Esasına bakılırsa bugün zindan kelimesiyle kan, gözyaşı,
çığlık, trajedi ve ölümlerle anılan bu yapı aslında adı gibi bir zindan
oluşturmak amacı ile değil, Bizans a yani Doğu Roma İmparatorluğu na misafir
gelen kralları ve yabancı sarayların mensuplarını ihtişamlı bir şekilde
karşılamak için yapıldı.
O muazzam hadiseye yani Fatih Sultan Mehmet Han ın
muhteşem fethine şahit olan ve ilk taşları Allah Resulü Peygamber Efendimizin
dünyayı şereflendirmesinden yaklaşık 100 sene önce yerlerine konan Yedikule
Zindanları, çekilebilecek her türlü derdi gamı çektikten sonra bir kenara
atılmış garip bir derviş gibi hakiki İstanbul un en uç noktasında kıyameti ve
kendisini ziyaret edecek misafirleri bekleyip durmakta senelerdir.
İstanbul un altıncı tepesi olan Arkadius tepesinin
Cerrahpaşa dan Kocamustafapaşa semtlerini içine alan Marmara Denizi ne bakan
kısım eteklerine Roma İmparatoru 1. Thedesius tarafından şehre girişin bir
numaraları imparator ve zafer kapısı olarak 412 tarihinde inşa edilen Yedikule
Zindanları, esasında ilk yapıldığında tek kapılı idi. Ardından geçen seneler
itibari ile farklı misyon ve vazifelerle donatılan zindanlar İmparator 2.
Theodosius tarafından da, kapının iki yanına iki kule eklenerek şehir
surlarıyla birleştirilmişti. İmparator 4. Kantakuzen tarafından da iki kulenin
yanına birer kule daha eklenince kapı, dört kuleli hâle geldi. Fatih Sultan
Mehmet Han bu dört kuleli surları, 1470 senesinde üç kule daha ekleterek kapalı
bir hisar hâline getirdi. Ve o günden sonra ismi Yedikule Hisarı oldu.1
Hisarlara ya da diğer adı ile zindanlara ismini veren yedi adet kule ise
şunlardır:
1- Genç Osman Kulesi,
2- Cephânelik Kulesi,
3- 3. Ahmet Kulesi,
4- Hazîne Kulesi,
5- Bayrak Kulesi,
6- Zindan Kulesi,
7- Top Kulesi.
Esasına bakılırsa bugün zindan kelimesiyle kan, gözyaşı,
çığlık, trajedi ve ölümlerle anılan bu yapı aslında adı gibi bir zindan
oluşturmak amacı ile değil, Bizans a yani Doğu Roma İmparatorluğu na misafir
gelen kralları ve yabancı sarayların mensuplarını ihtişamlı bir şekilde
karşılamak için yapıldı. Theodesius zamanında inşa edilen bu kapı zamanla
etrafını süsleyen altın motifler ve haç şekillerinden dolayı kendine Altın Kapı
denilmiştir. İstanbul un Müslümanlar tarafından muhteşem fethinden sonra
hükümdar Fatih Sultan Mehmet, sonradan yaptığı eklemelerle bu tarihi yapıyı bir
askeri garnizon merkezi, ileri gözetleme noktası haline getirmiştir. Böylelikle
Roma-Osmanlı mimarisi ve mimari anlayışını bir potada eritip bütünleştirerek
pragmatik bir şekilde kullanmayı başarmıştır. Tüm dünya tarihçilerinin
buluştuğu, ittifak ettiği ortak bir nokta vardır ki, çağ açıp çağ kapatan,
dönemin Katolik Papası 3. Pius a Müslüman olması, medreselerde dirsek çürütüp
hakkıyla molla olması şartıyla şeyhülislamlık teklifinde bulunan cihan
hükümdarı Ebu l Feth Fatih Sultan Mehmet Han, çağının en entelektüel dünya
görüşüne sahip sanat ve mimari dünyasına hakim bir Rönesans hükümdarı
olduğudur.
Bugün ana hatları ile bu bilgilere herkes sahip olabilir.
Fakat çok az tarihi kaynağın bahsettiği belli belirsiz bir hadise vardır ki çok
enteresandır
Yedikule zindanlarında bir mumya bir kaç gün hapis
yatmıştır.
Evet evet yanlış okumadınız. Mısır dan kaçırılan bir
mumya birkaç günlüğüne Yedikule Zindanları nın mecburi misafiri olmuştur.
Hadise şöyle meydana gelmiştir:
Avrupa da, Rönesans tan itibaren, antik çağ eserlerine
karşı bir ilgi uyanmış ve İtalya da başlayan eski eser toplama merakı, daha
sonra bütün kıtaya yayılmış; papalar, krallar, prensler, kardinaller ve asiller
bir taraftan eski eser toplarlarken, bir taraftan da yeni eserlerin bulunması
için kazılar başlatmışlardı. Kralların zenginlik ve ihtişam ölçülerinden biri,
artık koleksiyonlarında bulunan eski eserlerdi. Ama bu koleksiyonların
zenginleşmesinin önünde önemli bir engel vardı: Bu tür eserlerin en fazla
miktarda bulunduğu yer, Osmanlı topraklarıydı. Mezopotamya, Mısır ve Anadolu
gibi insanlık tarihinin en eski uygarlıklarının kurulduğu topraklar Osmanlı
Devleti ne aitti ama Osmanlıların bu gibi antik çağ eserlerine karşı bir
ilgileri yoktu.
İstanbul a gelen Avrupalı elçiler, seyyahlar ve tüccarlar
ülkedeki eski dönemlere ait eserleri incelerler, kitabeleri kopya ederler ve
krokilerini çizerlerdi. Merkezdeki veya taşradaki idarecilerle dostluk kuran ve
şüpheli davranışları olmayan bu diplomatlar, antik çağdan kalma heykelleri,
kitabeleri ve diğer eserleri ülkelerine götürme imkânı bulurlardı. Başta
İngiliz ve Fransızlar olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu ile iyi ilişki
içerisinde bulunan devletler, Türklerin önem vermediği eski eserleri
İstanbul da bulunan elçileri vasıtasıyla yavaş yavaş memleketlerine taşıdılar.
18. yüzyıla gelindiğinde, Avrupa da yeni bir moda çıktı:
Mumya toplama merakı... Eski çağlardan itibaren birçok uygarlıkta, cesetler
bozulmamaları için mumyalanmışlardı. Mumyalama İnkalar dan Selçuklular a kadar
hemen her devirde yapılmıştı ama zirveye çıktığı uygarlık, eski Mısır idi.
Avrupa da mumya merakının başlamasından sonra, gözler yine bol sayıda mumyaya
sahip olan Osmanlı İmparatorluğu na çevrildi ve İstanbul da bu yüzden birçok
tuhaf hadiseler yaşandı. Bu hadiselerin birinden 18. asırda İstanbul da görev
yapmış olan bir İngiliz diplomatın karısı olan Lady Montagu nun Türkiye
Mektupları isimli kitabında ve Osmanlı İmparatorluğu nun resmi tarihçisi
Mehmet Raşit in Tarih-i Raşit adlı eserinde bahsediliyor ve İstanbul da
yaşanan son derece ilginç bir mumya macerası anlatılıyordu.
İstanbul da Üçüncü Ahmet in iktidarda olduğu 1717 yılı
Mayıs ının sonlarında bir gece devriye gezen görevliler, Edirnekapı
taraflarında şüpheli hareketlerde bulunan birkaç Avrupalıya rastladılar.
Avrupalıların araba içerisinde taşıdıkları beyaz bir sandık açıldı ve
içerisinden bir kadın cesedi çıktı. Yakalanan kişiler Fransız dı ve sandıkta
bulunanın ceset değil mumya olduğunu, Fransa Kralı tarafından İsveç Kralı na
hediye gönderilmek üzere sipariş edildiğini söylediler.
Durum, derhal sadrazamın vekili olan İstanbul
kaymakamı na intikal etti ve bir soruşturma başlatıldı. Mumya, Osmanlılar için
bir değer ifade etmiyordu ama tam bu sırada İstanbul da bir dedikodu yayıldı.
Fransa Kralı nın İsveç e göndermek istediği kadın cesedi tılsımlıydı ve
imparatorluğun devamı, bu mumyanın ülke dışına çıkmamasına bağlıydı. Fransa ve
İsveç elçiliklerinin mumyayı alabilmek için yaptıkları bütün girişimler Osmanlı
idarecilerini etkilemedi, bu girişimler aksine bir büyü ile karşı karşıya
kalındığı kanaatini doğurdu. İçerisinde mumyanın bulunduğu sandık mühürlendi
ve Yedikule Zindanları na götürüldü. Mumyanın kaçırılmasına mani olunmuş ve
dolayısıyla imparatorluğun yıkılmasının önüne geçilmişti.2
KAYNAKLAR:
1) Vikipedi Yedikule Zindanları maddesi
2) Murat Bardakçı,
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx id=183167 Erhan Afyoncu,
Fransa ya Osmanlı Tokadı, Yeditepe Yayınları, sf. 143