İnsanı etkileyen ve yönlendiren soyut ve somut düşünceler, vehimler, hayaller, tahayyüller vardır. Mutlak surette tesir eden her şey bir nedene bağlıdır. Beşeriyet bu tesirlerden düşüncesiyle, mukavetiyle ya karşı koyar ya da bunları yenecek gücü kendinde bulur. Manevi güç ve bu minvalde azim insanı ayakta tutar. Allah bu gücü vermiştir. Ancak bu başa çıkış kendisine verilen ve o yolda gidenler içindir. Sevgi, korku, irade, yol, yöntem, endişe, rahatlık… gibi kavramlar bu anaforda istikameti belirler.
Kuşkusuz beşeriyeti adeta yıkılmaz bir kale gibi kavi kılan da imandır, itikattır. Bütün beşeri his ve fikirler inanca bağlı kalındığınca anlam ve değer kazanır. İnsani vasıflar ya bu mikyasta temayül eder, ilerler ya da yerle yeksan olur. İçinden çıkılmaz bir hal alır. İşte sevgi de bu inanca dayalı olarak insanı kâmilen insan yapar.
Sevgi; küçük dar kalıplardan sığ düşüncelerden ayrıştığında, yaratan nazarında, “Bir ben vardır benden içeri” dediğinde mutlak hakikate erer. Işık olur, nur olur kalplerde doğar. Her güçlüğü yener. Derde deva olur. İnsanca yaşamanın hazzını görür.
İnsan sevgisiyle dolu olan gönül küçük, basit, yapmacık şeyleri görse de daima içinde bulunduğu hal ve şarta rağmen bütünsel olarak bakar. Küçük ayrıntı ve problemler yumağına kendini bağlamaz. Pragmatik düşünce ve yaklaşımların dışında olur. İnsan her olaya, inan ve sevgi penceresinden bakabildiği oranda özgür olur. Bu özgürlük özgünlüğü de getirir ve o insanı bu hâl kanatlandırır.
İnsanlar, küçük büyük hesaplar içinde olduklarından hayat gailesi içinde debelenmektedir. Elbette hesaplar olacaktır. Ancak bütün hesapların yolu hayırlara çıkmak şartıyla kaim olabilecektir. Başıboş olması mümkün olmayan insan bir amaç taşımalıdır. Bir niyeti olmalıdır. Fakat bazı insanlar gibi niyet insanı olmamalıdır. Niyet etmek doğru okunduğunda hayırlı bir şeydir. Bilakis hayırla birleşen niyette aslolan aynı minval üzere netice almaktır. Bu bakımdan niyetten neticeye uzanan yolda disiplinli olmak gerekir. Bunun ucu da İslama çıkar. Zira İslam disiplin dinidir.
Disipline edilmemiş olanlar zaman olur sahte gülücüklere kanar. İnsan bu zaman olur hiç arzu etmediği halde birilerinin sahte gülücüklerine konuverir. O gülüşleri kendi yüzlerinde görmek, göstermek hiçbir şey kazandırmaz. Üstelik bu sathi durum bizi fena halde rahatsız eder. Bu platonik hali kendine uyduranlar, kendi yaşamını bu felsefeyle örtüştürenlerin hayattan haz alışları da sahtedir. Böyle bir tutumun ne kendine ne de çevresine bir katkısı vardır. Halis bir yürekle bakanların durumu böyle değildir. Onlar, sürekli olmasalar da iyi, güzel, mutlu insanların dokunuşları siner üzerlerine. Bir insanın üzerine yerleşen, yakışan ziya başkalarını da apak eder. Öyle kalmak ister. Fakat hayat bu her şey zamanla değişir ve gelişir. Kalıcı olan bu güzelliklere ayak uydurabilmektir.
Bazılarında yalanın nerede başladığı ve bittiği belli olmaz. Hırsızlık da öyledir. Fakat her ikisin de sonu hüsranla biter. Sakın sizler, “Kötüye ne olur!” demeyiniz. Kimimiz kötünün akıbetini görürüz kimimiz de göremeyiz. Fakat başkaları görür.
Kimi aklını kullanarak kimi de aklını ortadan kaldırarak hakikate ermek, ulaşmak ister. Bu bakımdan dikkat edilmediği takdirde küçük duygular ve fikirler büyük duygu ve fikirlerin akabinde değerlerin kaybedilmesine sebep olabilir. Realitenin içinde yaşarız, mücadele ederiz. Bu hal ya bize yeni bir hayat verir ya da olduğumuz yerde kalırız. Bir değişim gösteremez ve kaderimize razı oluruz. Başımıza türlü türlü felaketlerin gelmesi de bir bakıma böyle bir düşünceyle de bağlantılıdır. İşte bu durum içimizde korkuların yerleşmesini de sağlar. Sadece bu halde de korkularımıza yenik düşmeyiz. Bize en yakın olanların değerini yaşarken anlayamamak bizi birçok kere geçmişe götürür. Anne, baba, eş, çocuklar, yakın arkadaşlar… Bunlardan bir ikisi aradan çekilince belki insan korku gücünü biraz kaybeder ancak o korku hep yanı başımızda durur. Hep geçmişle hesaplaşmak durumunda kalmak pişmanlıkları çoğaltır.
Korku baskısı insan ölene kadar devam eder. Bu korkuların en etkilisi de kuşkusuz insanın kendi ölümüdür. İnançlı da inançsız da ölüm korkusunu duyar. İnanan insan öldüğünde yaşadıklarının korkusunu daima düşünür. Çünkü ölümlü dünyanın sonunda ceza da vardır ödül de. Hardal danesi kadar imanı olanın cennete gireceğini düşünen insan netice de ümitvar olur.
İnsanın en korktuğu şey kuşkusuz kendi ölümüdür ancak bir de çok sevdiği birini kaybedecek olma korkusu tedirgin eder. Bu korku da hiç bitmez. O sevgi/li ölene kadardır. Bu anlamda ondan sonra düşünülecek pek de bir felaket kalmaz.
Korku hürriyeti kısıtlar. Bizler korkularımızı yendiğimizde kendimizi daha hür hissederiz. Korkacak bir şeyi olmayanlar rahattır. Kendilerini emin hissederler. Ancak kim korkmaz ki hayat sonrasından Bu saiklerle korkularımız ya bizi kendimize getirir ya da bizi örseler. Hayat nizamını sevgi medeniyeti üzerine kuranlar, hayata ilahi bir pencereden bakanların üzerinde işte o çok korkulan ölüm korkusu bir şekilde aralanır. Hz. Mevlana gibi düğün gecesine benzetir o bakış açısı.
Bazı sevgiler korkutur bazı sevgiler de öldürür. Ölümü korkunç yapan kuşkusuz insanın hesaba çekileceği korkudur. Bazıları bir anlık öfkenin, kısır bakış açısının kurbanı olur. Zorla güzellik olmaz. Gerçek güzellik gönle girilmesiyle, karşısındakinin kalbinin kazanılmasıyla olur. Sevgide fedakâr olamayanların sevdiklerinden feragat istemeleri zelil bir durumdur. Bu açıdan bazı haris sevgiler korkutur. En güzel sevgi karşılıksız sevgidir. Bir şey istemeden beklemeden yapılan sevgidir. Allah’ın hoşnut olduğu sevgidir. Bazı korkular da bu sevginin oluşumunu sağlayabilir.
Filhakika sevgiye dayanarak izzet kazanmaya çalışanlar kaybetmez. Sevgilerimiz de korkularımızda bizi en hayırlısına en güzeline götürmelidir.