İnsanın konuşurken ve düşünürken bile fena olduğu olaylar
birbiri ardına yaşanıyor. Sadece birkaç günlük gazetelere bile bakıldığında bir
cinayet salgını ile karşı karşıya olduğumuzu görmek mümkün. Bu arada vahşi
cinayetler karşısında toplumda ciddi tepkilerde oluşuyor, insanlar tepkilerini
ciddi bir şekilde göstermek için sokağa dökülüyor, mağdurların evlerine
koşuyorlar. Elbette tepki ne şekilde olursa olsun toplumsal duyarlılığın bir
ifadesidir. Ancak, sergilenen tepkilerin olayları önlemekte bir etkisinin
olmadığı da ortada. Hatta tepkiler arttıkça işlenen cinayetlerde artış
görülüyor. Ceza yasalarının ağırlaştırılması, idam cezasının yeninden
getirilmesi tartışmaları da canileri yıldırmıyor. Sanki caniler toplumda oluşan
tepkileri ciddiye almıyorlar.
Böyle olunca da meseleye doğru teşhis koymak, ona göre
tedbirler düşünmek gerekiyor. Elbette, cezaların caydırıcı olması gerekir.
Ancak, insanımızın aklına cinayet düşüncesinin gelmemesi için gerekenlerin
yapılması icap ediyor. Bunun yolu da eğitimden geçiyor. Eğitim derken sadece
üniversite sayılarının artırılması, toplumda herkesin en azından lise mezunu
çoğunluğunun üniversite mezunu yapılmasını kastetmiyorum Kastım eğitimde
insanımıza nelerin verildiğidir. Kısacası eğitimin muhtevası üzerinde durmak,
yeni programlar ve içerikler belirlemek gerekiyor. Uzun lafın kısası, iç
güvenlik diyerek polisin yetkilerini artırmak istenmeyen olayları engellemekte
yeterli olmayacaktır. Bunun en sağlıklı yolu, insanımızın yüreğine, onu kötü
düşüncelerden koruyacak duygunun yerleştirilmesidir. Kısacası herkesin peşine
bir polis takmak yerine insanımızın yüreğine bir polis yerleştirmek gerekiyor.
Toplumda genel kabul gören değer yargılarının oluşması bunun için en sağlıklı
yoldur. Elbette bunu gerçekleştirmek konuşmak kadar kolay değildir. Zaman ve
emek ister. Öncelikli olarak da siyasilerin ortak değerler etrafında
birleşebilmesi icap eder.
Hiçbir konuda anlaşmamak prensibi etrafında toplanmış
olan siyasi kadrolarla toplumun tümünce benimsenecek ortak değer yargıları
oluşturmak nasıl mümkün olabilir Bu soruyu bir ümitsiz olarak değil, bir
hususa dikkat çekmek için dile getiriyorum.
Çünkü ülkemizde demokrasi toplumun hiçbir konuda
birleşmemesi esası üzerine kurgulanmış. Hiçbir ortak değer yargısına bağlı
olmayan, hatta genel değer yargılarını mahalle baskısı olarak nitelendirerek
ortak yargılarının yok edilmesini esas alan bir anlayış ile gelinen noktada
toplumsal huzurun sağlanması mümkün olmaz. Çünkü ortak değer yargılarının
varlığı toplumsal kontrolü gündeme getirir. Kendisini toplumsal kontrolün
etkisinde gören insan toplumdan dışlanmamak için kendince otokontrol
gerçekleştirecektir.
Bir dış operasyonda bileortak bir noktada buluşamayan siyasi kadrolarla geçmişte var olan ortak
değerlerin yeniden toplumda oluşturulmasını sağlamak kolay olmayacaktır.
Demokrasiyi başıboşluk olarak algılayan bir anlayışla toplumun huzur ortamına
ulaşması imkânsız değilse de çok zordur. Çünkü başıboşluk, topluma karşı hiçbir
sorumluluk duymamak demektir. Böyle bir anlayış sadece bir takım yasal
düzenlemelerle frenlenemez. Bu freni benim özgürlüklerim başkalarının
özgürlüğünün başladığı yerde biter anlayışı sağlar. Herkes benim gibi düşünecek anlayışı aslında en ideal
sistem olarak sunulan demokrasiye de aykırıdır