Ülkemizde muhafazakâr kitlenin siyasal anlamda iktidarını on altı yıldır devam ettirdiği bir vaka olarak karşımızda duruyor. Son günlerde bu iktidar çevresinin gündeminde yeni iktidar alanlarının gerekliliğine dair bir inanç var. Siyasi iktidarı elinde bulunduranların bu amaçla kültürel iktidar kavramını dile getirdiğini görüyoruz.

Kültürel iktidar konusuna bu kadar değinilmesi bazı hususların eksikliğinin hissedilmesinden olsa gerek. Bu eksikliğin, ihmal edilmiş değişik alanlardan kaynaklandığının farkına varılmış gibi. Bu alanlardan belki de en önemlisi kültür ve sanat hayatıdır.

Kültür ve sanat insani bir birikimi ifade eder. Kültür semantik olarak Latince ekin ekmek anlamına gelen bir köke dayanır. Sanat kelimesinin semantik kökeni ise ustalık ve hüner isteyen bir eylemi ifade eder. Yani kültür ve sanat insanın doğal ya da ustalık gerektiren emeğiyle ortaya çıkan bir nevi hafızadır.

Bir toplumun temel verilerine işte bu kültürel hafızasından ulaşılır. Bu hafıza toplumsal ahengi sağlayan bir yapıyı inşa eder. İşte bu inşa süreci toplum üzerindeki kültürel iktidarı gösterir. Bugünlerde kastedilen kültürel iktidar kavramı, tam olarak toplumsal hafızanın inşa gücü değildir. Daha çok kültür ve sanat alanındaki faaliyetlerin neticesiyle alakalı. Çünkü kültür ve sanatın gücü hiçbir iktidarın yadsıyamayacağı bir gerçektir.

Hal böyle olunca kültürel iktidardan bahsedilirken iktidar bahsinden neyi anlamamız gerektiği de önemli bir husus. Kültürel iktidar derken, kültürün iktidar vasıtasıyla toplumu şekillendirmesi olarak mı anlayacağız? Yoksa kültürel enstrümanları siyasal iktidar sahiplerinin kontrol edebilme gücü olarak mı? Her iki durumun da üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gerekiyor.

Kültürün iktidar vasıtasıyla toplumu şekillendirici gücü kastediliyorsa gerçek anlamda kültürel iktidardan bahsedilmiyor demektir. Ortada kültürün topluma dayatılması ya da kalıp halinde sunulması söz konusudur. Fakat bu tür bir yaklaşımın başarılı olmadığını daha önceki dayatmacı zihniyetlerde gördük.

Batı kültürünü egemen kılmak adına eğitimden sanatsal faaliyetlere kadar her alan şekillendirilmiştir. Buna rağmen bu toplumun Batı kültürünü tam anlamıyla kabul etmediğini biliyoruz. Geleneksel kültür ile dayatılan kültür arasında kalan topluma yansıyan acı gerçek, ortaya çıkan kültürel boşluk yani kültürsüzlük olmuştur.

Eğer kültürel iktidar derken kültür ve sanatsal üretimin kontrolü kastediliyorsa bu da yine toplumla kültürün irtibatından bahsedilmiyor demektir. Bu şekildeki bir anlayışın temel amacı, iktidar olma ve kalma adına kültürün imkânından faydalanmaktır. Yani kültür ve sanatın onlar için ifade ettiği, siyasi bir propaganda aracı olarak kullanılmasından başkası değildir. Bunun örneklerini medya vasıtasıyla yapılan yayınlarda görebiliyoruz.

Sinema filmleri ve dizilerin nasıl bir propaganda aygıtına dönüştüğüne ve kitleleri yönlendirdiğine şahitlik ediyoruz. Kültür ve sanat adına yapılan bu tür uygulamalar, kültürel bir faaliyet değil, ancak kültürsüzlüğün bir sebebi olabilir.

Kültürel iktidardan bahsedenlerin öncelikli olarak kültürsüzlüğün egemenliğini kırması gerekecektir. Bunun için kültür ve sanat, siyasi iktidarın bir aracı olarak değil toplumun içinden çıkan bir değer olarak kabul edilmelidir.