Açıklama ile muhtıra aynı anlama gelir mi Gelmediği için bazı gazeteler Yargıtay açıklamasını muhtıra olarak nitelendirdiler. Peki yargı organlarının ya da bir başka kurumun yürütmeye muhtıra verme yetkisi var mıdır Elbette alanları ile ilgili olarak toplumu bilgilendirmek bakımından açıklama yapma yetkileri vardır. Ya muhtıra!.. Kanaatimce eğer Yargıtay ve daha sonra Danıştay tarafından yayınlanan bildiriler muhtıra ise bu yetki sınırlarının aşılmasıdır. Geçmişte Genelkurmay Muhtırası nda olduğu gibi.

Bu bakımdan medyanın Yargıtay bildirisini "Muhtıra" olarak nitelendirmesi kanuna aykırı bir fiili normalmiş gibi kabullenmek anlamına gelmez mi Böyle bir yaklaşım varlığını demokrasiye, kanun hakimiyetine ve hukukun üstünlüğüne borçlu olan medyanın kendi kendini inkar ve kendi ipini çekmek değil midir Eğer ideolojik tercihlerimiz birtakım olaylar karşısında farklı tavırlar sergilememize vesile olursa o zaman herkesin doğrusu kendine göre farklılık arz edecek, kanunları herkes bir kenarından çekiştirmeye başlayacaktır. O noktadan itibaren ülkemizde ne kanun hakimiyeti ne de hukukun üstünlüğünden söz etmek mümkün olur.

Bu bakımdan her açıklamayı muhtıra olarak nitelendirmek alışkanlığından vazgeçilmelidir. Eğer, yapılan açıklama değil de muhtıra olduğuna inanılıyorsa o zaman da medyanın bu tür gelişmeler karşısında görüş ayrılıklarını bir kenara bırakarak herkesi ve her kurumu demokrasi çerçevesinde kanunlara saygılı olmaya davet etmesi gerekir. Hükümete karşı olmak kanunsuzluğa destek vermenin sebebi olabilir mi

Eğer mevcut Anayasa ve yasalar çerçevesinde ülke yönetilmeyecek de muhtıralarla yönetilecekse onu da milletin bilmesi gerekir. Ortada bir yanlışlık varsa sistem içinde bunun düzeltilmesi mümkündür. Kaldı ki, AKP hakkında bir kapatma davası açılmıştır. Bu hususta Başsavcı iddianamesini hazırlamış, Anayasa Mahkemesi iddianameyi AKP ye göndermiş, AKP de buna karşı savunmasını yazılı olarak Anayasa Mahkemesi ne iletmiştir. Yani ortada hukuki bir durum vardır ve bu da Anayasa ve yasalar çerçevesinde yürümektedir. Bu noktada ayrıca Yargıtay ve Danıştay ın, hatta eğer varsa bir başka kurumun devreye girmesi yanlıştır. Böyle bir davranış Anayasa Mahkemesi nin onların isteği istikametinde karar vermesine yönelik çabalar olarak nitelendirilirse yanlış mı olur

Bu noktada kanunlar zorlanarak, yetkiler aşılarak girişilen birtakım gayretlerin kanun hakimiyetinin sağlanması ve hukukun üstünlüğünün korunması çabasından mı kaynaklandığı yoksa bu işin siyasi, ideolojik ve hatta inanç boyutu var mı sorusunun cevabının tartışılması gerekiyor. Bu tartışma yapılmadan meselelerimize çözüm bulmak mümkün değildir. Başka türlü millet iradesinin bir kenara itilmesi anlamına gelen açıklama ve uygulamaları hukukun üstünlüğü ve kanun hakimiyeti ile izah etmek mümkün olmaz. Elbette herkesin kendine has siyasi, ideolojik bir tavrı ve inancı vardır, olmalıdır. Bu insan olmanın tabii bir sonucudur. Ancak, sahip olunun yetki, makam ve güç sebebiyle herkes kendi ideolojisini, siyasi kanaatini ve inancını toplumun tümüne hakim kılmaya kalkışırsa işler karışır. Demokrasi denen sistem de işte bu farklılıklara rağmen birlikte yaşama sanatıdır. Farklılıkları kabullenip, içselleştirmektir. Farklılıkların içselleştirilemediği bir ülkede ne demokrasiden, ne kanun hakimiyetinden ne de hukukun üstünlüğünden söz edilebilir. Günümüzde sorunların üstesinden gelmenin yolu millet olarak uzlaşmadan geçer. Çağdaş devlette kesinlikle dayatmalara yer yoktur. Belki birtakım dayatmalarla toplumları belli bir noktaya getirmek, bir diğer ifade ile tepeden inmeci kararlarla toplumu şekillendirmek 1930 da mümkündü ama artık bunu uygulamak bir yana savunmak bile  yadırganır olmuştur.

Sanıyorum millet olarak yeni bir sözleşmeye ihtiyaç vardır. Bu sözleşme ise kendilerini aydın sananların masa başında hazırlayıp millete "Alın biz size bu kalıbı biçtik" tarzındaki bir yaklaşım ile hazırlanmamalıdır. Hazırlanacak yeni sözleşmede her fikir, her ideoloji ve her inanç, her renk kendine yer bulabilmeli, fikir planında kendini ifadede hiçbir engel kalmamalıdır. Bunun gerçekleşebilmesi için birtakım tabuların arkasına gizlenilmemelidir. Kısacası fikir her türlü sınırlandırmadan arındırılmalı buna karşılık kendi fikrini zorla kabul ettirmek isteyenlere karşı da kesin müeyyideler olmalıdır. Farklılıklara rağmen birlikte yaşamanın yolu budur. Ama, birileri bu ülkede hiçbir farklılık olmasın, herkes benim gibi düşünsün diye dayatıyor ve bu dayatanlar da toplumun çok az bir bölümünü kapsıyorsa buna azınlığın çoğunluğa tahakkümü denir. Gerisi hikaye.