Bu memlekette en çok demokrasiden söz edenlerin demokrasiye inançsızlığı, düşünce özgürlüğünü dillerinden düşürmeyenlerin buna pek fazla inanmamaları, inansalar da sadece kendi düşüncelerine özgürlük istiyor olmaları ülkemizin çelişkisini ve sorunların temelini oluşturuyor. Elbette bu çelişki toplumsal huzuru dinamitliyor. Bir bakıma barış suvunuculuğu yapıldığı görüntüsü  altında çatışmaya, huzursuzluğa destek verilmiş oluyor.

Bu ise toplumsal takiyeciliğin bir sonucu olarak ortaya çıktıyor. Zaman zaman belirttiğim gibi insanlar gerçek düşüncelerini açıklamıyorlar/ açıklıyamıyorlar. Söyledikleri ile düşündükleri ve inandıkları arasında fark var. Bu fark ortadan kalkmadığı, insanların söyledikleri ile düşündükleri örtüşür hale gelmediği sürece bu memlekette hiçbir sorun köklü olarak çözüme kavuşmaz. Başörtüsü sorunu da bunlardan birisidir.

Başbakan Erdoğanın çıkışı ile gündeme gelen MHPGenel Başkanı Bahçelinin destek açıklaması ile sanki konu çözüme kavuşuyormuş gibi bir görüntünün  belirmesi bile altacıdır.

Çünkü başörtüsü meselesi bu ülkede başörtüsü sorununun çözümünden yana olanlarca da karşı olanlarca da bir özgürlük sorunu olarak ele alınmıyor. Bazı kişilerin kişisel talebiymiş gibi algılanıyor. Bu yaklaşım ile başörtüsü konusuna köklü bir çözüm bulmak mümkün olmaz. Sebebi de gayet açıktır. Başörtüsü sorunu inanç özgürlüğünün sınırlandırılması olarak değerlendirilmediği sürece sonuç alınamaz. Söz gelimi Başbakan Erdoğanın konunun mutlaka çözülmesi gerektiği şeklindeki açıklamasının hemen ardından, çözümden yana oldukları, hatta çözüm konusunda bir teklif sundukları, bu teklifin AKPde tartışıldığı haberlerinin ardından Bahçelinin Milliyet Gazetesine yaptığı açıklamada, "Türbanlı kamu görevlisi olmaz, üniversitelerde sorun çözülmeli" demesi açıkça gösteriyor ki konunun çözümünden yana olduğunu söyleyen Bahçeli tarafından bile sorun inanç özgürlüğüne engel olarak algılanmıyor. Sadece toplumsal bir talebin yerine getirilmesi olarak düşünülmüyor.  Sanki toplumsal talep sadece üniversite öğrencileri için varmış gibi takdim ediliyor. Böyle olunca da mesele inanç özgürlüğünün önündeki bir engelin kaldırılması olmaktan çıkıyor, sadece oy hesapları ile atılmış bir adım olarak kalıyor.

Halbuki mesele bir inanç özgürlüğü meselesedir ve inancın nerede gereği gibi yaşanabileceğine, nerede bir sınırlama getirilebileceğine  bürokratlar da, siyasiler de  karar veremezler. Bu kararı inancın gereğini tam olarak yaşamak isteyenler verebilir. Yani bu konuda milletin vekillerinin değil, milletin kendisinin  talebi ve kararı önemlidir.

Bu arada, başörtüsü yasağının kaldırılmasının toplumsal barışı zedeleyeceği iddialarını da anlamak mümkün değildir.  Hele hele bu yasağın kaldırılması ile devletin üniter yapısının bozulacağı iddiaları üzerinde hiç durmak istemiyorum. Sadece söylemek istediğim o ki, insanların düşünce ve inançlarının sınırlandırılması toplumsal barışı zedeler, hatta bozar. Yoksa düşünce ve inancın önündeki var olan engellerin kaldırılması barışı zedelemez, aksine güçlendirir. Bu bakımdan barışın tehlikeye gireceği, devletin üniter yapısının yara alacağı gibi iddialar ileri sürmek yerine ,"Sokaklarda başı örtülü insanları görmekten rahatsızlık duyulduğunu" söylemek daha gerçekçi olur. Gerçekçi olur ama, bunun sonucunda azınlığın çoğunluğa dayatması ve tahakkümü gündeme gelir.

Bu bakımdan millete rağmen millet adına bir takım hükümler vermek, kararlar almak yerine konu inanç özgürlüğünün önündeki bir engelin kaldırılması şeklinde düşünülüp gerekli Anayasal düzenlemeler yapılarak millete gidilmelidir. Milletin ortaya koyacağı iradeye de herkesin saygılı olması gerekir. Bunun dışındaki tüm uygulama ve söylemler millete rağmen bir uygulamanın sürüdürülmesine doğrudan ya da dolaylı olarak destek vermek anlamına gelir.