Yaşamak insanı ziyadesiyle meşgul ediyor olmalı. Her şeyin farkına sonradan varıyor oluşumuz bunun en açık delili. Kapıdan eşiğe adım atıyoruz, bir de bakmışız akşam olmuş. Evde biriken çöpü döküp geliyoruz bir sürü yeni çöpler birikmiş. Hazır vakit bulmuşken berbere gidip uzayan saç sakalımızı kestireyim diyoruz, tıraş olup geldiğimizde bir de bakıyoruz ki 50’li yaşlara baliğ olmuşuz. Bunu ne yüzümüzdeki orantısız çizgilerden ne de saçımızdaki aklardan anlıyoruz. Hep böyle oluyor, kendimize ne zaman birazcık olsun nefeslenme vakti bulsak hemen kendimizle ilgili hazin bir hakikate ulaşıyoruz. Her günü, günü gününe takip etmek keyfimizi kaçırıyor. “İyisi mi üzerinde düşünme, sadece yaşa geç!” diyor içimizden bir ses. Ben yaşlandığımı geçtiğimiz gün fark ettim mesela. Günün arkasından gidip onu geçmeseydim belki de hâlâ çok genç olduğumu zannedecektim. Geçtiğimiz gün bizim gerimizde kalmıştır artık. Hâlbuki aheste giden günün arkasından uyum gösterip ne güzel yürüyordum. Yine geçen mutfakta patlayan ampulün yerine yenisini takarken farkına vardım, Marmara depreminin üzerinden tam 21 yıl geçmiş. Sigara sağlığa zararlı demişti bir sohbet esnasında Tekel’den emekli Şevki usta. Ne bileyim unuttum gitti. Ta ki akciğer kanserinden gencecik yaşında vefat eden kapı komşumuz Urfalı Necati’nin öksürük sesleriyle dünyayı terk edip gitmesine kadar. O giderken dünyanın örtülecek bir kapısı olmadığını anladım. Onun açık bıraktığı kapıdan bir sürü insan geçip gitti.

KÂFİRİN ÖRTÜSÜ

İnsan araya giren görüntülerin bedelini ödüyor. Manzarayı kapatanların açtığı yaraları temizlemekle geçiyor insanın ömrü. Kâfirlerden çektiğini kimseden çekmez insan. Kafir “örten”dir, kamufle eden ve gizleyendir. Siz aydınlığı görmeyin diye önünüzde durup ışığınıza mâni olur. Gördüğünüz her nesnede var olan hakikat pırıltılarını fark etmemeniz için dikkatinizi dağıtır. Oysa insanın şu âlemde herkese dağıtacak zenginlikte bir dikkati yoktur. Kâfir, küfran-ı nimet üzere olandır. Nankörlükle geçinir. Kendine yapılan iyilik ve yardımı görmezden gelip yok sayar. Bilinçli bir unutma eğitiminden geçmiş gibidir. An içinde yaşadığı ve de yaşayacağı şeylerin dışındakilerinin bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Kelimenin yolunu tıkayıp cümlelerin önüne barikatlar yığar. Kâfirin örtüsü çoğunlukla inkâr ve yalandır. İnkâr hakikate tahammülsüzlükten kaynaklı öfkeyi bütün insanları vanasının kapatıp sigortasını indirerek büyütüp besleme ve evlat edinme gayretidir. Yalan, hakikatin yerine hakikat kisvesini giyerek geçmeye çalışan madrabazın uzmanlık alanıdır. Tabiatın ilahi veçhesini kamufle etmek için her türlü hoyratlık, vandallık ve barbarlığı yapanlar modern küfürbazlardır. “Güneşi balçıkla sıvama” böyle bir “küfür” (saklama) cüretinin nafile çabasından başka bir şey değildir. Kâfir sadece saklayan değil kimi zaman da saklanandır. Kâfirin saklanan taifesine münafık, küfrün gizli saklı salınımına nifak denir. Hayatı ölüm gerçeğinin önünden çekilmesi için uyarmak lazım. Zira hayat gösteren, açan ve ortaya çıkaran bir misyona sahiptir. Uyanıktır hayat, yaşamanın uykusunu dağıtır.

KEDİLERE İNANMAK

Hayvanlar insanla kıyasa kalkmaması ve kuvvet mücadelesine girişmemesi için güçleri sınırlandırılmış varlıklardır. Düşünün bir kere, hayvanlara mevcut özellik ve yeteneklerinin yanı sıra bir de akıl verilmiş olsaydı dünyanın hali nice olurdu. İnsan bilinci oturmamış kişilerin en büyük özelliği hayvanları bakışlarıyla ezip geçmeleridir. “Nazar” dediğimiz en büyük tahlil, tespit ve takip melekesini kaybetmiş kişiler, Kur’an’ın bu anlamdaki uyarılarına karşı da ilgisiz kaldıkları için hayvanları dünyaya başıboş salınmış varlıklar olarak kabul ederler. Onlara göre tabiat yiye yiye bitirilemeyen bir tüketim unsuru ya da kocaman bir sofradan ibarettir. Aklın mideleşmesi gibi bir garip tutumla karşılaşırız bu kişilerde. Evrende kendilerinin dışında varlıkların da olduğuna ve bu varlıkların da bir takım hayati ihtiyaçları olduğuna inanmak istemezler. Sokaktaki kedilere bile tahammülsüzdürler. Bu tahammülsüzlüklerine bir sürü gerekçe uydururlar. Bilmezler ki hiçbir gerekçe vicdanlarda bir kedinin aç susuz sokaklarda telef olup gitmesinden daha önemli bir yer kaplamaz. Hayvanlara onları sevmek ya da sevmemek noktasında yaklaşmak çok sakat bir yaklaşımdır. Olması gereken şefkat ve merhamet ölçüleriyle onlara yaklaşmaktır. Dilimizi bilmeyen, dillerini çözemediğimiz hayvanlara karşı hiçbir sorumluluğumuz olmadığını sanıyorsak fena halde yanılıyoruzdur. Unutulmamalıdır ki hayvanlar yakınlıklarıyla ve muhtaçlıklarıyla bizim insanlığımızı test ederler. Her hayvan birazcık öyledir, ama kediler unuttuklarımızı bize hatırlatmak için, katılaşan kalbimiz biraz çözülsün diye hayatımıza sokulmak üzere gelmişlerdir. İnanıp inanmamak size kalmış.

NOT: Sevgili annemin vefatı üzerine arayan, soran, dua eden, taziyede bulunan, cenazeye iştirak eden bütün dostlara, gazeteci-yazar arkadaşlara, kıymetli okuyucularımıza, eğitim, siyaset ve kültür camiamızın saygıdeğer mensuplarına, acımızı paylaşan tanıdık tanımadık herkese çok teşekkür ediyor saygı ve muhabbetlerimi sunuyorum.