Yine kitap fuarına gittim ve yine kendimi dışarıya zor attım.
Yanlış anlaşılmasın, fuarın zamanı, mekânı, etkinlikleri, organizasyon kalitesine bir lafım yok.
Sadece uzun süredir kitaplarla yaşayanların hissedebileceği bir halet-i ruhiye bu.
Ne zaman insan kalabalığı ile kitap kalabalığını bir arada görsem kitaplar sanki üzerime üzerime geliyor gibi oluyor.
Yine aynısı oldu. Kocaman kocaman ciltler üst raflardan kafama düşmeye hazırlanıyormuş gibi, her an gelecek bir saldırıya hazırlanırcasına yürüdüm koridorlarda.
İmzada mahzun melül bekleyen yazarların önünden kitaplarına gönül yordamıyla sürünerek geçtim.
Okuyucunun yazarla buluşması elbette ki güzel bir şey, buna bir itirazım yok.
Ah bir de yazarı yazdığı kitapla buluşturabilsek.
İlk gençlik yıllarımdan beri kitap fuarlarında, yazar buluşmalarında beni en çok şaşırtan bu durum olmuştur.
Yazdığı kitabın içeriğinden firar etmiş yazarları karşımda görünce kitaplardan kaçıp kendimi tabiata verdim.
Deniz kıyılarına, insansız havadar mekânlara, cep telefonlarının çekmediği yerlere vurdum kendimi.
Şimdi müellif gitmiş yerine yazar gelmiş. Pazarın olduğu yerde yazar da vardır elbet.
Peki, müellif gittiğine göre kalplerimizle kafalarımızı kim telif edecek
Ayrışan gönülleri ülfet ettirecek kalem erbabı nerede
Kitap dağlarına bakınca hayretle karışık bir korkuya kapılırım.
Bir yandan hakikat karşısında sorumluluğumuzun ağırlığını görüp ürkme, diğer yanda bu kadar kitaba rağmen sanki kendisine hiç kitap gelmemiş bir dünyada yaşıyormuşuz hissi. Bir tür ümitsizlik.
Okunan kitapların kulağımıza fısıldadığı, ruhumuza üfürdüğü hakikat acaba tebahür edip nereye gidiyor
Daha çok kitap, daha çok okuyucu hakikatle, adalet ve insanlık değerleriyle buluşmamıza da aynı ölçüde daha fazla katkıda bulunuyor mu
Her kitabı bir gönüllü insanlık elçisi kabul edersek, kitabın dolaşım alanı genişledikçe ondan ne kadar insana mesajı ulaştırabildiği de sorulmalıdır herhalde.
Kabul edelim ya da etmeyelim, her şeyin tecime elverişli hale getirildiği bugünkü dünyada kitap da hızlı bir şekilde nesneleşmekte, ‘şey’leşmeye doğru gitmektedir.
Devir bu yüzden ‘kitaba uyma değil, kitabına uydurma’ devri.
Kitap endüstrisi kuralları gereği yayıncısının ücretini ödediği eserleri vitrine sunuyor.
Halk sadece onları görebiliyor kitap mağazalarının vitrinlerinde.
Endüstri çoğunlukla derinlikli, ufuk açıcı kitapları yüzeysel, tek boyutlu kitapları okumaya teşvik ediyor.
Okurun ufkunu geliştirme diye bir meselesi de yok.
Yapılmak istenen şey deneyimler dünyasının ticarileştirilmesidir.
Okuma eylemi bağlamından kopararak nesne-yani kitap- odaklı bir alışverişe dönüştürmektedir.
Kitap bu haliyle ümmiliğin ve fıtri olanın da karşısındadır.
Oysa insan dünyaya geldiği andan itibaren kitabın matbu yüzünün henüz neşvü nema bulmadığı dönemlerde de okumakla mükellefti.
Ana kitabın (Vahyin) tefsiri olacak her bir ifade okunmayı bekleyen sahifelerdir.
Tabiat, yeryüzü, gökyüzü, hayvanlar, bitkiler, insan yüzleri ve davranışları her biri kapsamlı, şümullü ve okunaklı kitap hükmündedir.
Kitabının sayfaları arasında gezinirken ayımı yıldızımı, göğümü kaybettiğim çok yazar vardır.
Okuyucunun elinden gerçek âlemi alıp da ona mukavvadan bir dünya teklif eden kitaplar insanı evine ulaştıracak yolu uzatmaktan başka neye yarar ki
Kitap bizi evimize ulaştırıyorsa sadık bir habercidir.
Evimiz hakikat, evimiz benliğimiz, evimiz dünya ötesi gerçek yurdumuzdur.
Her kitap Kur’anî bir nefha olup insandaki gurbeti derinleştirmeye hizmet eder.
Bu dünyada gurbet hissini derinden yaşamayanın bitirdiği okul, aldığı diploma olsa da asli anlamda okur-yazarlığı yok demektir.