Salgında tespit edilen günlük hasta sayısı 2 bin 500’ü geçti. Hayatını kaybedenlerin sayısı da her gün artarak 85, 87 derken 90’a yaklaştı. Kısacası salgın tam olarak kontrol altına alınabilmiş görünmüyor. Bu durum sadece ülkemize has bir netice değil elbette. Tüm Avrupa ülkelerinde günlük tespit edilen hasta sayıları artık 10 binlerle ifade ediliyor. Bunun sonucu olarak bazı Avrupa ülkelerinde öğrenciler okulların tatil edilmesi için yürüyüş yapıyor, protesto eylemlerinde bulunuyorlar. Bu arada protesto eylemlerinde sıkça sağlıklarının ve hayatlarının ekonomiden önemli olduğuna vurgu yapıyorlar. Hemen belirteyim ki, hiçbir sebeple insan sağlığı ve hayatı ikinci plana atılamaz, atılmamalı. Tüm bunları sağlığımız ve hayatımız madde karşısında değer kaybına uğradığı için hatırlatıyor değilim. Ancak, bazı ülkelerde ekonomi durmasın, üretim sekteye uğramasın düşüncesiyle bazı tedbirlerin alınmasından uzak duruluyor. Bir bakıma ekonomi insan hayatının önüne geçmiş durumda.

Ülkemizde salgının başlangıcında ciddi tedbirler alındı. İnsanlar adeta evlerine hapsedildi ve sonuç olarak alınan bu tedbirler sonucu vaka sayılarında azalma oldu, hayatını kaybedenler iyice azaldı. Ancak, salgın tamamen kontrol altına alındı derken ne oldu ise birdenbire artışa geçti. Bu arada uygulanan sıkı kurallardan şikâyetler de başladı. Çünkü üç ay evlerine hapsolan yaşlılar bir süre sonra doğru dürüst yürüyemez oldular. Sonuç olarak hayat normale dönmeye başladı. Bu arada kademeli olarak okullar açılırken, ne oldu ise birdenbire insanlar salgını ciddiye almamaya başladılar. Belki ciddiye aldılar da uygulamada bunu dışa yansıtmadılar/yansıtamadılar. Neticede özellikle 65 yaş üstü insanlarımıza başlangıçta uygulanan yasaklar yeniden ortaya çıktı. Okullar açılırken, yaşlıların eve hapsedilmesinin neyi engelleyeceğini doğrusu anlamak mümkün değil. Çünkü hiçbir evde yaşlılar tek başlarına yaşamıyor, dünya ile irtibatlarını tamamen kesmiş değiller. Kesmeleri de mümkün değil.

Yaşlı demek tek başına yaşayan insan demek değil. Onların da çocukları ve torunları var. Böyle olunca ister istemez çocuklar ve torunlar okula gidiyor, insanlarla bir araya geliyorlar. Onlar eve geldiklerinde hiçbir baba ve dede onlara daha kapıdan girerken dedenden, ebenden uzak dur diyemez, diyenlerin de bu tavrı çocuklar ve torunlar tarafından hayata geçirilmez. Elbette yavrular kendilerinden istenen tavrı ciddiye almadıklarından değil. Ancak, daha düne kadar dışarıdan gelen bir çocuk eve girer giremez kendisini ebesinin ya da dedesinin kucağına atmış iken şimdi gelen yasağı çoğu zaman anlamak mümkün olmuyor. Kısacası, gelinen noktada salgının yeniden artışa geçmesinin faturası da yaşlılara kesildi. Sanki salgının tırmanışa geçmesinin sorumlusu evlerinde oturan yaşlılar imiş gibi bir hava oluşuyor. Genellikle yaşlılara getirilen dışarı çıkma kısıtlamaları yaşlıları kalabalıklardan ve salgından korumak adına alınıyor. Bu hassasiyete karşı çıkmak elbette mümkün değil. Ancak, yaşlıları hayattan soyutlama da mümkün değil. Kaldı ki, salgına karşı alınması gereken tedbirlere en çok uyanların yaşlılar olduğu da bir gerçek. Buna rağmen salgının bedelini ödemeye de yaşlılar mahkûm ediliyor. Bütün iş yerleri açık iken, okulların çoğu bazı tedbirlerle açılmış, diğerleri de açılmaya hazırlanırken 65 yaş üstüne yeni bir sınırlandırmanın getirilmesi, salgının hızlanmasının faturasının yaşlılara kesildiği anlamına gelmez mi?