Geçtiğimiz haftalarda yazdığımız İçimizde Şehirler Kurmak başlıklı yazımızda, “Tarihe damga vurmuş bütün şehirlerin, kendilerine has bir ruhu, bir bakışta hatırlanan özellikleri ve “bu şehir, o şehirdir” diyebileceğiniz siluetleri vardır. Mekke, Medine, Kudüs, Şam, İstanbul, Paris… Şehirleri idare eden yönetimlerin, yani yerel idarecilerin göreve geldikleri anda, şehirleri nasıl bulduysa, bir sonraki kuşağa da aynen aktarma sorumlulukları bulunmaktadır. Bir şehirde yaşayan insanların da, yerel yöneticilerini her an kontrol etmeleri, bulundukları şehre yaptıkları ihanetleri veya yatırımları gözden geçirmeleri şarttır. Şehirlerde yaşayanların, kesinlikle şehri yok etmemeleri, tarihten gelen değerlerini koruma yönünde yerel idarecilere otokontrol uygulamaları gerekir. Şehirleri önce içimizde kurmalıyız. Medeniyet insanların şehre bakışı ile başlar. Şehri sevmesi, şehri sahiplenmesi, şehri geleceğe taşıyacak yapılar imar etmesi ile belli olur. Maalesef, 21. yüzyılın şehirleri de, insanlığı da, insanların birbirlerine olan sevgi ve saygısı da giderek yapaylaşıyor. Bilge Mimar Turgut Cansever diyor ki, “Maneviyatın tekâmülü sevgi toplumu oluşturmak, maddiyatın tekâmülü ise şehirleri güzelleştirmektir.” Şehirlere ruh katan, orada yaşayan insanların birbirleriyle olan ilişkileridir” tespitlerinde bulunmuştuk.

İstanbul, bir dünya başkenti… Medeniyetlere başkentlik yapmış, çağ açıp çağ kapatmış bir şehir. Her ne kadar Türkiye’nin başkenti Ankara gibi görünse de, herkes biliyor ki, Ankara sadece bürokrasinin başkenti. İstanbul, sosyal, siyasal, kültürel ve sosyolojik olarak Türkiye’nin başkenti olarak literatürde yerini almış durumda. Kuşkusuz, bu şehre yerel idareci olmanın çok büyük anlamı ve sorumlulukları var.

Bir şehre yerel idareci olmak,  o şehrin kaldırımlarını yapmak, çöplerini toplamak, herkese suyunu adil şekilde paylaştırmak, yeşilliklerini artırmak asla değildir. İstanbul gibi bir şehre yerel idareci olabilmek, öncelikle tüm dünyanın gözünün üzerinde olduğu bu şehri bir “Dünya Markası” haline getirebilmeyi gerektirmektedir.

Yenilenen İstanbul seçimlerinde 25 yıl sonra Cumhuriyet Halk Partisi, AK Parti’nin elinden İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı aldı. Sosyolojik, siyasal ve iletişim bağlamında AK Parti’nin seçimleri neden kaybettiği yönünde yüzlerce yazı ve makale okuduk. Ama şunu açıkça söyleyebiliriz ki, bu seçimleri CHP kazanmadı, AK Parti kaybetti. Nasıl?

Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin aksayan ve SOS veren yönü bu seçimlerle birlikte ortaya çıktı. Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçimlere aşırı müdahil olması dolayısıyla, seçmen Türkiye’de yaşanan ekonomik krize, işsizliğe, yoksulluğa, demokrasi ve insan haklarına, yüksek faize, enflasyona ve dolayısıyla kısa süre önce yürürlüğe giren sistemin defosuna olumsuz oy vererek, AK Parti’ye müthiş bir ikazda bulunmuş oldu.

İstanbul demek, Türkiye demek… Türkiye demek, İstanbul demek… Türkiye’nin ekonomisini belirleyen ana arter ve kaynak İstanbul’dan besleniyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, seçimleri neden kaybettikleri üzerine muhakkak ki, farklı senaryolar ve argümanlar sunulacak.

Ama Erdoğan bilmeli ki, Türkiye’nin ekonomik, siyasal, kültürel başkenti İstanbul’u kaybetmelerindeki temel sebep, ülkenin bütününün yönetilememesinden kaynaklanmaktadır. Sistemin arıza vermesi, SOS vermesinden kaynaklanmaktadır.