Geçenlerde yıllardır tanıyıp, değer verdiğim namlı bir siyasetçimizle bir süre oturup, sohbet etme imkânı buldum. Neşeli bir günündeydi. Sohbet, çayların tevali etmesiyle iyice koyulaşırken birden bana dönüp, "Ömer Seyfettin‘i tanır mısın? diye sormasın mı? Eveleyip geveledim tabii. Hazırlıksız yakalanmıştım. Çok genç yaşta vefat ettiğini söyleyip, üzüntüsünü ifade etti. Kaç yaşında vefat etti, sorusunu 36- 37 diye cevapladım. Onun "Üç Nasihat" diye bir hikâyesi var, bilir misin?" diye sordu. Biraz bilsem de, pek iyi bilmediğim için, bilmediğimi söyledim. Sonra orada bulunan 5- 6 kişiye siyasetçimiz Ömer Seyfettin‘in "Üç Nasihat"ini anlatmaya başladı:

Dursun adında bir genç varmış. Anasından başka kimi kimsesi yokmuş. Gençmiş, kuvvetliymiş, fakat fakirmiş. Fakirlik canına tak edince İstanbul‘a gidip çalışmaya karar vermiş. Anasının elini öpüp veda ettikten sonra düşmüş yola. Derken güç bela İstanbul‘a vasıl olmuş. Fakat iş ne gezer. Birkaç hafta sağa sola başvurmuş. Fakat nafile. Nihayetinde Müstakim Efendi isminde aksakallı, nur yüzlü birinin uşak aradığını haber vermişler.

Varmış Müstakim Efendi‘nin kapısına. Çalışmak istediğini belirtmiş. Tamam demiş, çalışmasına çalış da, ben fazla para veremem. Ancak yılda bir kuruş, bir de bunun yanında bir nasihat veririm.

Çar naçar kabul etmiş, özellikle de nasihat meselesi dikkatini çekmiş. Evde bütün duvarların kitapla dolu olduğunu görünce merakı iyice artmış, teklifi istemsiz de olsa kabul etmiş.

Bir yıl boyunca bahçeye bakmış, evi süpürmüş, su taşımış. Sayılı günler çabuk geçer derler ya, bir yıl bitmiş. Müstakim Efendi bir kuruşu verip, nasihatini de söylemiş:

"Yolunu, izini bilmediğin yere gitme!"

Dursun Efendi‘nin canı sıkılmış, ben bu nasihati zaten biliyordum, demiş. Müstakim Efendi de: Biliyorsan iyi. Şimdi bildiğini hatırla, bu daha iyi...

Gitmeye hazırlanırken Müstakim Efendi, bir teklif daha yapmış. İstersen bir sene daha hizmet gör, yine sana bir kuruşun yanına bir nasihat daha vereyim.

Durmuş, hayır istemem mistemem dese de aklı yine nasihatte kalmış. Peki demiş, bir yıl daha çalışmış. İkinci senenin sonunda Müstakim Efendi onu çağırıp, kuruşunu verip nasihatini de söylemiş:

"Emanete hıyanetlik etme!"

Durmuş, parasını alıp gitmeye hazırlanırken, Müstakim Efendi, Oğlum eğer bir sene daha kalırsan sana yine aynı parayı yanında da nasihatini veririm, diye bir teklif daha getirmiş.

Durmuş bunu kabul etmeyip çıkıp gitmiş. Fakat aklı üçüncü nasihatte kalmış. İş aramış, fakat yine bulamamış. Tekrar Müstakim Efendi‘nin kapısını çalmış. Peki demiş, şartını yine kabul ediyorum.

Dursun yine bir sene hizmetini sürdürmüş. Sene sonunda bir kuruşun yanında söz verilen nasihatte söylenmiş:

"Karını kendin gitmediğin yere gece yatısına gönderme!"

Allaha ısmarladık diyerek yola çıkmış. Bir kervana katılmış. Müstakim Efendi üç yıl sonra oğlum madem memlekete gidiyorsun. Anana benden şu iki somunu hediye götür, diye iki somun tutuşturmuş. Müstakim Efendi‘nin hediyesine kızmışsa da sesini çıkarmayıp, somunları almış.

Gurbetçi kervanına katılmış. Memlekete doğru yola çıkmış. Uzun bir yolculuktan sonra bir su kenarına gelip suyu geçmeleri gerekmiş. Tam suya girince Durmuş‘un aklına Müstakim Efendi‘nin,"Yolunu, izini bilmediğin yere gitme!" şeklindeki ilk tavsiyesi gelmiş ve geri çekilmiş. Birkaç kişi suya girince anafora kapılıp boğulmuşlar. Müstakim Efendi‘ye hak verip, dua etmiş.

Kervan yola devam etmiş. Karnı çok acıkmış. Somunlardan birisini yiyecek olmuş. Fakat Müstakim Efendi‘nin "Emanete hıyanetlik etme!" nasihatini hatırlamış. Nasıl hatırlamasın? Çünkü Müstakim Efendi o somunları kendisine değil, annesine göndermiş.

Bir süre daha gitmiş. Eşkıya yollarını kesmiş. Kazandığı üç kuruşu savurup, niye fazla para kazanmadın diye Dursun‘u da bir iyice dövmüşler.

Sonunda güç bela memleketine varmış. Elde avuçta yok. Annesi ne getirdiğini sorunca, iki somun demiş. Tabii anne küplere binmiş. Akılsız, tembel, diye verip veriştirmiş. İyice acıkmışlar. Sonunda Dursun çar naçar somunları çıkarmış ve bir tanesini bölmüş. Fakat o da ne? Somunun içi tıka basa altın dolu. Merakla diğer somunu da bölmüş. Onun içi de altın dolu. Dursun Efendi bir yandan annesiyle birlikte sevinirken, bir yandan da Müstakim Efendi‘nin "Emanete hıyanet etme!" sözü kulaklarında çınlıyormuş. Çünkü acıktığı zaman onu yemeye teşebbüs etse, altınlar açığa çıkacak, onu da eşkıyalar elinde alacak imiş.

Dursun, Müstakim Efendi‘ye dualar üstüne dualar ederken, çok zengin olmuş ve evlenmiş. Onun üçüncü tavsiyesini de yerine getirerek hanımını hiçbir gece evinden uzaklara göndermemiş... Tabii Müstakim Efendi‘ye bütün haklarını helal ettiği gibi, dualarını da ömrü billâh eksik etmemiş...

Muhabir: Haber Merkezi