“Voula: Sınırdan geçiş bileti ne kadar?

Gişe Memuru: …

Voula: Yine sınır dışı edileceğiz!

Alexandros: Sınır nedir?”

Topio Stin Omichli (1988) / Theo Angelopoulos

 Bilindik haliyle foxtrot bir dans türüdür. Öne iki adım atıp durulur, sağa iki adım atıp durulur, arkaya iki adım atıp durulur, sola iki adım atıp durulur. Dönüp dolaşıp kendini aynı yerde bulmayı özetleyen bir koreografidir. Her bumerang atıldığı yere geri dönmez ama böyle bir oyunda tam başlanan yere geri dönülür. İnsan için kader gibidir böyle dönüşler. Dönmek için bir yerden yola çıkışlara benzemez. Kendini tekrarlayıp sıkılmalara benzemez. Daha çok bunalgınlığın dışavurumu zaman öldürme uğraşısı gibi görünür.

Samuel Maoz’un yazıp yönettiği 2017 Almanya, İsrail, Fransa, İsviçre ortak yapımı Foxtrot filmi Siyonist bir Yahudi ruhunun empati denen şeyden ne denli uzak düştüğünü anlattığı gibi genel olarak insanlık için amaçsızlığı da ele verir. Bir yandan asker oğlunun ölüm haberini alan bir babanın ruh hali yansıtılır, diğer taraftan lüzumsuz bir kontrol noktasında nöbet tutan asker oğlun amaçsız yaşayışı gösterilir. Tam da burası önemlidir. Şöyle ki kuş uçmaz, kervan geçmez bir arazide nöbet tutan askerler, kendi aralarında boş muhabbetler geliştirip kutsal görevlerini yerine getirmektedirler. Es kaza yolu düşen araçları durdurup kimlik kontrolü yapmakta, sakıncalı gördükleri tipleri vurup aracıyla birlikte devasa bir buldozer vasıtasıyla gömmektedirler. Çoğu zaman semtlerine insan ya da araç uğramaz. Ancak kimi günler bakımlı, vakur ve onurlu bir deve ağır ağır yaklaşıp otopark bariyeriyle kapattıkları yolun ortasında duraksar. Asker, yarı iradesiz, otomatik bariyerin düğmesine dokunup kaldırır, deve yine ağır adımlarla geçip gider. Zaman sonra yine aynı ağır adımlarla devenin geri döndüğü, aynı şekilde sorgusuzca kendisine yol verildiği, karanlığa karışıp gittiği görülür. Öyle sistematik ve düzenli bir kervan disiplini gibi de değil, belki aynı tempoda fakat özgürce yürüyüp gider.

Tüm döngüler bitip filmin sonuna ulaşıldığında, askerlerden ikisinin bir araçta merkeze dönerken yol ortasında dinelmekte olan aynı deveye çarpmamak için dümen kırıp uçuruma yuvarlandığı gösterilir. Deve yine ağır ağır yoluna gider, askerler muhtemelen eşek cennetine doğru…

Mezkûr filmin bu istisnai deve sekanslarında dalıp gitmek, deveye bakıp iç geçirmek işten değildir. Deveye bakıp, tavrını görüp, işlevini anlayıp ‘aslında istediğimiz hayat’ deyiverir insan. Allah’ın arzında sorgusuz sualsiz serbestçe dolaşım hakkı bir deveye aitmiş gibi görünür çünkü. Çekip gitmek, sorgusuz sınırlar aşabilmek kimseye verili değilken deve dilediği gibi dolaşabilme özgürlüğüne sahiptir. Sınır yoktur onun için. Hayatı muhasara altına alan devlet anlayışı yoktur. Yazılı, sözlü, emirli, komutlu izinler yoktur. Oysa insana tanınan yaşam hakkı alabildiğine kuşatılmıştır.

İnsan, kendisini yaratan ve yaşatanın bağışladığı hiçbir doğal hakkı sorgusuz sualsiz kullanabilme lüksüne sahip olmamıştır. Kendisine kurallar tayin eder; nöbetçiler, memurlar, amirler, yetkililer vs. aracılığıyla hayatı kısıtlar. Muhasara altına alınmayı ve belli çemberin içinde tutulmayı sever insan. Bunu bir düzen, bir sistem kurmak zanneder. Sonra o sistemin emrine girip, ona uyup tıpkı bir asker gibi onu devam ettirebilmek için uğraşır. Bu uğraş kendisine çok güvenli, garantili görünür. Kıytırık ülke sınırlarını dahi sorgusuz sualsiz geçemeyen insan, o sınırların lüzumunu güvene, huzura, istikrara, istikbale bağlar. Hayat adına yine insanların çizdiği sınırlar; hayatlara, canlara, haklara, akla gelen-gelmeyen bir yığın şeye mal olur.

Bir deve kadar özgürlüğe, serbest dolaşım hakkına sahip olamadığına yanan bir insan evladıyla karşılaşmamışızdır. Kimse hayatın doğal sınırlarını sorgulamadığı gibi insanın kendi türüne zulmünden ibaret yapay sınırları da sorgulamaz. Hâl böyleyken tüm özgürlük iddiaları elbette komik, tüm hürriyet söylemleri trajik görünür. İnsan özgürlük denen şeye uzaktan bile gülümseyemez. Oluşturduğu kurallar yüzünü de gözünü de itina ile kapatır.