Geçen haftaki yazımızda birinci sayfa resmini koyduğumuz Hürriyet gazetesi bugün de konumuzdur.

FETÖ teşkilatının dilimizde işlerlik kazandırdığı “kumpas” kelimesini, Hürriyet’in o ünlü birinci sayfasının yayımlandığı 1997 Nisan’ında bu ülkede cümle içinde kullanan kimse olmadığından, “kumpas”ın yapıldığına delil saymıyoruz mecburen.

Kanal D’de gerçekleştirilen ve Yalçın Doğan’ın röportaj mankeni olduğu FETÖ  konuşturmasından iki gün öncesinde yaşanan bir ayrıntı, tezimizin dayanaklarındandır.

Bugün AKP milletvekili olan, o günlerde faal gazetecilik yapan, hükumetin diğer ortağı DYP’nin basın danışmanlarından Hüseyin Kocabıyık anlatıyor:

Genelkurmay’a gitmiştim. Kütüphanede bir emekli orgenerale 28 Şubat’ın sertliğinin yersizliğini ve fazlalığını anlatmaya çalışıyorken dediki: Sen, iki gün sonra Fetullah’ı dinle!

Bu şu demektir: Kanal D’de tezgaha konacak FETÖ  konuşturulmasından Genelkurmay’ın bilgisi vardır. FETÖ’nün ne konuşacağından da..

Yayın hayatı boyunca yarı resmi devlet gazeteliğine soyunmuş bir Hürriyet’in geleneğinde var mı idi, seçimle gelmiş bir hükumete, FETÖ’lar konuşturarak muhalefet etmek, istifa etmelerini istemek…

27 Mayıs’ın İsmet Paşa’sının, “Sizi ben bile kurtaramam!” demesini örnek almışlardı desek, olmaz; kıyaslanması dahi kabul görmeyeceğinden..

12 Mart’ta Demirel’e şapgasını verenler de arkadaşları idi, partidaşları idi..

12 Eylül’ün Evren’i ise FETÖ’ya bir T.Özal sağlamakla suçlanamaz. Zira Demirel eski Demirel’di, Ecevit eski Ecevit’ti. T. Özal ilk yakın düşse de…

Hürriyet Gazetesi 1997 Nisanı’nda neden FETÖ’yü buldu, neden onunla işbirliği yapmayı tercih etti? Cevap arayacağımız sorulardan biri budur.

Ülkemizde onlarca siyaset bilimci profesor, uzman siyasetçi, emekli bakanlar, bürokratlar varken, neden FETÖ?

Refahyol Başbakanı rahmetli Erbakan’ın FETÖ’ya tüm hücreleriyle karşı olmasına bir itirazı var idiyse Hürriyet’in, bunu, neden daha gazetecilik kaideleri içinde yapmadı? Yanlış anlaşılmasın, kumpas kelimesinin o günlerde kullanımda olmadığını belirtmiştik yukarıda.

Hatta o günlerden kulaklarımızda kalan söylentilere itibar etmediğimizi de belirterek, o günkü Hürriyet’cileri biraz daha rahatlatalım.

Prova kokuluydu o söylentiler. Diyorlardıki: Yalçın Doğan uzun bir elemeden sonra seçilmiş. İddiacılar “Baba” filmindeki rolü kapmak için Marlon Brondo’nun çok benzer çekimler göndermesini yapımcılara, misal vermişlerdi. Yalçın Doğan’da FETÖ kitapları okumuş olmalı.

Genelkurmay’daki o emekli generalin FETÖ konuşacak dediği o saatte ikinci ya da üçüncü prova çekimleri yapılıyormuş Kanal D stüdyolarında. Maksat hazırlanan çanak sorulara tereddütlü cevaplar vermemesini sağlamak FETÖ’nün. Üç prova, beş prova. Başarılı oldu sayıldılar. Kanal D patronu, yani bu tezgahın ilk ortağı ve sahibi, niçin risk etsinki kendini. Sonraki başbakanı eli pijamasının içinde karşılamanın hayalini de henüz kurdurmuşlarken ona.. Deriz ve geçeriz öteki sorulara.

Hürriyet’in onca planlama neticesinde attığı manşeti, ülkesini seven insanlardan hangisi unutabilir.

“Beceremediniz, artık bırakın!”

Bir hükumetin becerememiş olmasını bilen FETÖ’nün ölçüsü ne idiki, Hürriyet ona itibar etti?

“Geçmişten örnekler vererek” diyerek FETÖ’yü destekleyen Hürriyet, o örneklerden habersiz mi idi? O örnekler bu ülkede yaşanırken Hürriyet ve içindekiler bu ülkede yaşamıyorlar mı idiler?

Hükumetlerin gelip gitmesinde, demokratik kuralların ötesinde bir gelenek mi oluşturmak istiyordular? Her hükumete bir FETÖ’yü nerden bulacaklardı? Mesela on hükumet sonrasının FETÖ’sünü kendileri mi yetiştirecekti?

“Fetullahcıların lideri Fetullah Gülen..”

Başlık altına yazılan bu ifadenin, Fetullahcıların varlığını kabul etmenin liderleriyle birlikte meşrulaştırmanın ötesinde bir manası olabilir mi?

FETÖ teşkilatının bu Hürriyet haberinden sonraki büyüme hızını en çok ve en çabuk farkedenlerin onların zulümlerinin hedefindeki Milli Görüşcüler olduğunu söyleyelim ve Hürriyet’in 15 temmuz’a katkılarını unutmayalım.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’MIZA AÇIK MEKTUP

3 Eylül 2016 tarihli sayfamızın başlığı “Şehvetçiler ve reklamcıları karşısında hala mı dehşete düşmedik” idi.

İşlediğimiz konu ise, “Dini haberler.com” adlı bir internet sitesinde yayınlanan ve sitecilerin onlarca sitede yayınlanmış bir haber diye savundukları ve peygamberlerimizin yakışıksız kelimelerle anılmasına kalemimizin gücünce karşı çıkmamızdı.

Adı geçen sitenin haberi,bizim bu saygı eksikliğine karşı yazımız ve yine o sitenin hakaretimiz kelimeler kullanarak verdiği cevap, kurumunuzun değerli araştırmacılarının dikkatlerinden kaçmış olmamalıydı. Zira konu dinimiz idi.

Bilindiği üzere dinimize aykırı söylemleri binlerce olan FETÖ’cülerin her dediğini haber yapmayı ve Müslümanlara yanlış sözleri bir daha yahut illa duyurmayı görev sayan haber siteleri olabilir. Lakin onlar istedikleri ölçüde dini haber başlıkları üstünde, kurumun logosunu kullanmamalılar. Aksi, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan kontrollüler, gibi intibaya sebebiyet verir.

FETÖ’cü olmadıklarını bize, Milli Gazete’ye ve Saadet Partisi’ne saygısız, kin ve nefret çağrıştıran kelimelerle saldırarak ilan etmeleri, size yazdığımız bu mektubun konusu değildir. Zira biz hukuki haklarımızı, hukuk içinde sonuna kadar kullanmayı inancımızın bir gereği sayarız.

Lakin, adı geçen site yazarları içinde imam, muezzin gibi teşkilatınıza bağlı görevliler varsa ve bu çirkin kelimelerle örülü cevap metnini onlar yazmışlarsa, ki bizim istihbaratımız bu yöndedir, onların bulunup teşkilatınızda “edep” eğitimine tabi tutulmasını istemek hakkımızdır.Dahası arkalarında saf tutan müslümanları korumak da kurumunuza düşer.

Diyanet İşleri Başkanlığı, müftülüklerine, adı geçen sitenin, kurumlarını FETÖ’cülerden koruduğunu bildirmemişse, adı geçen siteye böyle reklamlara tevessül ettiği için gerekli uyarıyı yapmalı ve onların bu tür haber yazmalarına dur demelidir.

FETÖ elemanlarını bahane ederek, peygamberlerimize dil uzatmaya kalkanları, söylendiği iddiasıyla bir takım hakaret cümlelerini reyting kaygısıyla yayanları hizaya çekmek ve terbiyeye davet etmek inancımızın bir gereğidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın bu yaşadıklarımıza bir cevabı olmalıdır. Hukuki hakkımızın saklı olduğunu bir daha hatırlatalım.

YEŞİLCAM’DA NAMUSLU FİLM VARDI

Benfica karşısında aldığı netice ile ülkemizin insanını sevindiren Beşiktaş’ın, geçtiğimiz haftalarda basına yansımış bir haberini yazmamız, bu haftanın futbol yazısı olsun.

“Güneş, Türkiye’nin en namuslu hocasıdır.”

Gazetecilerin haberlerine attığı başlığın sahibi, BJK başkanı sayın Fikret Orman. Eylül ayının başında, eylül konuşmalarının ilki olarak söylemiş. Elbette takımının teknik direktörü de demeçelerine konu olabilir. Burda bir yanlışlık yok. Fakat nerden çıktı şimdi bu, sorusu var akıllarda.

Bakmayın siz gazetecilerimizin, Şenol Güneş haricindeki tüm hocalarla problemleri olduğundan, sayın BJK başkanını demecini yarım yazmalarına. Halbuki Başkan demişki:

“Güneş, Türkiye’nin en namuslu, karakterli hocalarından biridir.”

Yani böyle olan daha başkaları da var.

Bir hesapları, bir menfaatleri olmalı böyle yazmakla, değil mi? Acaba nedir, nedir?

Diğer hocaları isyana teşvik olmasın. Biz namuslu değil miyiz, diyerek. Ki içlerinde bulundukları takımda çok mutlu olan ve kupalar kazandırmışlar dahi varken..

KADİR BİLENLER VE BİLMEYEN KADİR

15 Temmuz’a, ayağının tozuyla geldiği Amerika’dan, “Mezarlıkçılık” eylemiyle karşı çıkarak adını ilk sıralara yazdırmayı başaran BŞ Belediye Başkanı Kadir Topbaş, kendisinin sürekli istifasını isteyen bir internet sitesi yazarı için partisinin il yürütme kurulu toplantısında açıklama yapmış.

“O gazetecinin bazı imar işleri vardı. Onları halletmeyince bana saldırıyor.”

Bir büyükşehir belediye başkanına yakışan ve bir o kadar da doyurucu bir açıklama değil mi bu?

Bazı imar işlerinin halledilmemesi…

Sanki bazı imar işlerinin de halledildiğini çağrıştırıyor gibi..

Bir belediyede imar işlerini halletmek, belediye başkanının iki dudağı arasına mı bağlı? Kitabı, kanunu, maddeleri, memurları, müdürleri, filan yok mu?

Mesela, silüeti bozduğu yazılan çizilen o üç gökdelen, Kadir Topbaş bey’in hallettiği işlerden midir?

Aleyhindeki internet sitesi yazılarını imar işleri ile açıklıyorsa bir belediye başkanı, lehindeki yazıların da halledilmiş imar işleri sonucunda yazıldğını düşürmez mi akıllara?

Sayın Kadir Topbaş’ın bu açıklamayı yaptığı il yürütme kurulu toplantısında hiçbir üyenin itirazı yansımamış medyaya. İzaha muhtaç bir üzücü durum.. Sessizlikleri inanmak mıdır, aklamak mıdır?

O gazetecinin, benim hiç imar işim olmadı iddiasına rağmen, o suskunluk, biz başkanımızın sözünün üstüne söz söyletmeyiz tavrı ise, yandı gülüm keten helva.

Tatlı yiyiciler düşünsün.

***

Kadir Topbaş bey yazılmaya başlanırsa, onun özne olduğu çok 15 temmuz sonrası gazete yazıları da girer sıraya.

Damadının iyi insan olduğuna şahitlik eden birinin, (Biz tanımıyoruz. Sadece babasını bir demeci dolayısıyla hatırlarız. Onu da günü geldiğinde yazmak isetriz.) Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök’ün 9 Eylül Cuma günkü yazısından iki cümlelik bir paragrafını buraya almak istiyoruz. Muhatap sayın Kadir Topbaş beyefendidir.

“Belediyedeki adamlarınızı, şeker komasından ölen tutuklunun anne-babasını, cezaevinde ölmüş çocuklarını ‘hainler mezarlığı’na gömmeye zorladıkları günü.

Hakkında henüz bir iddianame bile yoktu.”

Olayı hatırlayan herkesin bir tek cümle vardır hafızasında: Cezaevinde şeker hastası bir tutuklu ölmüştür.

Gerisi yoktur, teferruatı yoktur. Olayın sorgulandığına ise ben rastlamadım.

Lütfen yani sayın efendim, temalı yazıları elbette saymam.

Gelelim şimdi bu Ertuğrul Özkök paragrafının en acı ve iç yakan girişine:

“Belediyedeki adamlarınızın…”

Bir belediye başkanının belediyedeki adamları ne demek? Kim bunlar? Belediye memurları mı, partili fedailer mi? İmar işlerinin halledilme sırasını bekleyenler de var mı içlerinde?

“Belediyedeki adamlarınız…”

Korkutan ve ürküten bir tanım bu. Bir gizlilik, bir bilinmezlik, bir müphemiyet var.

Cezaevinde çocukları ölmüş anne-babayı zorlamak… Çocuklarının cenazesini ‘hainler mezarlığı’na gömmeye zorlamak…

Zorlamak fiilinin, birine birşey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, boyun eğdirmeye çalışmak, zor kullanmak, mecbur etmek, ısrar etmek gibi manalarından acaba haberi var mıdır başkan Kadir Topbaş’ın?

Hangisi yapılmıştır, Kadir Topbaş bey’in belediyedeki adamlarınca bahsedilen o zorlama yapılırken?

Sadece bu kadar değil, başka sorularda var cevabı bilinmeyen. Suçlu olduğu ya da olmadığı gibi…

Zorlanan o anne-babanın cezaevinde şeker komasından ölmüş çocuğu, savcı karşısına çıksaydı, öldüğünde henüz olmayan iddianame yüzüne okunsaydı ve orada etkin pişmanlık yasasından yararlanmak istediğini beyan etseydi, yani devletin ve hukukun ona sağladığı hakları kullanmak isteseydi…

Başkan Kadir Topbaş’ın zorlamalarda adı geçen adamları, çocuklarının cenazelerini vermeyen o anne babanın ardından bakakaldıkları gibi mi bakıp duracaklardı, pişmanlık yasasının koruduklarına…

Tavsiyemiz, ürettikleri uzman itirafcılarla tatmin etsinler o bakakalma durumlarının devamlarını…