Wittgenstein Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır

diyor. Bugün bizi sınırlandıran kendimizi hangi sınırlar içinde görüyorsak,

kullandığımız dile ve muhatap oluğumuz dile bakmamız yeterli olacaktır. Bir

istatistik yapılsa sadece gazete ve televizyonlarda kullanılan kelimeler alt

alta dizilse dünyamızın neye tekabül ettiği ortaya çıkacaktır. Kelimelerin,

cümlelerin altında yatan şiddet, hınç ve nefret bu sınırın dikenli tellerini

oluşturuyor. Hatalar yapılırken ortaya çıkan acılardan daha çoğunu onları

düzeltirken duyuyoruz. Çünkü artık dilin kemiği değil mitralyözleri var. Bu da

bizleri gün ve gün birbirimizden uzaklaştırıyor, aramıza aşılmaz yaralardan

oluşan duvarlar örüyor. Bütün ortak değerlerimizi tahrip ediyor. Bütünlüğümüze

her geçen gün onulmaz darbeler vuruyor. Dilin ve sözün yozlaştığı bir dünyada

güçten, erkten, iktidardan bahsetmek, onun sağladığı avantajları kaybetmenin

maliyetinden korkmak ise hakikatin gücüne olan inançsızlığın en büyük

göstergesidir.

Burada yeni bir şey devreye giriyor, güvensizlik.

İktidarın, otoritenin sağladığı imkânlara duyulan minnettarlık ile mutlak güç

ve kuvvet sahibine duyulan arasında riyakâr bir yaklaşım tarzı var. Lafzı ve

fiili farklılıkları kastediyorum. Sadece bu gücün kaynağı ile de sınırlı değil;

ayrışan, kutuplaşan, ötekileşen her şey temelinde bu güvensizlik yatmaktadır.

Güvensizlik modern zamanların anahtar sözcüklerindendir. Bugün algı lar

çağında yaşıyoruz. Gerçekliklerin yerini algılar oluşturuyor. Dilin ve dünyanın

sınırlarını algı mühendislikleri inşa ediyor. Yapay,  göreceli, an lık bağlılıklar, tepkiler

dünyasında yaşıyoruz. İlgi alanları, etki alanlarıyla ve sayısal verilerle

tespit ediliyor. Onun için iktidarlarda mutlak bir söz yetkisi de gerçekte

yoktur. Sadece temsili bir görüntü arz ediyorlar. Çünkü sistem daha çetrefilli

bir mutlakıyetle yönetiliyor ve bu yönetim biçimi insan merkezli değil ki, hak

merkezli olması düşünülebilsin. Savunulan özgürlükler de, karşı çıkılan

yoksunluklarda aynı etki merkezinden pompalanıyor. İçinde yaşadığımız zaman

dilimi bağışlanmaz suçların, kırık umutların yüzyılı;  inanabildiğimiz her şeye karşı, içten dışa

dıştan içe varlık ölçeğinde bir güvensizlik duyuyoruz. Bu yüzden sorular

dönüyor zihnimizin bir köşesinde. Gelecek, umutlarımızın mı yoksa daha büyük

karabasanlarımızın mı yarını olacak Özgürlükle, huzurla mı donanacak yoksa

artan kaosla, umutsuzlukla, kölelikle mi

Zaman her an birçok yol üzerinde ilerliyor. Dilimizin ve

dünyamızın sınırlarını genişletmek için her şeye rağmen bir çaba göstermek, bir

anlam dünyasına ulaşmak potansiyeli içimizde bir yerde bizden bir işaret

bekliyor. Bizim göstereceğimiz çaba şartlara teslim olmamak adına; kendimizi

çevreleyen bu baskı, şiddet, sömürü çarkını ters yüz etmek için ve kendi

varlığımızı, kendimizi gerçekleştirmek adına olmalı ki bu zaten fıtri olan bir

şey. Neticelerin dünyasında oyalanmak, konuşmak da sadece kaosa katık, atalete

gerekçe üretir. Sadece mevcut duruma bakıp umutsuzluğa düşerek, her şeyin aynı

kalmasına müsaade etmek, bu durumu inşa edenlerle ortak olmaktan başka bir şey

değildir. Zaten mücadelenin sonucunun neye tekabül ettiğini ancak varış ta

görebilir, bilebiliriz.

Şunu bunu suçlamak, onda bunda kabahat bulmak

problemlerin etrafında dolaşmak sadece bir miktar iyi hissettirir. Çünkü

yapılan bu eylemin bir mesuliyeti yoktur. Bunun yerine anlamaya çalışsak o

zaman değişmeye ve değiştirmeye de başlayabiliriz. Sürekli aynı dil çeperinin

ardından dünyaya, insana, olana, bitene bakmayız. Hatta belki de şöyle

diyebiliriz Belki hiçbir şey yolunda gitmedi ama hiçbir şey de beni yolumdan

etmedi. Ama yolda olmakta, anlamakta masraflı iştir. İkisi de bedel ister, emek

ister, samimiyet ister. Yorgunluktan, yoğunluktan bahsetmenin bir anlamı yok,

insanları yorgun kılan maskeleri bir tarafa bıraktığımızda yol almış

olacağız.  Tedirginliğin artmıyorsa,

yaşayan bir ölü olmalısın çünkü düşünmüyorsun demek Son olarak Konfüçyüs ün

dediği gibi Güneşin sana gelmesini istiyorsan gölgeden çık. Hoşça bakın

zatınıza

TAŞ GEMİ

Sabahın karşısında konuşmak ne zor!

İncecik kül gibi kalıyorsun,

dağ susmaya giden yolu biliyor

sen bilmiyorsun (Birhan Keskin, Dağ)

Not: Müziğimiz bu hafta Sedat Aktaş dan Gürcü müzisyen

Lela Tsurtsumia dan Ballad ı dinliyoruz. Bırakın gitsin müzik, bittiğinde

içinize düşüyorsa nasip de o kadardır. Diyarbakır dan Erzurum a 63 şarkı ile.

Fındıklı dan Erzurum a Kazım Koyuncu ile İskitlerden Balgat a 5 şarkıyla Her

mesafenin şarkıları var, notalar birikiyor takvim yapraklarının yanında. Bütün

dillerde hüzün, sevinç hep aynı notalarda

Bize kadar

1-         Milan

Kundera, Dünya öyle çirkindi ki, kimsecikler kalkmadı mezarından diyor.

2-         Bâyezîd-i

Bistâmî Hazretleri buyurur: Halkın Hakʼtan

en uzak olanı, sonra yaparım deyip hayrı tehir edendir.

3-         Halime

Toros, Ne ki hayat; bir ağaca sırtını dayayıp kısacık bir soluklanma anından

başka diye soruyor.

4-         Zeynep

Biçek, Dünya üzerinde, sadece tek bir insanda da kalsa MERHAMET, korkun!

diyor.

5-         Vedat

Severoğlu, İncinenlere İNŞİRAH bahşediliyorsa, incitenlerin vay haline!

diyor.

6-         Özgürlük

nedir Beklentisizliktir, Vedatcan

7-         Ali

Düğdü, Bilge Aliya ne diyordu Savaşlar yenilince değil, düşmana benzeyince

kaybedilir diyordu.

8-         Cennet

yurdumun güzel insanı, Orhan Taşkır a ve o nun Cennet Çocukları na selam

olsun

9-         Bu

haftaki film B. Fatih Çalışkan dan. Bergman dan bir başyapıt Yedinci Mühür ü

sakin bir kafa ile izlemeyi teklif ediyor. İnsanın varoluşsal ıstırabına,

adalete dair sağlam bir film. Alt metinlerini de okumaya çalışarak, iyi gider

10-       Bu haftaki

kitap Salih Akyüz den, Ali Haydar Haksal ın o leziz anlatımıyla, kaleme aldığı

Oruç Çağrısı kitabını okuyabiliriz. Vedaya hazırlanan Ramazan iklimine daha derin bir bakış atmak adına oruç

çağrısına kulak verelim. Kitap İz yayınlarından

DAĞARCIK

Bizim nesil e çocukken her şeyi korku ile öğrettiler.

Korunmamız gereken cephelere karşı korku denklemleri tedbir oldu ve bugünlere

getirdi bizi. Korunacak cephesi bizden fazla olan bir nesle ebeveynlik yapmaya

çalışıyoruz. Haberlerde Ramazan ayından hangi hisseler alınmalı sorularına

cevaplar arandığı günlerde, yün yeleklerin çıkartılıp intihar yeleklerinin

giydirildiği aylarda; güvenliği sağlanamamış köylerden, güvenliği sağlanmış

köylerde güvenlik sağlansın için oy verildiği zamanlarda ebeveynlik yapmaya

çalışıyoruz. Şimdi ben kuzularımı korkutmayayım da ne yapayım (Nuri

Tüfekçi den Tadımlık)

TEKKE

  Kulların en

hayırlısı, kendisinde şu beş hasletin toplandığı kimsedir:

1) İyilik yaptığı zaman sevinir.

2) Yanlışlık yaptığı zaman istiğfâr eder.

3) Kendisine nimet verildiği zaman şükreder.

4) İptilâya mâruz kaldığı zaman sabreder.

5) Haksızlığa uğradığı zaman affeder. (Câfer-i Sâdık

Hazretleri nden tadımlık)