1916 yılında gizlice Fransa ve İngiltere arasında imzalanan

Sykes-Picot Anlaşması uyarınca I. Dünya savaşı sonrasında İngiliz istihbaratçı

GertrudeBell tarafından etnik yapılanma dikkate alınmadan sadece İngiltere nin

çıkarları doğrultusunda cetvelle çizilen sınırlar yaklaşık yüz sene sonra tüm

geçerliliğini yitirdi.

Aslında bölgenin adı Ortadoğu değil.

Arap yarımadasını içine alan, üç kıtayı bünyesinde

birleştiren, Yahudiler sonradan gelip bölgenin en batısına yerleştiği ve sadece

Arapların yaşadığı bir yöre orası. Bölgenin doğru adı da Güney Batı Asya.

  Ortadoğu kelimesi

Avrupa kökenli ve İngilizler tarafından 20. yüzyılda kullanılmaya başlanmış.

Avrupalılar dünyayı sömürge bölgeleri olarak aralarında paylaşırken, yöre

tanımlamasını Avrupa kıtasına göre yapmışlar ve en uzakta, Çin in yer aldığı

yöreye Uzak Doğu , Hindistan ile İran arasında yer alan güney Asya ülkelerine

Yakın Doğu ve Pakistan ile Akdeniz sahilleri arasındaki yöreye de Orta Doğu

adını vermişler.

Ortadoğu kelimesinin mucidi Amerikan deniz tarihçisi ve

stratejistiAlfredThayerMahan dır. Mahan, NationalReview de 1902 yılında

yayınlanan, ThePersianGulfand International Relations başlıklı yazısında

Basra Körfezi nin önemini ele almış ve Arabistan ile Hindistan arasındaki

bölgeyi de Ortadoğu kelimesini kullanarak ifade etmeye çalışmıştır.

Yörede yaşayan Arap halkı için Ortadoğu kelimesi pek de

sempatik ve sıkça kullanılan bir tanımlama değil. Mısır devlet başkanı General

Cemal Abdül Nasır ın 20. yüzyılın ilk yarısından hemen sonra tüm Arap

ülkelerinde ekmeğe ve yeşertmeğe çalıştığı PanArabizm , diğer tanımı ile Arap

Birliği Siyaseti tutmadı ve kendisi ile birlikte ölüp gitti. 

Bölgedeki Arap ülkeleri, kendi kimliklerini oluşturma yoluna

gitmeyi tercih ettiler, sanki de farklı kimlikler varmış gibi Bunların

arasında sadece Ürdün başarılı olabildi. Diğer Arap ülkeleri, diktatörlük

rejimleri ile kendilerine özgü kimlikler oluşturmayı başardıklarını sandılar

ancak diktatörler ve insan haklarını tamamen kısıtlayıcı sistemler zayıflayınca

korkunç bir parçalanma baş gösterdi birçoğunda. Şimdilik parçalanma belirtisi

göstermeyen ülkeler ise parçalanmaya ya da kanlı bir iç savaşa gebe durumdalar.

İllaki yaşayacaklar bu evrimi. Kaçarları asla olamayacak.

Irak ve Suriye maalesef bu değişimi çok kanlı bir şekilde

yaşamakta. Irak ta neredeyse 12, Suriye de ise 3 yıldır devam ediyor bu kanlı

çekişme ve iktidar kavgası İşin kötüsü artık bölgede kimin oyuncu, kimin

piyon, kimin maşa ve kimin oyun kurucu olduğu da belli değil.  

İpleri elden kaçıran ABD ve Rusya fena halde şaşırmış

durumda. Maliki yi mi tutsunlar, Peşmergelere destek mi versinler, yoksa IŞİD ı

mı (Irak Şam İslam Devleti) dolaylı olarak desteklesinler halen daha karar

verebilmiş değiller. Gerçekte nelerin olup bittiğinin bile tam olarak farkına

varamadılar. Halk diliyle son gelişmelere Fransız kaldılar.   

Irak ordusundaki Şii komutanların kaçması, Sunni IŞİD

ordusunun ilerlemesini kolaylaştırdı. Asıl çatışma bölgedeki petrolün yönetimi

üzerine bir müddet sonra Peşmergelerle IŞİD arasında çıkacak. IŞİD Bağdat

yöresindeki petrol kuyuları ve rafineleri ele geçirmenin peşinde. Arkasında da

Suudi Arabistan ın parasal ve silahsal yardımı var.

IŞİD ele geçirdiği şehirlerdeki bankaların kasalarındaki

milyonlarca doları eşit bir şekilde halka dağıtarak, yöre halkının desteğini

almış durumda. Zaten başka türlü de halkın desteğini kazanamazdı. Şimdi

arkasına yöre halkını da alıp, Irak ın kalbine doğru, ezip yıkarak -tsunami

gibi- ilerliyor.

Irak taki

çalkantı bir süre daha böyle gidecek gibi görünüyor. En azından bir beş yıl

daha