15 Temmuz sonrası ülkede birlik, beraberlik, kardeşlik duyguları had safhaya ulaşmış ve Yenikapı ruhu gelişmiş idi. İktidar ve muhalefet her şeyi bir yana bırakarak Yenikapı’da birlik ve beraberlik uğruna bir araya gelmiş ve topluma çok güzel mesajlar vermişler idi. Bu ruhun bugünlerde daha çok olması gerekirken, hiç yoktan bir Anayasa değişikliği ve 16 Nisan’da yapılacak referandum hadisesi ortaya çıkarıldı. Bize göre ülkemizin hiçbir konusunu öncelemeyen bu durum yeniden kamplaşma, kutuplaşma, iktidar ve muhalefet çatışması haline getirildi. Eğer gerçekleri söylemek istersek bunu özellikle Cumhurbaşkanı ve Başbakan bizzat meydan meydan gezerek adeta alevlendirdi ve körükledi. Meydanlarda Başbakanın konuşmalarına bir bakın. Ben hassaten hiç dinlemek istemiyorum. Çünkü seviyesi çok düşük ve insanın gerilmesine sebep olacak nitelikte.
Bu kadar problemin, sorunun, sıkıntının olduğu bir dönemde, “bu gerilimden ne bekliyorsunuz?” sorusunu sormaktan kendimizi alamıyoruz.
Yenikapı ruhu dedik yukarıda. Sahi siz o gün Saadet Partisi’ni davet bile etmemiş adeta yok saymıştınız. Ama şimdi meydanlarda Saadet Partisi tabanına da seslenir oldunuz!.. Peki Saadet Partisi’nden ne bekliyorsunuz!? Zaten yüzde 1’in altına düşmüş. Demek ki Saadet Partisi’nin oy oranı ne olursu olsun, etki alanı her zaman çok fazladır ve atom etkisi gösterir. Bunu da gayet iyi biliyorsunuz. Atasözüdür ya, “Denize düşen yılana sarılır.” Durumuna mı düştünüz Acaba!?
Şuna da hayret ediyorum; 16 Nisan’da “Evet” değil de “Hayır” çıkarsa iktidar ne kaybedecek!? Bu kadar hırslı olmanın sebebi ne? Yani özellikle de “OHAL’de iken!..
Bizim tespitlerimize göre, toplumda “Evet” veren seçmen geçmişinden kaygılı olduğu için Evet, “Hayır” diyenler de geleceğinden kaygılı olduğu için Hayır, diyor. Şimdi bunu da nerden çıkardınız diyebilirsiniz. Biz “Sivil Toplum”uz. Her gün toplum içindeyiz. Görüşüyoruz, tartışıyoruz, konuşuyoruz ve sonuçta bu kanaate varıyoruz. Çünkü biz de aynı kaygıları ve endişeleri taşıyoruz. Sebebine gelince, son yıllardaki icraatlar gerek dış politikada gerekse iç politikada çıkmazların yaşanması, terör belasının bitmemesi, toplumun ahlak ve maneviyatının çökmesi, eğitimde Milli bir politikanın olmaması ve sürekli değişmesi, aile mefhumunun dejenere edilmesi çocuklarımızın geleceği açısından kaygılarımızın artarak devam etmesi bizi buna itiyor.
Meselenin diğer bir boyutu da devletin imkânlarını sınırsız ve sorumsuzca kullanarak aşırı bir israf içerisinde bulunuluyor olması. Şimdi biz engelli sivil toplum olarak soruyoruz: Engellilere en ufak bir yardımı verirken, tabiri caizse kırk dereden su getiriyorsunuz. Gelirine, sosyal güvencesine bakıyorsunuz. Hasbelkader -size göre- yanlışlıkla vermiş olduğunuz üç kuruşluk yardımı sonra tespit ettiğinizde birkaç misliyle geri alıyorsunuz. Evde bakım hizmeti alanları yılda en az iki defa kontrol ediyorsunuz. Yani bunlar olmasın demiyoruz. Olsun. Olsun ama sizin yaptığınız israfın yanında engellilere verilenler ancak devede kulak kalır.
Kaldı ki engellilere vaat edilenlerin daha yarısı bile gerçekleşmedi. Engelliler açısından 16 Nisan’ın tek bir anlamı olur. O da engelli toplumunun insanca yaşama imkânlarına kavuşturulması ve gelecek kaygısının ortadan kaldırılmasıdır. Vesselam.