Din hayatın dışında değildir. Dini hayatın dışına itmek dine büyük bir saygısızlık olduğu gibi, hayata da büyük bir darbedir. Çünkü hayat kendisini anlamlandıran dine büyük bir ihtiyaç duyar.

Ramazan bize dinin hayatla ne kadar iç içe olduğunu gösteren bir ay, fakat dini bir kültür öğesi haline getirmek, onu folklorik bir öğeye dönüştürmek tehlikesine karşı da her zaman teyakkuzda olmak lazım Din böyle bir durumda bile insanlar için yine de bir değer ifade edecektir, fakat kültürlerinin bir parçası olduğundan dolayı. Yani din kendinden kaynaklanan bir değere sahip olmayacak; bir ırkın, bir milletin kültürünün bir parçası olduğu için önem sahibi olacaktır.

Ramazan ı böyle bir tehlikenin beklediğini söylemek zorundayım: Eski ramazanlar nostaljisinden tutun da, Ramazan ın kültür hayatımızdaki (olumsuz anlamda) yansımalarına kadar bir dizi noktada bu tehlikenin yaygınlaşarak devam ettiğini görmek, buradaki tehlikenin gitgide yaklaştığını göstermektedir. Merhum Necip Fazıl Babıali adlı kitabında özetle şöyle bir anekdot nakleder: Nihal Atsız a İslam a bakışının ne olduğunu sordum. Atsız, İslam a saygı duyduğunu söyledi. "Neden" dedim. Atsız "benim ırkımın dini olduğu için" dedi. "Peki senin ırkının dini Budizm, Şamanizm olsaydı yine de saygı duyar mıydın "

Atsız ın Üstada ne cavap verdiğini şimdi hatırlamıyorum fakat bunun meselemizi iyi özetlediği ortada: Benim ırkımın, kültürümün, geleneğimin bir parçası, pekiştiricisi olduğu için değil, kendi başına vazgeçilmez bir değer ifade ettiği için İslam demek gerekir.

Hiçbir zamanın tekrarı yoktur

Gördükçe, gezdikçe, okudukça hayata dair çok az şey bildiğimizi görüyoruz, yakinen müşahede ediyoruz. Yani cehaletimizi ortaya koyan en büyük göstergelerin başında zaman gelir. Yaşadıkça kendi kusurlarımızı görüyoruz çünkü. Okumanın da, gezmenin de cehaletimizi bize hatırlattığı doğru ama zaman kadar bizi hizaya getiren başka bir unsur da yok sanırım. Bir yönüyle okumak, geçmiş insanların hayatlarına seyahat etmektir, geçmişin tecrübesini miras almaktır. Gezmek, bize bizzat ve yerinde görme imkanını verir, perdesiz, yorumsuz, dolaysız. Olduğu gibi. Başkasının aktarımıyla değil, başkasının yorumuyla değil, başkasının perspektifinden değil Her şey özgün ve dolayısıyla her şey bizim. Yaşamakla da bir olayı, bir mekanda sadece siz yaşayabilme fırsatını yakalıyorsunuz. Sizin kapladığınız alanı, sizinle aynı zamanda bir başkasının paylaşması mümkün değil çünkü. Bu da insana ayrıcalığını hatırlatan ve onun biricikliğini gösteren bir durum. 

Bunlar şunun için önemli:

Gezip-görmek gerekir, okuyup düşünmek gerekir Yaşamaya gelince İşte onun kararını biz veremiyoruz. Ve işte tam da bundan dolayı, bu mübarek günleri bir daha görmeyecekmişiz yaşamak, doyasıya yaşamak ve son günlerimizmiş gibi yaşamak gerekir diye düşünüyorum.

 4- Müslümanlar, bir tek vücut ve beden gibidir. O vücudun bir yerine, bir azasına bir dert, bir acı gelirse bütün vücut hisseder. Maalesef ülkemiz, kötü idare edildiği için büyük sosyal, iktisadî, malî krizler içinde bulunmaktadır. Onbeş milyon işsiz kardeşimiz darlık ve sefalet içinde yaşamaktadır. Geçtiğimiz günlerde çöplüklerden ekmek ve pide parçalarını toplayan vatandaşlarımızın resimlerini gördük, yüreklerimiz parçalandı. Bugün öyle fakir, öyle çaresiz aileler vardır ki, çok az bir gelirle geçinmeye çalışmaktadır. Bu söylediklerimiz hayal ve masal değildir. Gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda bunlarla ilgili röportajlar yayınlanmakta, fotoğraflar basılmaktadır. ALLAH tan korkalım, sevgili Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ruhaniyetinden utanalım. Milyonlarca vatandaşımız sürünürken, lüks, israflı, aşırı, gösterişli, pahalı ziyafetler, iftar sofraları tertiplemeyelim. Masraflarımızdan kısıntı yaparak elimizden geldiği kadar çaresiz kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın yardımına koşalım. Biz Müslümanlar sadece fakir Müslümanların değil, yurdumuzda yaşayan ve muhtaç durumda bulunan gayr-i müslim vatandaşlarımızın bile imdadına koşmakla mükellefiz.

5- İslâm ın en temel ibadeti ve eylemi günde beş vakit namaz kılmaktır. Ne yazık ki, Türkiye Müslümanları namaz hususunda büyük bir isyan ve ihmal içindedir. Bırakın gafilleri, kendilerini şuurlu ve sağlam Müslüman zanneden nice kardeşimiz beş vakti terk etmiştir. Bu mübarek ve feyizli ayda, namaz kılmayanlar bu ibadeti edaya başlarlarsa çok büyük, çok hayırlı, çok kurtarıcı bir ticaret yapmış olurlar. Söylemeye hacet yoktur ki, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bize getirmiş olduğu Şeriat; hür ve mukim erkek Müslümanların farz namazları cemaatle kılmalarını emretmektedir. Cemaate katılıp katılmamak Müslümanın keyfine, seçimine bırakılmış bir husus değildir. Müctehid ve fukaha efendilerimiz iki gözü görmeyen bir âmânın cemaate katılıp katılmamasında bile ihtilâf etmişler; bir kısmı katılmayabilir derken bir kısmı, elinden tutacak bir kimsesi varsa onun da gelmesi gerekir şeklinde ictihat yapmışlardır. ALLAH tan korkalım ve namaz hususunda, cemaat hususunda fıkıh kitaplarımızda yazılan hükümleri hayatımıza uygulayalım. Beş vakit namazı muntazaman, düzenli bir şekilde kılalım, bayramdan sonra da aksatmayalım. Namazın sırları vardır; bu farzı yerine getiren Müslüman bir topluma ALLAH ın yardımı, desteği gelir.