İzmir’in İşgali
15 Mayıs 1919 tarihinde başlayan,
9 Eylül 1922 tarihinde son bulan ve Batı Anadolu’yu yangın yeri, harabe ve kan gölü haline getiren Yunanlıların Türklere yönelik katl ve yağmalama olaylarının üzerinden üç çeyrek asırdan uzun bir zaman geçmiştir. Oldukça uzun sayılabilecek bu süre zarfında Yunan mezalimine dair hatıralar hafızalarımızdan silinmemiştir.
15 MAYIS 1919 tarihinde başlayan, 9 Eylül 1922 tarihinde son bulan ve Batı Anadolu’yu yangın yeri, harabe ve kan gölü haline getiren Yunanlıların Türklere yönelik katl ve yağmalama olaylarının üzerinden üç çeyrek asırdan uzun bir zaman geçmiştir. Oldukça uzun sayılabilecek bu süre zarfında Yunan mezalimine dair hatıralar hafızalarımızdan silinmemiştir. Özellikle Batı Anadolu’nun en ücra köyüne dahi gidilse, bu dönemle ilgili mutlaka birkaç cümle hafızamızın zorlanmasına ve o sıkıntı dolu yılların hatırlanmasına neden olabilir.
1855-1857 Yılları arasında Fransa’nın Atina büyükelçisi La Gorce, “Les Grecs a Toutes Les Epoques” adıyla yazmış olduğu ve dilimize “Çağlar Boyu Yunanlılar” adıyla çevrilen eserde Yunanlıları şu şekilde tasvir eder: “Bir millet düşünün; şahsî veya sosyal, neyi var neyi yoksa; baştanbaşa haydutluk ve korsanlık eseri olan, kaba kuvvetin en üstün değer sayıldığı bir millet. Bir millet ki, medeniyetin doruğunda iken ancak nüfusunun kırkta biri hür. Saygı gören kişiler, küçük düşkünler ile kaşarlanmış fahişeler. İçte ahlâksızlık, savaşlar, dahilî ayaklanmalar almış yürümüş. Dışta tek amacı yağma, nasıl olursa olsun, ama istilâ yoluyla, ama ücretli askerle. Komşularıyla sürekli mücadele halinde olan bir millet. Yüceltmediği rezillik kalmayan bu millet, özellikle üç kötülüğü doruğuna çıkarmış: Kendini beğenmişlik, yalancılık ve lüks. Bunları öyle iyi kullanmayı, sergilemeyi bilmiş ki, sayesinde iki bin yıl süreyle tarihin ön plânında kalmış. Bu millet, Yunan milleti.” 1
Avrupa kamuoyunun daima haşarı çocuğu durumunda olan Yunanlılar; Avrupa’nın Rönesans sonrası kurduğu yeni medeniyetine Roma ile birlikte önderlik etmiştir. Bundan dolayıdır ki, Batılı Devletler tarafından her türlü faaliyetinde maddî ve manevî bakımlardan desteklenmiştir. Batılılar, şefkatini çocuklarının en haylazına hasreden çılgın bir anne gibi, Yunanlılara karşı yumuşak davranmış, siyasî, askerî ve ekonomik alanlarda onları daima desteklemişlerdir. Öte yandan XIV. asırdan başlayarak yakın dönemlere kadar Avrupalı aydınlar Yunan mitolojileri, felsefeleri ve sanatlarının labirenti içinde dolaşıp durmuşlardır. İşte bu tarihî arka plandan dolayı Avrupa kamuoyunun her zaman sempatisini kazanmış olan Yunanistan, fırsatları çok iyi değerlendirerek sınırlarını hep Türkiye aleyhine genişletmeyi başarmıştır.
İtilâf Devletleri, 12 Ocak 1919 tarihinde toplanan Paris Barış Konferansı’nda, Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesini kararlaştırmışlardı. İtilâf Devletleri’ni bu karara iten gelişmeleri Birinci Dünya harbi başlarına kadar götürmek mümkündür. Savaşın başlarında tarafsızlığını ilân eden Yunanlıları kendi yanlarına çekebilmek için, Dışişleri Bakanları Edward Grey’i görevlendirmişlerdi. İngilizler, Yunanlıların kendilerine 1821 yılından beri hedef olarak belirledikleri “Megali İdea” (Büyük Yunanistan fikri) doğrultusunda bir takım vaatlerde bulunmuşlardı. İngiliz hükümeti 15 Ocak 1919’da Yunan hükümetine gönderdiği notada, Yunanlılara İzmir ve Batı Anadolu taraflarının verilebileceğini belirtmişti. İngiltere’nin çıkarları gereği bu sırada aşırı derecede Yunan taraftarı ve Venizelos hayranı olarak görünen İngiliz Başbakanı Lloyd George, Balkanlar ve Anadolu’ya hakim olan güçlü bir Yunanistan’ın Akdeniz’de İngiliz ticaret ve sömürge yollarının bekçiliğini yapacağına inanıyordu.2 Nitekim Yunanlıları, Osmanlı Devleti’nin mirasçısı olarak gören L. George, o sırada dünya silâh ticaretini elinde tutan Yunan asıllı armatör Basil Zaharof’la da yakın ilişkide bulunuyordu. Öte yandan Venizelos, Paris Barış görüşmelerinden bir kaç ay evvel, L. George’a gönderdiği mektupta; “Küçük Asya’nın Yunan olan Batı kısmının kendilerine verilmesini” istemekte idi. Zaten bu sırada Yunan basını da, kendilerini Bizans’ın vârisi olduklarını ileri sürerek; “...Biricik çözüm yolu, Yunanistan’ın İstanbul’a kadar uzanmasıdır... İstanbul Yunan’ın idi ve bir gün gene Yunan olacaktır” şeklinde yazılar yayınlamakta idi. Barış konferansında L. George ve Venizelos’un hazırladıkları formüle göre, Batı Anadolu’da halkın çoğunluğu nüfus itibariyle Türk olmakla beraber, onların görüşüne göre Türk-Yunan karışımı idi. L. George, İngiltere’de daha önce başbakanlık yapmış olan ve Doğu Sorununu İngiltere çıkarları doğrultusunda çözmek isteyen Gladston’un, Türkiye hakkındaki menfi fikirlerini miras aldığından ve Ortadoğu Hıristiyanlığını himayesi altına alarak bölgede büyük bir güç olma heyecanına sahip olduğundan Yunanlıları bu sırada her bakımdan desteklemekte idi.3 Klasik batı romantizminde bu düşünce tarzı temel felsefî yapıyı oluştururken, Osmanlı Sarayında gelişmelerden habersiz, telaşlı ve tedirgin günler yaşanmaktaydı. Koyun can derdinde kasap et derdinde atasözü tam olarak böyle bir durum için söylenmiştir sanırım.
Dilerseniz o buhran dolu günleri yine hadiselerin tam orta yerindeki konumu itibari ile bizlere gerçek biçimde yansıtan sarayın başkâtibi Ali Fuat Bey’den takip edelim;
“…14 Mayıs 1919 Çarşamba günü akşamüzeri Ferid Paşa, her zamanki gibi saraya gelip padişahın huzurunda bulunduğu sırada İngiltere’nin Türkiye Siyasi Temsilcisinin, Sadrazamlık konağında kendisini beklemekte olduğu haberi verildiğinde, huzurdan çıkıp konağına geri döndü. Zat-ı Şahane’de Siyasî Temsilcinin ziyaretinin sebebini merak ederek köklü bir araştırma ve bilgi edinmesi için Refik Bey’i gönderdi. Akşamleyin Yaver Paşa ile birlikte evlerimize gitmek üzere olduğumuz sırada, Refik Bey elinde kapalı bir zarf ile birlikte saraya gelirken kendisiyle mabeyn dairesinin büyük salonunda karşılaştık. Ertesi gün bir maruzat için huzura kabul olunduğum esnada Zat-ı Şahane’yi, pek düşünceli ve çok kederli bir halde gördüm. Hatta çoğu zaman bir iş için odasına girdiğim vakit beni yanında alıkoyarak bir müddet sohbet etmek alışkanlık haline geldiyse de o gün sabah görüşmesinden sonra odada kalmam konusunda herhangi bir şey söylemedi. Sebebini bilmediğim bu üzüntülü ve kaygılı vaziyete bir anlam veremedim. Bilahare öğrendiğim İzmir’in işgali hadisesinin bu üzüntü ve keder dolu vaziyetin sebebi olduğunu anladım. Ne tuhaftır ki daha sonra öğrendiğim bu işgal hadisesini o gün Sultan bana söylemedi.
Bir gece sonra, Zat-ı Şahane çok fazla üzüntülü ve endişeye gark olmuş olduğundan gece evime geldiğimde telefonla Sadrazamı ve İçişleri Bakanı’nı bulup yeniden meydana gelmiş bir hadise varsa bilgi alarak, hangi saat olursa yatak odasındaki özel telefonla kendisine bilgi vermemi emretti.4
16 Mayıs 1919 günü, bütün gazetelerde hükümetin ve padişahın şiddetli protestoları manşet manşet boy gösterecektir.
Bu arada, Samsun’a Milli Mücadeleyi başlatmak üzere giden 9. Ordu Müfettişi Mirliva Mustafa Kemal Paşa, bu emr-i vaki biçiminde meydana gelen işgal karşısında dik durmuş ve tepkisini hemen ortaya koymak için çeşitli zamanlarda yetkili mercilere telgraflar yağdırmıştır; İşte Samsun’dan çekilen İlk telgraf:
Sadaret (Başbakanlık)
Yüksek Makamına
İzmir’in Yunan askerleri tarafından işgâl edilmesi olayı, yakından temasta bulunduğum milleti ve orduyu düşünülemeyecek ve anlatılamayacak kadar içten ve derinden yaralamıştır.
Ne millet ve ne de ordu, varlığına karşı yapılan bu haksız saldırıyı sindiremeyecek ve kabul etmeyecektir.
Emellerine ancak devletin, ordunun ve milletin kurtuluş ve selametine bağlayan padişah hazretlerine olan bağlılık ve yeniden başkanlığını üstlendiğiniz hükümetin en kesin girişimlerde ve icraatta bulunarak, milletin hukukunun korunacağına olan güvenden dolayı, sakinliğin korunabilmekte olduğunu arz ederim. 20/05/19-Samsun
9. Ordu Birlikleri Müfettişi
Padişahın Fahri Yaveri
Tuğgeneral
Mustafa Kemal5
Bu telgraftan üç gün sonra Paşa, bulunduğu Samsun’dan bir telgraf daha çekti. Fakat bu telgraf diğerinden biraz farklıdır. Hükümetin tavır ve tutumunu beğenmekte ve demektedir ki; memleketin muhtelif yerlerinde meydana gelen bu mitinglerin arkasında bulunan hükümet ve askerî makamlar, bu hizmet ve yardımlarını gizlemeli ve düşman kuvvetlerine karşı bu hareketlerin tamamen halkın bağrından ve kontrolsüzce çıktığı, bu protesto mitinglerinde herhangi bir devlet kurumunun rol almadığı noktasında dikkatli hareket edilmesi için ilgilileri uyarmaktadır. Yani demektedir ki protesto mitingleri ve diğer eylemlerde elinizden geleni ardınıza koymayın, fakat bu yaptıklarınızı gizli yapın İtilaf Devletlerinin dikkatini çekmeyin…
Sultan Vahideddin Han’ın Millî Mücadeleye yaklaşım tarzı nasıldı peki O da aynıydı. Yani Anadolu ile irtibatı hiç kesmeden daima destekleyecek faaliyetlerde bulunmak, ama sanki hiçbir şey yapmıyormuş, bu direniş hareketlerine de karşıymış gibi davranmak… İş bu kadar basit. Hariçten gazel okumak kolaydır. Her zaman geçerli olan bir sosyolojik hakikat vardır ki; hadiseler yerinde ve zamanında incelenmelidir. Aksi halde objektif neticelere varılamaz. Bakınız Mustafa Kemal Paşa’da, ilgili mercilere her harekete destek verin fakat deşifre olmayın talimat ve tavsiyesinde bulunmaktadır. Bu gayet basit ve anlaşılması kolay bir hakikattir. Çünkü o dönemde düşman kuvvetleri çok güçlüdür ve Osmanlı’nın elinde bu karşı güce mukavemet edecek alternatif bir güç bulunmamaktadır. Bu gücün meydana gelmesi için ise sadece zamana ihtiyaç vardır. Sadece zamana… İşte Sultan Vahideddin Han da bu zamanı milli güçlere kazandırmak için resmen kıvırmış, işgal güçlerine karşı hep tebessüm etmiştir. Fakat iç duyguları hiç de öyle değildi.
Şimdi söz yine Mustafa Kemal Paşa’da;
Tarih; 23 Mayıs 1919/Samsun
Konu; Mitinglerin Devamı
15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine;
(Gizli ve Özeldir.)
İtilaf Hükümetlerinin duygularımız ve Siyasî varlığımız aleyhinde İzmir’i Yunanlılara işgal ettirmek sureti ile başlayan haksız davranışlarına karşı, yurdun her tarafında yapılan gösterilerin ve başvuruların arkası bırakılmayarak fiili sonuç alınıncaya kadar devam ettirilmesi ve her tarafta bu milli gösterilerin, iyi bir şekilde yönetilmesi fevkalâde önemlidir. Bu etkili gösterilerle elde edilecek başarı, devletin ve memleketin öteki bölümleri ve çevresinin dokunulmazlığının sağlanmasına pek çok yardımcı olacaktır.
Hükümetin ve askerî makamların el ele vererek bu vatanseverce hizmetleri düzenlemede millete yardım edilmesi görüntüsü verilmeksizin, gösterilerin sırf halk yüreğinden doğduğunu ve adaletin ortaya çıkmasının heyecanla beklendiğini İstanbul’daki İtilaf Devletleri temsilcilerine ve Saraya ulaştırılması hakkındaki hızlı gelişmeleri arz ve rica ederim.6
Mustafa Kemal 7
Bu telgrafların açılımını ve tahlilini haftaya yapacağız inşaallah...
DİPNOTLAR
1) La Gorce, Çağlar Boyu Yunanlılar, s. 13. (Çev. Doğu Araştırma Grubu), İstanbul 1986,
2) Osman Olcay, Sevres Anlaşmasına Doğru,s.32 Ankara,1981
3) Dr.Zekeriya Türkmen, Sos. Bil.Ens Der.,2001,Sayı;10
4) Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim., Sf; 207.
5) Atatürk’le İlgili Arşiv Bel, Yayın No; 1, Sf; 26,Belge No; 25
6) Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı; 71, Belge; 1537
7) Hanri Benazus, Belgelerle Mustafa Kemal ve Vahdettin, Sf; 32-33, Mor Kalem, 1. Baskı, İzmir, 2005