Nasıl bir dünyada yaşıyoruzun cevabı, nasıl bir uygarlığın bahçesindeyiz cevabı ile aynıdır. Çünkü mekâna anlamını veren mekânın içinde inşa edilen kültürdür. Hayatı anlama ve anlamlandırma bu kültürün verileriyle gerçekleşir. Hayata dair eylemlerimiz ve beklentilerimiz bu kültürün bahçesinde yetişir. Bu bahçeye hangi değer ekildiyse o biçilir. Ve bu değer tüketilmek zorundadır. Bu kültürün sunduğu değeri anlayabilmek için insana, eşyaya ve topluma yüklediği anlamı iyi bir şekilde kavramak gerekir.
Dünyayı her yönüyle meta olarak algılayan bir felsefi yaklaşımla karşı karşıyayız. İnsanların kullandığı eşyalardan insanın bizzat kendisine kadar; insanlar arasındaki iktisadi ilişkilerden siyasi ve sosyal ilişkilere kadar her davranış kalıbı metalaşmıştır. Metalaşan her şeyin bir “fiyatı” olmalıdır elbette. Modern dünya ise bu “fiyatın” belirlenmesini piyasadaki gizli ele bırakmıştır.
İnsanlar fiyatın en yüksek bedelde belirlenebilmesi için piyasadaki gizli eli ikna etmek zorundadırlar. Gizli elin ikna edilebilmesi, sunulan metanın albenisinin ne kadar çekici ve gösterişli olduğuna bağlıdır. Bu yüzden sunulan ticari emtiaların tamamı estetik bir ambalajın içerisindedir. Albenisiyle dikkatleri üstüne çeken ambalaja yoğunlaşıldığından, içerisindeki ürünün kalitesi artık o kadar mühim olmayacaktır. Tüketim tercihleri, ambalajlar üzerinden yapılıyor yani.
Bu sadece ticari emtialar ve ürünler için böyle değil tabi ki. İnsani ilişkilerden siyasi ilişkilere kadar her türlü ilişki alanı, ambalaj içerisinde sunulmaktadır. İnsanlar birbirlerine ve hatta kendilerine karşı dürüst ve şeffaf değil mesela. Belki de günümüz insanının en büyük sorunu kendisi olmamasıdır. Kendisi olması gereken insan hep başkasıymış gibi hareket eder. Çünkü insanın kendine olan güveni yoktur. Kendisi olduğu zaman bir değerinin ve cazibesinin olmadığını düşünür.
Neden böyle hisseder insan? Çünkü rol model olarak servis edilen bir başkası vardır önünde. Bunlar ambalajlanmıştır, daha estetik ve albenisi daha yüksektir. Her insan, bu ambalajlı rol modeller gibi olmak ister. Bu yüzden konuşmalarından yürümelerine, ilişkilerinden yaşam tarzlarına kadar her eylemlerini ambalajlayarak servis etmek zorunda hissederler. Herkes gerçek olmayan ilişkiler ağında yer edinmeye çalışır.
Siyasette bu şekilde maalesef. Kimse hakikatin ya da gerçeğin peşinde koşmuyor. Olması gerekenle kimse ilgilenmiyor. Herkes olanı iyi ve güzelmiş gibi göstermeye çalışıyor. Kürsülerde başka sözler, kapı arkalarında başka sözler sarf ediliyor. Vaatlerle gerçekler birbiriyle uyuşmuyor. Seçenle seçilen arasında temsil yönünden bir ilişki görülmüyor. Siyasi hayatta eleştiriye tahammül yok, özeleştiriye ise hiç yer yok.
Yaşadığımız iktisadi, sosyal ve siyasal hayat, her yönüyle ambalajlardan oluşmaktadır. Tabi olduğumuz, içselleştirdiğimiz ve yakalamaya çalıştığımız muasır uygarlık dediğimiz aslında ambalajlardan ibarettir. Şunu kabul edelim ki, modern toplum metalar üzerine kuruludur. İnsanın kendisi, kullandığı eşyalar ve insani ilişkiler metalaşmış durumdadır. Neticede her şey insanlara ambalajlar içinde sunulmaktadır. Hakikat ise modern dünyanın üstünü örttüklerinde gizlidir.