Bir önceki yazımızı Mısır-Libya üzerinden oynanan IŞİD oyunu ile bitirmiş ve bunun ne anlama geldiğini bugünkü yazımızda ele alacağımızı belirtmiştik. Bu oyunu yazacağız, ama görünen o ki bu sadece Mısır’la sınırlı kalmayacak. Çünkü Mısır işin daha çok Türkiye ve çıkarlarına karşı bir kez daha Batı tarafından kullanılan “ara eleman” pozisyonunda.
Kavalalı isyanı ile bir anlamda “Batı Kulübü”ne üyelik süreci hızlandırılan Türkiye bu sürecin sonunda Rusya ile olan denge arayışlarını Milli Mücadele’ye kadar bir daha gündemine alamamış, bilakis Kırım Savaşı ile daha bir kanlı bıçaklı hale gelmişti. 1838 Balta Limanı Anlaşması ile İngiltere üzerinden yarı bağımlı halen düşen Osmanlı İmparatorluğu, Tanzimat ve Islahat Fermanları) ile Batı’nın içişlerine müdahale ettiği, 1881 Düyûn-ı Umûmiye ile iflasını ilan ettiği bir “Kulüp Üyesi” konumuna düşürülmüştü.
Sonuç mu Batı’nın önce Mısır ile başlattığı, sonrasında Kırım’la sürdürdüğü ve nihayetinde “Büyük Savaş” ile Osmanlı tarihe gömüldü. Tarihe gömülen, sadece Osmanlı imparatorluğu değil, imparatorluk içerisindeki halklar arasındaki gönül köprüleriydi aynı zamanda...
Kavalalı Mehmet Ali Paşa üzerinden Osmanlı’ya isyan eden Arap algısı, Büyük Savaş’ta Lawrence’in çalışmalarıyla daha da derinleştirilmiş ve iki millet arasında halen tam anlamıyla yıkılamamış fitne tohumları ekilmişti.
Hedef, Türkiye’yi savaşa çekmek!
Bu fitne duvarını aşmaya yönelik hamleler ise, bir kez daha benzer bir oyun ile engellenmeye ve bölgede öncelikle Suriye üzerinden bir Türk-Arap savaşı çıkartılmaya çalışılıyor. Bu savaşın sadece Türkler ve Araplarla sınırlı kalmayacağı da ortada.
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olası bir askeri müdahalesi, beraberinde Türkiye-İran üzerinden, bölge Kürtlüğünün de etkilenmesi kaçınılmaz bir bölgesel savaşı (Türk-Kürt-Arap-Fars) başlatma riskini barındırıyor. Böyle bir savaş başlarsa, bölge yüzyıllar boyunca çözemeyeceği bir kan davasına sürüklenmiş olur.
Türkiye’ye çok boyutlu operasyonlar!
Dolayısıyla burada kilit ülke Türkiye. Türkiye kilidi ya da direnci kırıldığında, Ortadoğu çok daha farklı bir sürecin içerisine sokulacak. Bunun için de ülke içi ve dışındaki tüm hassas noktalara operasyon çekiliyor. Bunların başında da etnik-mezhepsel fay hatları geliyor.
Değişik vesilelerle Sünni-Alevi hattı ile PKK üzerinden bir Türk-Kürt savaşının çıkartılmaya çalışılmasının altında da bu yatıyor. Ülkedeki bir takım olayların büyük sosyal patlamalara doğru yöneltilme çabaları bu açıdan dikkat çekici. Kitleler sokak çatışmaları, darbeleri üzerinden adeta bir iç savaş ortamına sürüklenmeye çalışılıyor.
Merkez-çevre arasında kendisini göstermeye başlayan kopukluk ise, adeta sürece hizmet eder görünüyor. Siyasi iradenin çevreyi kazanmaya yönelik atacağı adımlar bu açıdan büyük önem kazanmış durumda.
Hiç bir şekilde tasvip etmediğimiz Özgecan hadisesi ve Fırat Çakıroğlu’nun şehit edildiği ve bunun içerideki fay hatlarının daha kırılgan bir hale getirilmeye başlandığı bir dönemde yükselmeye başlayan IŞİD tehdidi bu açıdan oldukça dikkat çekici.
Kobani intikamı ve IŞİD’li teröristlerin yargılanma süreci ile gündeme getirilen tehdidin bir kez daha Süleyman Şah üzerinden işlenmeye başlanması, seçim sürecine girmiş bulunan Türkiye açısından durumu daha hassas bir hale getirmiş durumda.
Açıkçası, Türkiye tehdit altında. Kırmızı çizgileri üzerinden vurulmaya, tahrik edilmeye çalışılan bir Türkiye söz konusu. Diğer taraftan ise tarihi tecrübeler... Tarihsel döngünün bir kez daha işbaşında olduğu bir dönemde hissiyat ile değil, rasyonalite ile hareket etmek gerekiyor. Türkiye’nin elinde bir atımlık barut var, onu en doğru zamanda kullanmak kaçınılmaz. Aksi takdirde hepimiz kaybederiz!
Bu konuyu, Mısır ve IŞİD ekseninde yazmaya devam edeceğiz...
Not: Bu köşedeki yazılarımdan dolayı beni ve Milli Gazete’yi 10. Yıl Onur Ödülü’ne layık gören Alternatif Politikalar Merkezi (APM) ve onun değerli başkanı Dr. Mahmut KOÇAK beye de buradan teşekkürlerimi sunmak istiyorum.