sonucu olarak Anayasa Mahkemesi bir karar almıştır. Hem de o günkü Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcunun ve diğer üç üyenin daha işin başında başvurunun usulden reddedilmesi gerektiğine dair mütalaalarına rağmen CHPnin başvurusu görüşülmüş ve bilinen karar ortaya çıkmıştır. Karar ortaya çıktıktan sonra bu karara herkesin ve her kurumun uyma mecburiyeti olduğuna göre artık tartışmanın anlamı yoktur deyip susmak mı gerekiyor, yoksa ortaya çıkan durumun tartışılmasında yarar var mı Elbette tartışmakta yarar var. Çünkü, alınan karar Anayasa değişikliği mahiyetindedir.. Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliği yapma yetkisi bulunmuyor, buna karşılık yasaların Anayasaya uygun olup olmadığını inceleme ve karara bağlama yetkisi var.. Bu yetkisi de oldukça geniş. Özellikle de başvurulabilecek son merci olduğu için de verdiği kararlar kesinlik arzediyor. Böyle bir noktadaki yargıçların kılı kırk yarması gerekir.

Elbette Mahkeme üyeleri de insandır ve siyasi görüşleri ve ideolojilerinin olması doğaldır.. Ancak, bu görüşlerin kararlara yansımaması esastır. Ne var ki, böyle olmuyor, ideolojik mensubiyet ve siyasi görüşlerin oylamada tesiri görülebiliyor. En azından böyle anlamaya yolaçabiliyor. Özellikle de karardan 57 gün sonra açıklanan gerekçe de toplumun büyük bir bölümünü tatmin etmemiş görünüyor. Böyle bir görüntü ister istemez yüksek mahkemeye güveni sarsıyor. Ve ortaya, "Kendilerini Meclisin yerine koydular", "Bu karar Türkiyeyi yargıç devletine götürür", "Gerekçe karara uydurulmuş" şeklinde büyük ölçüde haklılık payı olduğunu düşündüğüm eleştiri ve görüşler gündeme geliyor.

Bu arada, Anayasa Mahkemesinin açıklanan gerekçesinde "Cumhurbaşkanının uzlaşma ile seçilmesi gerektiği" gibi bir tavrın sergilenmesi Mahkemenin kendisini Meclisin yerine koyduğu iddialarına da haklılık kazandırıyor. Aslında kimin haklı olduğu da pek önemli değil.. Anayasa Mahkemesinin kararı bundan sonraki Cumhurbaşkanı seçimlerini de çıkmaza sokacak ve ülkeyi kaosa sürükleyecek niteliktedir. Söz gelimi seçimlerden sonra Cumhurbaşkanı seçimi gündeme gelecektir. Diyelim ki, daha önce Meclisi tıkayarak Cumhurbaşkanı seçimini engelleyen siyasi partiler nasıl olacak da uzlaşma talebinde bulanacaklar Bir inatlaşma ortaya çıkmayacak mı Bunun kime ne yararı olacak 350 milletvekilini CHPnin 150 milletvekiline mahkum edenler önümüzdeki dönemde bir başka azınlığın çoğunluğa istediğini dayatmasını nasıl engelleyecekler

Halbuki devletin kurumları devlet işlerini çıkmaza, ülkeyi kaosa sürüklemek için çalışmaz, aksine ortaya çıkacak kaosu giderecek adımları atabilmelidirler. Elbette, alınacak karar Anayasa ve yasalar dahilinde olacaktır. Önce kararı alıp ardından bu kararın kılıfı hazırlanacak olursa Yüksek Mahkemeye güven azalacaktır. Bilinmelidir ki, Anayasa Mahkemesi sadece belli bir grubun haklarını korumak için oluşturulmamış, tüm toplumun hak ve hukukunu korumak ve güvence altına almak için oluşturulmuştur.

Hukukçu değilim ama, yaptığım tahsil gereği belli bir hukuk kültürü aldım.. Anayasa Mahkemesi kararını eleştiriye yönelik, "Kendilerini Meclisin yerine koydular", "Bu karar Türkiyeyi yargıç devletine götürür" şeklindeki eleştiriler ileride de sık sık gündeme gelecek olursa Anayasa Mahkemesine güveni sarsmaz mı

Peki bundan kim yarar sağlar

Kimin yarar sağlayacağını bilemem ama demokratik sistem yara alır.