BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM;

20. yüzyılda dünyadan; inancında kararlı, yılmayan, yıkılmayan, davasından vazgeçmeyen, her zaman ve şart altında hedefini gözeten, şahsiyet sahibi bir mücahit geçti. Büyük insanlara özgü muazzam sıkıntı ve engelleri, sağlam iman ve Allah’a tam teslimiyetle göğüslemiş bir mücahit. Zalimlerin korkulu rüyası, mazlum ve mağdurların ümidi bir mübarek insan! Adıyla, sanıyla Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dı o!

Osmanlı sonrası ırkçı emperyalizm; Müslümanların beynini, onları birbirine kenetleyen merkezi cevheri, siyasi nüfuzlarını ellerinden almıştı.

İslam’ın merkezi son temsilcisi Osmanlı’ydı; bugünse o görevin mirasçısı Türkiye! Bayrak düştüğü yerden kalkardı. İş Türkiye’ye düşüyordu. Erbakan Hoca Müslümanların bu önemli eksikliğini tamamlama mücadelesi verdi.

Ülkenin dert ehli idealist insanları Hoca’nın bilgi, dirayet ve kararlılığını biliyorlardı. Onun öncülüğünde milli ve yerli bir hareket başlatmayı teklif ettiler. Erbakan bu işe karar veremiyordu. Süleyman Arif Emre öncülüğündeki idealist grup onunla hocası Mehmet Zahit Kotku’ya (ra) gittiler. Niyetlerini açtılar. Bu iki dost birbirini çok iyi tanıyordu. M. Z. Kotku (ra) son noktayı koydu:

“Necmettin! Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden bu yana bu milletin yönetimi masonlara verilmiştir. Bu yönetimi masonlardan almak için ciddi bir mücadele bayrağı açılmamıştır. Açılmadığı için Cenab-ı Hakk’ın gazabına muhatap oluyoruz. Sen bu gençlerle beraber ol, bu hareketi başlat.” (Anadolu Gençlik, Erbakan Özel Sayısı, Şubat 2015, Sh. 181)

MANEVİYATI ÖNE ALDI

HOCASININ sözleri onu çok etkiledi. Ülke ve insanlık adına gerekli olan bu görevin yapılmaması sebebiyle söylediği, “Hakk’ın gazabına muhatap oluyoruz” sözünü unutamıyordu. Görevin büyüklüğü ve yükün ağırlığının farkındaydı.

Allah’ın yardımı ve hocasının himmetine güvenerek işe başladı. “Önce ahlak ve maneviyat” bayrağını açarak çıktı yola. Maneviyatı da, “Her işi, ahirette hesabını verecek olduğumuz niyetiyle yapmak” olarak anlıyordu.

“Öğrenilmiş çaresizlik”in aksine farklı şeyler söylüyor; yanlış gidişata teslim olmak yerine, şartları değiştirmeyi programına alıyordu. O günün şartlarında, bunu göze alabilmek suyu yokuşa akıtmak kadar büyük bir zorluktu. O yılmıyor, “İman varsa, imkân da vardır” diyordu.

Onun mücadelesi statükodan beslenen çıkarcıları rahatsız etti. Zaman içinde birer birer partilerini kapattılar. Milli Görüş kadroları, “Şimdi ne yapacağız ” diyerek telaşa kapıldıklarında, o soğukkanlılığını muhafaza ederek diyordu ki:

“Sizin abdestiniz bozulsa, yeniden alırsınız değil mi Biz de öyle yapacak, yeni partimizi kuracağız!”

O, hiç ümitsizliğe düşmedi. Bir defa olsun şikâyet etmedi. Çünkü bu davanın sahibinin Allah olduğuna inanmıştı. “Milli Görüşçü vazgeçmez; tekeden süt çıkarır” sözleriyle kadrolarına ümit aşılıyordu.

Dava haktı. Bu, onurlu bir mücadeleydi. Onun için engeller onu yıldıramadı; sıkıntılar yolundan döndüremedi. Hep hedefini gözetti. Takatinin yettiği kadar davası uğrunda çalıştı.

HEDEFE KİLİTLENDİ

HERKES kendi imtihanını veriyordu. Her kim ne yaparsa kendine yapardı. Partisini kapatanlara kızmaz, ümitsizliğe düşmez, “Atımızı alanlar, yolumuzu da almadılar ya!” diyerek yoluna devam eder, işine bakardı.

Davasından taviz verip dünyevi mevkiler elde etmeyi tavsiye edenlere karşı, “Batıl davada zirve olmaktansa, hak davada zerre olurum” diyerek muazzam bir dava kararlılığı ortaya koydu.

O, hak ve haklı davadan asla vazgeçilemeyeceğini anlatırdı:

“Biz inandığımız davaya koşarak gideriz. Koşarak gitmeye gücümüz yetmezse yürüyerek gideriz. Yürüyerek gitmeye gücümüz yetmezse sürünerek gideriz, ama asla vazgeçmeyiz.”

Erbakan Hoca, fikirlerini sözde bırakmadı; içselleştirdi; önce fiilen kendisi uyguladı.

Ankara dışındaki son ziyaretini Trabzon’a yaptı. Tarih: 26 Aralık 2010. O gün 4 önemli toplantıya katıldı. 16.00’da kalkması gereken uçak 22.00’ye ertelenince, sabahın erken saatlerinden itibaren uzun süre mesaide kaldı. Yorgun ve bitkin düştü. THY personelinden 2 kişi onu uçak koltuğunun yanına kadar getirdiler. Kendisi oturabilir sandılar. Fakat o yere yığılıp kaldı.

Son Ankara dışı ziyaretine 2 kişinin koltuklamasıyla ve sürünerek denebilecek şekilde gitti; görevini yaptı. Biz inanıyoruz ki, o ömrünü İslam ve insanlık için harcadı. Görevinin hakkını verdi.

Milli Görüş’çülerin böylesine büyük bir lidere sahip olmaları hazine değerinde bir nimet! Lider, her engelden sonra, “Nerede kamıştık” diyerek yoluna devam ederdi. Milli Görüşçülere düşen görev de, emanet şuuruyla, “Nerede kalmıştık” diyerek liderin ideallerini hedefine ulaştırmaktır.

Şakir TARIM