"Ben gidiyorum
Ardımda bir fikir kalsın istiyorum. Zorluklarla
karşılaşınca ölüm korkusundan istikametini şaşıranlarla biz, ölümden aynı şeyi
anlamıyoruz
Bu bir imtihandı. Kolay olacağını söylemedi hiç kimse.
Sancısız olacağını, bedelsiz olacağını
Bu yola baş koymak, sonunda gerekirse bu uğurda o baştan
vazgeçmek demekti. Bizim için karar aldıklarını zanneden ahmaklar var. Bu karar
ancak göklerde alınmış olabilir. Siz kimsiniz ki..!
Ben gidiyorum
Benden önce giden arkadaşlarımın yanına Râsulullah ın
yanına Fakat siz kalacaksınız. Kimin doğru olduğu, benim gittiğim yerde
çıkacak ortaya
Birkaç gün önce şehâdet şerbetini içen Mâtiurrahman
Nizâmi nin son sözleri bunlar.
Önce Molla Abdülkâdir, ardından Gulam Âzam, sonrasında
Muhammed Kamâruzzaman, şimdi de Nizamî Matiurrahman
Hepsi de işbirlikçi Bangladeş Hükümeti tarafından ya idam
edilerek, ya da zindanlarda hapsedilerek son nefeslerini veren ulu çınarlar.
Bangladeş Cemaat-i İslami hareketinin önderleri. Milli Görüş ün uzak
diyarlardaki temsilcileri
İşbirlikçi yönetim tarafından vatan hainliğiyle
yaftalandılar. Türlü türlü iftiralara maruz kaldılar. Sözüm ona bağımsızlık
savaşında düşmana yardım etmekle suçlandılar. Sözde bağımsızlık savaşı denilen
savaş, bir iç savaştı oysa. Düşman dedikleri de Pakistan dı.
İŞİN ASLI ÇOK
BAŞKAYDI
Aslında Hint yarımadası bir İslam coğrafyasıydı. 16.
Yüzyılda 150 milyonluk nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman dı. Batı da Osmanlı
Devleti nin fetihten fethe koştuğu yıllarda, Hint yarımadasında da refah ve
adaletiyle nam salan Babür Hanlığı hüküm sürmekteydi.
Başta İmam-ı Rabbani, sonra Abdülhâk Dehlevî, sonra
Mevlâna Hâmid-i Bengâli, sonra Mir Muhammed Numan, Eşref Seyyid Cihangiri,
Muhammed Hüccetullah, Ebu Said Fârukî, Nur Muhammed Bedâyûnî, Muhammed İhsan,
Muhammed İsmail, Emir Hüsrev Dehlevî ve daha niceleri. Hepsi de mümbit Hint
coğrafyasının dünyaya hediye ettiği büyük İslam âlimleriydi.
Ardından 18. yüzyılda İngiliz sömürgeciler yeryüzünün bu
en büyük yarımadasına ayakbastı. Sonrasında da iki yüz yıllık işgal ve sömürü
dönemi başladı. İngiliz işgali boyunca birçok isyan ve direniş hareketi oldu.
Fakat hepsi de en kanlı şekilde bastırıldı. Hint Müslümanları sahipsiz ve
çaresizdi, böylece iki asır geçti. 20. asrın başlarında patlayan Birinci Dünya
savaşında yokluk içindeki halk, bir yandan Osmanlı ya yardım etmek için kendi
arasında para topluyor Bir yandan da İngiliz sömürgecilerin komutasında,
Osmanlı ya karşı savaşmak için Çanakkale den Kut ül Amâre ye kadar zorla
cepheye sürülüyordu.
İkinci Dünya Savaşı nın ardından Büyük Britanya
İmparatorluğu çöktü. Sömürgeci askerler fiili olarak Hindistan dan çekildi.
Fakat Hindistan artık eski Hindistan değildi. İki asır süren İngiliz işgali,
ardında birbirlerine düşman edilmiş halklar ve sorunları bugün dahi çözülememiş
patlamaya hazır bir coğrafya bıraktı.
1950 lere gelindiğinde İngiliz fitneleri sayesinde önce
Hindistan ve Pakistan ayrıştırılarak birbirleriyle savaştırıldı. Yetmedi, hemen
ardından Pakistan, Doğu ve Batı şeklinde ikiye bölündü. Aslında doğunun da,
batının da halkı Müslüman dı. Gelenekleri de, görenekleri de, örfleri de,
âdetleri de aynıydı. Fakat yirmi yıl sonrasında yine benzer fitne kazanları
kaynatılarak, bu sefer de Doğu ve Batı Pakistan arasında savaş çıkarıldı.
1971 deki bu savaşın ardından da, Doğu Pakistan ın adı bugünkü bildiğimiz
Bangladeş oldu.
İşte Cemaat-i İslami liderlerinin durdurmak istedikleri
ve fakat yıllardır vatan hainliği iftirasına maruz kaldıkları savaş, Doğu ve
Batı Pakistan arasındaki bu iç savaştı. Cemaat-i İslami liderleri bölünmek
istemiyorlardı. Çünkü yakın tarih, daha dün gibi hepsinin aklındaydı. İngiliz
işgalini de, bütün bir bölgeye kandan, ölümden ve zulümden başka hiçbir şey
getirmeyen çatışmaları da hep birlikte yaşamışlardı. Bangladeş ile Pakistan ı
birbirinden ayıran, sonra da ikisini de küresel aktörler nezdinde kolay lokma
haline getiren, işte bu kardeş kavgasıydı.
Oysa bölünme gerçekleşmeseydi İngiliz fitneleri yerin
dibine batırılsaydı Doğu Pakistan ile Batı Pakistan yekvücut halinde
kalabilseydi Bugün belki Keşmir sorunu bile halledilecek, söz konusu ülke dört
yüz milyonluk nüfusuyla dünyanın en büyük İslam ülkesi olacaktı.
ŞUURLU OLMANIN
BEDELİNİ ÖDEDİLER
Anlayacağınız Cemaat-i İslami liderleri iç savaşta
taşeron olmadıkları için Bölünmeyelim dedikleri için Ayrılmayalım dedikleri
için Birlik olalım dedikleri için Hülasa, hakkı ve sabrı haykırdıkları için
şehit edildiler. Onlar verdikleri sözden dönmediler. Zindanlara atıldılar,
fakat işbirlikçilerle pazarlık yapmadılar. Her türlü baskıya, her türlü tehdide
göğüs gerdiler. İşkencelere katlandılar, fakat davalarından vazgeçmediler. Af
dilemelerini, özür dilemelerini isteyenlere de, hayatın da, ölümün de sahibi
Allah tır dediler ve Rablerine kavuştular. Allah şehâdetlerini kabul buyursun.
Ümmet davasını sürdürecek takipçilerine de dirayet ihsan etsin. Âmin.
BURHAN KUZU NUN
İTİRAFLARI
Aranızda Burhan Kuzu yu tanımayanınız var mı
Hani şu seçim barajıyla ilgili, Eğer barajı indirirsek
Saadet Partisi meclise girer diyen
Hani şu eski ortakların kavgasıyla ilgili, Bu yolsuzluk
dosyaları şimdi mi aklınıza geldi diyen
Hani şu silah meselesiyle ilgili, Suriye ye pek çok ülke
silah gönderiyor ama onlarınki yakalanmıyor diyen Hani şu çerez paralarıyla
ilgili, Devlette öyle israflar var ki, anam anam anam anam diye dizini döven
Burhan Kuzu dan bahsediyorum.
Kendisi şu sıralar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ın birkaç
düzine danışmanından biri olma görevini üstleniyor.
Üstlendiği önemli görevlere rağmen, anlaşılan Burhan bey
sır saklamayı pek sevmiyor.
Hadi kendisinin geçmişteki bütün o itiraflarını bir
kenara koyduk diyelim
Ama Burhan Bey yine rahat durmamış ve bu sefer de Avrupa
Birliği nin Türkiye nin isteklerini yerine getirmek zorunda olduğunu, yoksa
sınırları açarak Suriyeli bütün mültecileri Avrupa nın üzerine salacaklarını
söylemiş.
Maşallah Burhan Bey iktidarın itiraf makinesi gibi
çalışıyor. AKP medyası gerçeklerin üzerini örtmek için otuz iki kanaldan yayın
yapadursun
Ya da danışmanlığını üstlendiği Sayın Cumhurbaşkanı her
fırsatta Ensâr edebiyatından dem vursun
Burhan Bey bütün bu meselelerle ilgili serdettiği birkaç
cümleyle hakikatleri tek tek gözler önüne seriyor.
Fakat itirafları bir yana, Burhan Bey e ve onun gibi
düşünenlere hatırlatmak boynumuzun borcudur
Suriyeli muhacirler sizin nazarınızda Avrupa Birliği ne
karşı kullanabileceğiniz bir koz, ya da istediğiniz zaman oradan oraya
fırlatabileceğinizi sandığınız eşya hükmünde olabilir.
Lâkin bizim nazarımızda Suriyeli muhacirlerin her biri öz
kardeşimizdir. Akdeniz in ya da Ege nin sularında kaybolan her bir evlâdımızda
kanımız çekilmektedir. Ya da Avrupa nın karanlık sokaklarında organ mafyasının
eline düşen her bir çocuğumuzda, canımızdan can gitmektedir.
Demem o ki Burhan Bey
Lütfen en azından Suriyeli muhacirlerle ilgili
itiraflarınızı kendinize saklayınız. Lütfen hiç olmazsa bu meselede
içinizdekini dışarıya vurmayınız. Çünkü bu kadarını hakikaten kaldıramıyoruz,
bilesiniz!