AİHM, verdiği keyfi siyasi kararlarla sürekli gündeme

oturan ve Batı nın çıkarları doğrultusunda işleyen, gayri hukuki verilen  siyasi karaların yan sonuçlarıyla da itici

güç olarak atılacak hamlelerin bunalım dinamiğini ön plana çıkartan bir

anlayışın egemen yapısına dönüşmüştür.

Kıbrıs ta Derviş Eroğlu ile Nicos Anastasiades arasında

görüşmelerin hız kazandığı bu günlerde, Kıbrıs ın gelecekteki yapısal hedefinin

açıkça belirlenme zamanının geldiği düşüncesiyle, bu karar metni vasıtasıyla

Türkiye üzerinden KKTC üzerinde baskı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Aslında

böyle bir kararı, Kıbrıs ta politik iradeyi ipotek altına almaya yönelik sürecin

bir parçası olarak algılamak gerekir. Bu kararın, Kıbrıs taki müzakerelerin

özünü oluşturan can alıcı Karpaz bölgesine vurgu yapması Rum stratejisinin

bir parçası şeklinde algılanabilir.

AİHM, 10 Mayıs 2001 tarihinde açıkladığı kararda, Avrupa

İnsan Hakları Sözleşmesi nin 11 değişik maddesinin 14 noktada ihlal edildiğine

zaten hükmetmişti. AİHM, sadece kararın maddi ve manevi tazminata ilişkin

bölümünü ileri bir tarihe ertelediğini duyurmuştu. İşte ertelenen bu kararın

tam da kritik görüşmelerin yapıldığı bir dönemde açıklanması manidardır.

20 Temmuz 1974 öncesi koşulların ve garantörlük

hakkının  göz ardı edilerek, adanın

kuzeyinin Türkiye nin denetiminde olduğu iddiasıyla Türkiye nin tazminata

mahkûm edilmesi iki uçlu payandaya dayanmaktadır. Bu payandalar; Birleşik

Kıbrıs fikrinin hayata geçirilebilmesi ve Rum etnik dayanışmasının önemi

şeklinde ifade edilebilir. Rum Yönetimi nin KKTC ile sürdürdüğü Kıbrıs

müzakerelerindeki en güçlü argümanı AB ye giden süreci harekete geçirmeye

yönelik tek çatılı Kıbrıs formülüdür. Dolayısıyla iki Kıbrıs ı birleştirme

süreci bu gelişmenin bir parçası olarak görülmektedir.

Bu nedenle, Kıbrıs ın tek devlet altında

birleştirilmesine yönelik adımlar atılmaya çalışılırken, Kıbrıs Rum kesimi,

güçlü bir siyasi dürtü olarak Avrupa Birliği ni ön plana çıkarmaya

çalışmaktadır. Burada, AİHM kararında da açıkça görüldüğü üzere, Türkiye, bu

gelişmenin önündeki en büyük mânia olarak görülmektedir. Nitekim Kuzey Kıbrıs ı

denetimi altında tutmakta olduğu iddiası bunun en somut göstergesidir.

AİHM in tazminatında yer alan 30 milyon Euro lük

tazminatın 1974 Kıbrıs Harekâtı nda kaybolanların ailelerine ödenecek olması

belki bazı çevrelere insancıl gibi gelebilir ama asıl zulme uğrayan ve 1974

garantörlük anlaşmasının gereği olarak adaya asker gönderen Türkiye nin

korumaya aldığı Kıbrıs Türkü nün açtığı tüm davaların hâlâ askıda olması ve

sonlandırılmaması önemli bir paradoks oluşturmaktadır.

AİHM nin tazminatında asıl can alıcı nokta, 60 milyon

Euro lük tazminatın Karpaz için öngörülmesidir. Buradaki tazminat KKTC nin

geleceği açısından büyük önem arz etmektedir. Şöyle ki, şu anda sürdürülmekte

olan görüşmelerde Kıbrıs Rumları özellikle Karpaz ta kantonal bölge oluşturma

çabası içerisindedirler. Bu bölge için dayatma içerisinde olan Rumların lehine

Karpaz bölgesi için AİHM nin 60 milyon Euro tazminat kararı alması pek tesadüfi

olmasa gerek. Bu düpedüz siyasi bir karardan öteye gidemez.

Eğer Türkiye bu tazminatı ödemeyi kabul edecek olursa,

Karpaz bölgesinde Rumların öne sürdüğü tezi de kayıtsız ve şartsız kabullenme

durumuyla karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır. Bu kararı 1974 sonrası

özgü bir bakış açısıyla ele almak, Rumların gerçek niyetinin anlaşılmasını

sağlayacak pratik sonuçları doğurması bakımından kaçınılmaz kuşkuları da

beraberinde taşımaktadır.

KKTC nin geleceği için verilecek kararların oluşmasında

Türkiye nin belirleyiciliği önemli bir faktördür. İşte bu noktada Hükümet, KKTC

konusundaki tüm yükümlülüklerini yeniden dikkate almak durumundadır. Artık

Hükümet, KKTC konusunda hedefini açıkça belirlemek için daha neyi beklemekte

olduğu  doğrusu merak konusudur. KKTC

konusunda siyasi iradeyi zayıflatacak her türlü çabanın dışında olmak ve KKTC

ile ortak irade etrafında birleşme gerekliliği büyük önem kazanmaktadır.

ABD Başkan Yardımcısı

Joe Biden ın önümüzdeki hafta Kıbrıs a yapacağı ziyaret bir bakıma Kıbrıs ın

öneminden çok, hidrokarbon ve doğalgaz yataklarının öneminden

kaynaklanmaktadır. Bu ziyaretin bir diğer önemi ise, Golda Meir döneminden beri

bütün İsrail başbakanları ile pivotal ilişki içerisinde olan ve 28 Ağustos

2008 de Şalom TV ye yaptığı açıklamada, ben bir Siyonist im   açıklaması yapan Joe Biden in, neden  400 kişiyle Kıbrıs a çıkarma yapma gereği

duyduğu, işte  söz konusu bu cümlede

saklı olsa gerek.