Vicdan” denilince şöyle bir durup iki kere düşünürüz. Hangi efkârdan hâsıl oldu da önümüze düşüverdi, diye. Ancak bir sebep aranmasıdır asıl garip olan. Çünkü vicdan ile iştigal etmeyen bir anımız yoktur. Biz susarız susmasına da içeride birileri ne desek susmaz. Hep bir dert yanar, dert döker, dert kesilir. Dertsiz insan olunur mu? Dertlendirerek ab-ı hayat olur.
Hayatımızda önemli bir yekûn tutmasındandır, vicdana dair bir kanaat geliştirmek isteriz. İster dıştan içe bir muhakeme olsun isterse içten içe bir muhasebe vicdanın nelere kadir olduğunu bilmek isteriz.
Vicdana dair en kökten ilişik “w-c-d”ye dayanır. Oradan mastar olarak “bulundu” fiiline sonra da “vücud” olarak “var olma” anlamına gider. İsfahani, “Bir şeyin varlığını anlamak” olarak; duyusal, kalbi ya da akli bir idrak biçiminden, doğal bir kuvvet ve savunma esasına dayanan bir yaklaşımdan bahseder.
Diğer yandan hangi cihetten ele alırsak alalım vicdan mevzubahis olduğunda kendiliğinden, ansızın “ahlak” meselesinin ortasında buluruz kendimizi. Peki, ahlak en kaba hali bir iç ses haline nasıl gelebiliyor, farklı bir formda nasıl bir varoluş geliştirebiliyor? Vicdan, ahlakın kendisi olmadığına göre insana ahlak ağırlığında nasıl etkide bulunuyor, onu eylemlerine karşı nasıl hassas bir dengeye sokuyor?
Erich Fromm, “Kendini Savunan İnsan” eserinde vicdana şöyle bir tanımlama getirir, “Vicdan, kendi kendimize karşı, yine kendi kendimizden gelen bir tepkidir. O, iç bütünlüğümüzün sözcüsüdür… İnsan ne kadar üretken olursa vicdanı o kadar güçlenir. Vicdanın gücü de üreticiliğini o ölçüde artırır. İnsanın yaşamdaki üreticiliği azaldıkça vicdanı da güçsüzleşir. İnsanın vicdana en fazla ihtiyaç duyduğu anda vicdanın en güçsüz halde olması ise insan için pek trajik bir durumdur.”
Bu bağlamlarda insanın vicdanı için kullanabileceği bir sıfat, bir imgelem beliriyor, “İçimdeki Başkası”. İnsanın benliği, kimliği, aidiyeti, toplumsal kabulü, aşkın sorumluluğu ya da Ali Şeriati’nin tasavvuru ile “zindanları” içindeki başkası ile dirsek temasındadır. İnsan her ne etse o içindeki hiç tatmin olmadan konuşur. Elde ettiği ile kati yetinmez, sürekli boğuşur. Barışıklık fıtratına aykırıdır, bundandır ki kötüden iyiye, iyiden daha iyiye, daha iyiden güzele ve daha güzele her fraksiyonda hep başkasıdır.
İnsanı, insan mertebesinde değerli kılan da bu olsa gerek. Her daim eylemlerinin yerine göre iyiye, yerine göre kemale, yerine göre de cemale açık halde bulunması. Hukuktan mı konuşacağız, merhametten mi dem vuracağız, siyasetten mi açılacağız; vicdan her safhada yerini alır içimizdeki başkası olarak durduğumuz yerin mutlak saltanatını sarsıverir. Vicdan için nerede kurulduğumuzun bir ehemmiyeti yoktur. Vicdan işi olarak o hep insanın kendi içinde “başkası” olarak yakınır, sızlar.
Vicdan, insanı hiç kendi kendine bırakmaz. İnsana ya dahası ya başkacası ya alternatifi ile el vermez. Hüviyeti müzakereye, mütalaaya yatkın değildir; münazaraya, münakaşaya giren tiplerdendir. Umursamazlığa katlanamaz, kaldıramaz bu vaziyeti vicdan. Azabını tattırmaya yeltelenir. Önce tatlı yüzü ile insanı utandırmaya çalışır. Uslanmazsa içten içe yer bitirir. Kendine özgü metotlarıyla halline bakıverir.
İrfanı kuvvetli olanın, vicdanı da kuvvetli olur. İnsanın iklimine göredir vicdan. Toplumdan topluma da değişir; fertten ferde de. İnsan hangi yolun yolcusu ise vicdan da o genişlikte yoldaştır. İnsan geliştikçe vicdanı da gelişir; geriledikçe vicdanı da geriler. Bu minvalde beyaz perdeye bilim-kurgu tarzı ile yansıtılan “The Butterfly Effect” filmi vicdan ve irfan yahut hayat örüntüsü bağlamında izlenmeye değerdir.
Bu fikri gidişatta daha kötüsü de var elbet: Vicdansızlık. Bir barbarın “başkası algısını” yıktığı ilk tecelligah vicdandır. Vicdan yani “içteki başkası” öldürüldüğü an, dıştaki başkasının hiçbir kıymeti yoktur. Olası her müşkülat, mekanikleşerek normalleşir. Çağımızın dayanılmaz kan kokusuna tahammül etmek şöyle dursun; insanlığın kanını emmek, ekmeğine kan doğramak, kanına susamak, kanını kurutmak nasıl bir haletiruhiyedir. Kimse bilmek istemez, vicdanı kaldırmaz.
Başka bir barbarca yöntem de insanı insan yapan haysiyetleri bir tek mercide toplamak ve ona koşulsuz bağlılık göstermektir. Bundan hâlihazırda “radikalizm” doğar. Din, ideoloji ve benzeri kisveler altında işlenen vicdansızlıklar yani vicdana dair olan herhangi bir bilgi değerinden yoksunluk genetik, kökten bir sakatlıktır.
Vicdanınıza mukayyet olun, kalın sağlıcakla…