Taaa iliklerimize kadar işledi, o cümlesi;
“Oğlum yüzme bilmiyor” sözüyle Türkiye’yi ağlatan o anne…
Ermenek’teki maden faciasında hayatını kaybeden işçilerden Tezcan Gökçe’nin annesi Ayşe Tezcan gibi babası Recep Tezcan da ayağındaki eski ve yırtık kara lastik ayakkabılarıyla Türkiye’nin yüreğini dağladı…
Bunun üzerine Karaman Valiliği, acılı baba Recep Tezcan’a, 11 lira değerinde yeni bir kara lastik gönderdi…
Bu da tam anlamıyla skandaldı!
***
Kara lastik bana da yabancı değil, hani
1970’li yılların son çeyreğinde, Erzincan İmam Hatip Lisesi’nde okurken sınıfın neredeyse yarısı “kara lastik”liydi…
Tamamen yokluktan…
Barındığımız Erzincan Vakıflar Öğrenci Yurdu’nun ise hemen hemen tamamı –ayakkabı demeye dilim varmıyor- bu lastikten giyerdi.
Yazın terleten, kışın donduran “kara lastik”ten…
***
İmam Hatip Lisesi’nde o yıllara ait “kara lastik” hâtıraları kitaplara sığmaz herhalde…
Ama bir tanesi var ki, anlatmadan olmaz…
Kokuya duyarlı bir felsefe-mantık öğretmenimiz vardı; Ruhan Engin… Kulakları çınlasın…
Ruhan hanım sınıfa girdiğinde sınıftaki “kara lastik”li takım, yani bizler, bir kaş göz hareketiyle hep beraber çaktırmadan kara lastikleri ayaklarımızdan çıkarırdık!
Sınıfta bir ayak kokusu, bir ayak kokusu ki, sorma gitsin!
Ruhan hanım, hemen zıplar ve , “Açın şu pencereleri!..” diye haykırırdı!
Biz de muzipçe gülümserdik…
Bu satırları okuduysa Ruhan Engin hocamıza da buradan bin selam olsun.
***
Kara lastiklerden nasıl kurtulduğumuz ise bayağı uzun bir hikaye!..
Bir ara onu da anlatırım…
ERBAKAN HOCA YILLARCA ÖNCE ANLATTI!
“Müslümanlar, tarihi bulmuşlar, coğrafyayı kurmuşlardır. Eskiden tarih hikâyelerden ibaretti, ilk defa İbn-i Haldun “Mukaddime” sinde tarihin bir hikâye ilmi olmadığını, bütün insanların, milletlerin yaşayışlarını sebepleriyle, neticeleriyle inceleyen, bunların tahlilini yapan bir ilim olduğunu belirtti ve ilk tarih kitabını yazdı. Ve yine ilk defa coğrafya haritasını çizen Müslümanlardır. Hatta Amerika’nın keşfi ilk defa Müslümanlar tarafından yapılmıştır. Müslümanların haritalarında Amerika’nın mevcudiyeti gösterilmekte idi.
Biz biliyoruz ki, Amerikayı Kristof Kolomb keşfetti. Neden böyle biliyoruz Çünkü biz bilgilerimizi Avrupalılardan aktarıyoruz da ondan. Bakın Kristof Kolomb hakkında yeni yapılan tetkikler neleri gösteriyor: Kristof Kolomb Venediklidir. Yani ticaret gemileriyle İslâm alemiyle en fazla temasta bulunan bir yerden. Kitaplar daha ziyade Venedikte, Ceneviz’de tercüme edilerek Avrupa’ya intikal etmiştir. Kristof Kolomb Venedik’te Müslüman kitaplarından batıya doğru gidildiği zaman yeni kıtalara rastlanacağını okumuş ve öğrenmiştir. Bundan dolayı kendisi de bu işi merak etmiş ben de gidip bunu göreyim, demiş ve ilk defa Atlantik’e açılmak cesaretini göstermiştir. Kristof Kolomb Atlantik’te aylarca gidiyor fakat bir türlü karaları bulamıyor.
Hattâ öyle bir noktaya geliyor ki, gemisinin içerisindeki insanlar bunaltıdan dolayı isyan etmeye kalkıyorlar. “Geri döneceğiz diyorlar. Sen bilmediğin yere bizi götürüyorsun, bunun sonu çıkmaz” diyorlar.
Yapılan tetkikler gösteriyor ki, o gemide bulunan bazılarının hâtıra defterindeki notlardan anlaşıldığına göre Kristof Kolomb şu sözleri söyleyerek isyanı bastırıyor: “Öğle çıkışmayın, böyle söylenmeyin. Ben devamlı olarak Batı’ya gidildiği zaman yeni karalara rastlanacağı fikrini ve bilgisini Müslümanların kitaplarından okudum. Bu karaya mutlaka varacağız. Çünkü Müslümanlar yalan söylemezler.” Ve nitekim sabrediyorlar, devam edip gidiyorlar. Nihayet Amerika kıtası karşılarına çıkıyor.” (NECMETTİN ERBAKAN- “MÜSBET İLİM VE İSLAM” KONFERANSI’NDAN…)
BİR İMAN-KÜFÜR ÇATIŞMASI…
Türk Edebiyatı’nda Mehmet Akif-Tevfik Fikret çatışması…
Bir başka deyişle iman ve küfrün kavgası…
Bu kavga, bu açıdan bakıldığında diğer “edebi kavgalar”dan çok ama çok farklı…
Epeydir bu köşeye konuk etmek istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım, yılların kalemi Fahrettin Gün, nesillerin mutlaka okuması, bilmesi gereken bu tartışmayı ’Mehmet Akif-Tevfik Fikret Çatışması’’ adlı kitapla günümüze taşıdı.
Kitabın arka kapağında şu ifadeler dikkat çekiyor:
“Mehmed Âkif-Tevfik Fikret “çatışması” iman-küfür düzleminde gerçekleştiği için diğer tartışma ve kavgalardan farklıdır. Edebiyatçılar arasında süren tartışma, polemik ve kalem kavgaları bir süre sonra nihâyet bulurken “Âkif-Fikret çatışması” bugün aynıyla devam etmektedir. Bu çatışmanın böyle devam etmesi de olağandır. Çünkü “çatışmanın” “iman-küfür” ekseninde olması hasebiyle bu, “inançla, inkârın”, “teslimiyetle, reddin” çatışmasıdır. Bir noktada inancı özgürlük bilenlerle inkâr tutsaklığına kapılanlar arasında bir mücadelenin devamıdır. İslâmcı şâir, mütefekkir Mehmed Âkif ve düşüncesini savunanlarla, inançtan kısmî olarak nasiplense de Osmanlı’nın çöküş sürecinde pek çok Osmanlı aydını gibi, metafizik sahada bocalayarak ruhunda şiddetle sarsıntı ve buhranlar geçiren ve kendi başına bir muvazene bulmak için çırpınıp, şüphecilikten kurtulamayarak sonunda inkâra yönelen Batıcı Tevfik Fikret’in düşüncesini savunanlar arasında cereyan eden bir mücadeledir. Mehmed Âkif “inancı” temsil ederken, Tevfik Fikret “inkârı” temsil etmektedir.”
Bir dönemi tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren bu önemli kitabı tavsiye ediyorum.
(Kitabın künyesi: Fahrettin Gün, Mehmet Akif-Tevfik Fikret Çatışması, Beyan Yayınları, Haziran 2014, 318 sayfa)
(HAMİŞ: Sevgili Demirhan Kadıoğlu; haklıymışsın. “Yetiştirilmiş Hayatlar” kütüphanemden çıktı. Hem de bahsettiğin şekilde, “ıslak imzalı”.) )
NOT: : Bugün 24 Kasım 2014, Pazartesi… 1) Emekliler yılda 15–20 TL zamla, hâlâ sürünmeye devam ediyor. 2) An itibariyle asgari ücretli “nasıl geçineceğim ” diye feryat ediyor. 3) Bu parlamento ve mevcut AKP iktidarı, 2011’den bu yana verdiği yeni ve sivil anayasa sözünü yerine getiremedi. 4) 28 Şubat darbesi döneminde kapatılan, yoksul-zeki Anadolu çocuklarının barındığı Başbakanlığa bağlı Vakıf Öğrenci Yurtları hâlen kilitli. Otur, sıfır!