Köye dönmek romantik bir hayalden başka bir şey değildir. Bir köyünüz kalmışsa dönersiniz bile diyemeyeceğim, en azından umduğunuz köyü bulamayacağınızdan eminim. Boşaltım yöntemleri iyi çalışır bu sistemin. Çoktan boşaltılmış köyde ne bulunur, ne bulunamaz işte onu konuşabiliriz. 

Dönüldü diyelim köye. Kara yılan gibi uzanıp güneşlenen asfaltlardan, viski gibi duble yollardan, memleketin medarı iftiharı dünyanın en uzun tünellerinden kıvrıla kıvrıla varıldı köye. Ne olur, ne ile karşılaşılır? Halihazırda köyde kalabilmiş üç beş ihtiyarın müstehzi bakışları arasında eşyalar indirilir, göç yıkılır tabir caizse. Şehirde tutunamamış, bir baltaya sap olamamış (ki o balta kendine asla bir sap yakıştırmıyor, dengim değilsin muamelesi yapıyordur) beceriksiz herif bakışlarıdır onlar. Kimse sizin sosyo – kültürel kaygılarınızdan anlamaz. Siyamigilin Hüseyin’in küçük oğlu şehirde tutunamamış, mahpustan çıkmış, olaylara karışmış, olmadı fetöcüymüş yahut ışide karışmış, saç sakal birbirine karışmış, anarşik olmuş ama köyüne dönmüş… Burası hiç önemli değil gerçi, göze alınmıştır zaten, gülünüp geçilir.

Bir akrabaya konuk olunmamışsa ilk öğün vakti şehre inip bir şeyler alma lüzumu hissedilecektir. İlk anda ev için, insan için, yaşam için ihtiyaç kabilinden ne lazımsa şehirden köye taşınır, romantik algıların sizi taşıdığı yere hiç aldırmadan! Çoluk çocuk köyde akan suyu içemiyordur, içince kolu bacağı kabarıyordur; iki damacana su, birkaç litre kola da eklenir alınanlara. Köyde akan su mu dedik? Pardon, kaynak suları çoktan kurutulmuştur, borular çoktan kesilmiştir belediye tarafından. Büyükşehir daha görkemli faturalar kesebilmek için şebeke suyu bağlamıştır evlere. Dereler, muhtar tarafından bir şehrin şebeke suyunu karşılamak üzere çoktan satılmıştır minibüs karşılığı. Çoluk çocuğun içebileceği kıvamda bir su kalmamıştır zaten.

Köye yerleşilmişse bir şey ekip biçmek iktiza edecektir. Elinizde, ninenizin çorap, yazma içinde sakladığı tohumlar kalmadığı için şehre inip ithal tohum alınacak pazardan. Bir defaya mahsus kullanılan bu tohumlardan elde edilen ürün gayet de genetiği değiştirilmiş, iri, ucube, lezzetsiz bir şey olacak. Yine o üründen gelecek yıl kullanılmak üzere saklanan bir tohum da alınamayacak… Profesyonel tarım yapmak istenirse tarlayı sürmek için öküz yetiştirilmediğinden, tarım makineleri kullanmak gerekecek. Tarım makineleri evlerin bodrumunda üretilmediğinden onu da satın alacaksınız. Canınız ciğeriniz devletiniz size envai çeşit tarım kredisi verecek zaten. Peyderpey ödeyeceksiniz. Hatta o krediyi öyle ya da böyle almanız için eşantiyon olarak mazot yardımı, gübre yardımı falan dağıtacak aynı bankalardan. İhya olacaksınız!

Ürettiğiniz mahsulü üç kuruşa tüccara vereceksiniz. Bir fiyat belirlensin diye bölge vekillerinin gözünün içine bakacaksınız. Onlar sizin gözlerinizde yeşil dolarlar görecek. Ya elinizde kalacak ürettiğiniz ya da ihracatçı firmanın patronu köşe olacak. Rekolteden, ihtiyaç fazlasından, ihracat açığından söz edecekler size… Sevineceksiniz!

Napoleon kirazına, Washington portakalına, starking elmasına hiç girmeyelim. Diyelim ki Ferdi Tayfur’un “Buralarda ağaçları kesmişler, yerlerine taş duvarlar dikmişler” diye söylediğinden beri 22 yıl geçmiştir. Ki sanatçı aynı anda alacaklının Bekir’e haciz koyduğundan da söz eder. Belki sadece bunun için, yani ağaçların kesilmesi, duvarların yükselmesi, sevdiğinin başkasına verilmesi için değil Bekir için, ona yapılana bir protesto olarak şehir terkedilebilirdi. O zamanların politik diliyle köye dönmeyi iddia ederseniz bir şarkı felsefesi mucibince nostalji yaşamış olursunuz. Elbette inşaat mühendisliği fakültesinden mezun gençlerimizin henüz el atmadığı topraklarda bereket vardır. Ancak o elleri yönetenler, bina dikilmemiş, beton dökülmemiş mezraları gözden kaçırmıyordur. O, köyün hiç terkedilmemesi söylemi ise köyler boşaltılmazdan, şehirler istiflenmezden evvelinde kalmıştır. Şimdi, doldurulan şehirleri nasıl boşaltırız derdi yerine, nasıl yaşanabilir hale getirebiliriz, bunu konuşmak zorundayız. Alışveriş ve yaşam merkezleriyle mi? Duvarları çiçeklendirerek, yolları genişleterek mi? Yoksa o yuvalandığınız betonlar, tam olarak nerenize deyiyor bir düşünerek mi?