Aile & Yaşam

Kenevir Kongresinde duygusal anlar: Prof. Dr. Dilek İnan Türkiye’nin kaybettiği yılları anlattı

Kenevir Kongresi’nde konuşan Prof. Dr. Dilek İnan, kenevir temelli tedavilerle hayata tutunduğunu anlattı, Türkiye’nin kaybettiği yıllara dikkat çekti.

Loading...

Abone Ol

Uludağ Üniversitesi’nin katkılarıyla düzenlenen 2. Uluslararası Multidisipliner Çevre ve Kenevir Kongresi’nde, salonda alışılmış kongre havasından çok daha farklı bir atmosfer vardı. Bilimsel sunumların yerini derin bir sessizlik, slaytların yerini ise titreyen bir ses aldı. Kürsüde konuşan Prof. Dr. Dilek İnan, yalnızca akademik bir sunum yapmıyordu. Almanya’da yetişmiş, Batı tıbbının içinde yıllarını geçirmiş bir onkolog olarak hem bir bilim insanı hem de hayata tutunmuş bir hasta kimliğiyle konuşuyordu. Kenevir temelli tedavilerin yalnızca teoride değil, bizzat kendi yaşamında nasıl karşılık bulduğunu anlatırken gözyaşlarını tutamadı. O an, salondaki pek çok kişi için mesele kenevirin kendisinden çıkıp Türkiye’nin yıllardır ertelediği bir yüzleşmeye dönüştü.

Kenevir Kongresinde Sessizliği Bozan Hikâye

Kongrede anlatılanlar klasik bir başarı öyküsünün çok ötesindeydi. Prof. Dr. Dilek İnan, Batı üniversitelerinde aldığı eğitimle, özellikle Almanya’da uygulanan bitkisel ve kenevir temelli tedavilerin bilimsel altyapısını yakından tanıyan bir isim. Avrupa’da bu tedavilerin hekim reçetesiyle, eczanelerde hazırlanarak hastalara sunulduğunu hatırlattı. Orada tartışmaların ideolojik değil, veriler üzerinden yürüdüğünü vurguladı.

Türkiye’de ise aynı yıllarda sürecin ağır ilerlediğine dikkat çekti. Bilimsel çalışmaların, klinik uygulamaların ve mevzuat düzenlemelerinin sürekli ertelendiğini söyledi. Kongre salonunda yükselen duygusal atmosferin nedeni de tam olarak buydu. İnan, konuşurken yalnızca kendi yaşadıklarını değil, bu gecikmenin toplum üzerindeki etkilerini de dile getirdi. Sessizlik, anlatılanların ağırlığını daha da görünür kıldı.

Bir Onkolog, Bir Hasta ve Kenevirle Gelen Umut

Hikâyeyi sarsıcı kılan nokta ise Prof. Dr. Dilek İnan’ın yalnızca bu tedavileri anlatan bir akademisyen olmamasıydı. Kendisine agresif seyreden, hızla yayılan kitleler nedeniyle aylar biçildiğini açıkça paylaştı. Kemoterapinin işe yaramayacağı söylendi, amputasyon önerildi. Tıbbi olarak “yapılacak bir şey yok” denilen noktada, yıllarca içinde çalıştığı bilime sarıldı.

Kenevir temelli, bilimsel dayanağı olan ve görece düşük maliyetli bir yöntemle tedavi sürecini yönetti. Bugün hâlâ düzenli kontrollerini yaptırıyor, hâlâ ayakta ve mesleğini sürdürüyor. Kongredeki gözyaşları da tam bu noktada geldi. Çünkü o an, bir hastanın hayata tutunuşunu değil, bu bilime daha erken erişebilseydi hayatı değişebilecek binlerce insanı düşünüyordu. Salondaki pek çok katılımcı için bu anlatım, istatistiklerin çok ötesinde bir karşılık buldu.

Türkiye’nin Kaybettiği Yıllar ve Cevapsız Sorular

Prof. Dr. Dilek İnan’ın konuşması, ister istemez Türkiye’nin önündeki soruları da gündeme taşıdı. Batı’da yıllardır kullanılan, geliştirilen ve klinik pratiğe giren bir bilimin neden hâlâ tartışma konusu olduğu sorgulandı. Almanya’da bir hastanın reçeteyle erişebildiği tedaviye, Türkiye’de hastaların neden yalnızca umutla baktığı sorusu salonda yankılandı.

Kaybedilenin yalnızca zaman olmadığı vurgulandı. Yaşam kalitesi, umut ve belki de geri gelmeyecek hayatlar… İnan’ın ifadesiyle mesele artık “kullanılsın mı?” sorusu değil. Mesele, bu gecikmenin daha ne kadar süreceği. Kongrede dökülen gözyaşları, bir kişinin değil, bir ülkenin geç kalmışlığının sembolü olarak