Uzun süre İstanbul’un değişik cezaevlerinde mahkûmlarla birlikte oldum.
Onlarla dertleşme ve bilgi paylaşımı programları yaptım. Gerçek cezaevinin okumayan insanın kafasının içi olduğunu özellikle vurguladım. Bu sohbetler esnasında mahkûmlardan şaşırtıcı katkılar alıyordum. Acaba konuşan hükümlü ya da sanık yüksek tahsilli biri miydi, entelektüel bir cephesi mi vardı? Kurdukları düzgün cümlelerle beyin fırtınası estiren bu kişiler bırakınız yüksek tahsili, lise bile okumamış sıradan mahkûmlardı. Cezaevi yönetimi mahkûmların istifadesi için bir fakültede ancak bulunabilecek zenginlikte kütüphane oluşturmuş.
Mahkûmlar istedikleri kitabı belirterek kütüphaneden alıp okuyabiliyorlar. Şayet kütüphanede yoksa bir şekilde temin edilip okumaları sağlanıyor. Tabi belli hassasiyetler gözetilerek yapılıyor bütün bunlar.
Bir keresinde yine cezaevinde kitap okumanın önemi üzerine konuşurken mahkûmlardan biri kalkıp söz alarak, dikkat çekici kelime dağarcığı ve analizleriyle uzun uzun konuşup sözü şöyle bağlamıştı: “Ben 13 yıl cezaevinde yattım. Vaktimin büyük bir kısmını kitap okuyarak geçiriyordum. Garbıyla şarkıyla bütün dünya klasiklerini, yerli kaynakları burada okudum.
Cezamı çekip memleketime geri dönünce eski dost ve ahbaplarımın hiçbiriyle uyum sağlayamadım. Çünkü okuduğum kitaplardan kaynaklanan kültür farkı onlarla aramı açmıştı. Kelimelerimiz bile farklıydı. Bir başka suç işleyip tekrar cezaevine döndüm.” Bütün bunları niçin anlatıyorum? Son günlerde özellikle sosyal medyada yer alan cezaevlerinde kitap yasağı üzerine mesajlara binaen duvarın arkasındaki kültürel dünyaya işaret etmek istedim.
Sadece kitap okuma seferberliği değil, sinema, tiyatro ve sosyal etkinliklerde belli periyotlar halinde cezaevlerinin kültür ve eğitim birimi tarafından organize ediliyor. Metris, Ümraniye ve Maltepe Cezaevlerinde kaç kez mahkûmlara yönelik çeşitli şairlerin katıldığı şiir programları yaptık.
Mademki cezaevlerinden bahsediyoruz, o halde ne yiğidi öldürelim ne de hakkını yiyelim. Şayet iddia edildiği gibi cezaevlerinde kitap yasağı diye yeni bir yasak uygulamaya konulmuşsa bu geriye dönüş sayılır. Fetö ve benzeri örgütler için alınmış bir tedbir olabilir ancak. Kabahatler Kanunu ve taksir gibi durumlardan ceza almış kişilerin kitap okuma cezasına çarptırıldıkları haberlerini bile sıklıkla duyduğumuz bir memlekette mahkûmların elinden kitabını almak ekmeğini almak gibidir.
MİLLİ GÖRÜŞ
Yerliliğe en anlamlı ve en kuvvetli vurgu olduğu için bugünlerin arayışına en iyi cevap verecek kavram “Milli Görüş” olmaya devam etmektedir. Dün bu gömleği çıkaranlar şimdi hızlı bir şekilde bu gömleği yeniden giymeye çalışıyorlar. Çünkü kirlenmemiş daha temiz bir gömlek yok. Kirli bir gömleği jilet gibi ütüleyerek giymek de olur şey değil.
Herkes kendine son zamanlarda bu gömleği yakıştırıyor. Memleketin müstemlekecilerin oyuncağı haline gelmemesi, kendi öz değerleriyle barışık bir nesil yetişmesi, sosyal adaletin ithal kavramlarla bu milletin inanç değerleriyle dengeye oturtulması için milli perspektif şart.
Ortada bir karmaşa da yok değil elbet. Buna savrulma desek sanırım daha uygun olur. Manzara şiddetli geçimsizlik sonucu boşanan bireylerin arkada bıraktıkları çocuklarını yansıtıyor. Çocuklar boşanan anneleri ile babaları arasında sıkışıp kalmış durumda. Bazen annelerinin, bazen de babalarının yanında kalıyorlar.
Onları memnun etmekten kendi ortamlarını oluşturup düşüncelerini geliştiremiyorlar.