Tarih 23 Eylül 1992...

Yer, TBMM.

Başbakan Süleyman Demirel ve Hükümeti hakkında Refah Partisi tarafından verilen gensoru görüşmelerinde neler yaşandı?  

Refah Partisi adına konuşan Milli Görüş lideri, Refah Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan bakın neler ifade etti; 

TBMM Tutanaklarından aynen sunuyoruz bu önemli ve de arşivlik konuşmayı;

"BAŞKAN — Değerli milletvekilleri, bu görüşmede, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, önerge sahiplerinden biri, siyasî parti grupları adına birer sayın milletvekili ile Başbakan veya bir bakan konuşabilecektir. Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika, gruplar ve Hükümet adına konuşacak sayın üyeler için 45'er dakikadır. önerge sahibi olarak kim konuşacak efendim?

ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) — Sayın Başkan, Grubumuz adına Grup Başkanımız Sayın Necmettin Erbakan bey konuşacaklardır efendim.

BAŞKAN — Zaten önerge grup adına verilmiştir. Grup Başkanı sıfatıyla Sayın Erbakan konuşabilir. Buyurun Sayın Erbakan. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA NECMETTİN ERBAKAN (Konya) — Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri, Hükümetin sayın üyeleri; bugün 23 Eylül 1992, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Refah Partisi Grubumuz tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 25 Ağustos 1992 günü tevdi ettiğimiz terör ve Şırnak olaylarıyla ilgili gensoru önergemizin gündeme alınması konusunu müzakere ediyoruz. Sözlerime başlarken, her şeyden evvel, Refah Partimiz Grubu adına Yüce Meclisin bütün üyelerini saygıyla, sevgiyle selamlıyorum ve bu görüşmelerimizin bütün milletimiz ve insanlık İçin hayırlı olmasını diliyorum. Bu gensoru önergemizin neden gündeme alınması gereklidir, zaruridir : Aylardan beri ülkemizde cereyan eden olayları yaşayan kimseler olarak, aslında bu apaçık ortadadır; ayrıca, üzerinde görüşülmeye bile değmeyecek kadar aşikârdır. Bununla beraber, biz görevimizi yapmış olmak için,'bugün ülkemizde terörün her tarafa nasıl bir yangın gibi yayıldığını ve Şırnak olaylarını, bu Hükümetin terörü önlemek için bugüne kadar -10 aydan beri- hiçbir şey yapmadığını apaçık bir şekilde ortaya koyduğunu açıklamakta fayda görüyoruz ve yine neden bu olaylar r karşısında Meclisin huzuruna gensoru ile geldiğimizi de açıklamakta yarar görüyoruz. Temenni olunurdu ki, 25 Ağustos 1992 tarihinde verdiğimiz bu gensoru önergesi o günler de görüşülseydi. Ne yazık ki, bir ay gecikme ile görüşüyoruz; çünkü, Refah Partisi olarak, ülkenin içi ve dışı yangınlarla dolu iken, Yüce Meclis tatile girmesin, sürekli olarak çalışalım de dik. Ne yazık ki, İktidar Partisine mensup arkadaşlarımız bu haklı teklifi kabul etmediler, tatili tercih ettiler. Meclis tatile girdi, biz 10 Temmuz günü meclisin fevkalade olarak toplanmasını istedik; bu isteğimiz de bir buçuk ay geciktirildi, ondan sonra Meclis toplandı; ama üç gün sonra bir kere daha tatile sokuldu. Görüldüğü gibi, ülkenin içi ve dışı yangınlarla cayır cayır yanarken, ne yazık ki, aylarca Meclis toplanmamıştır ve ne yazık ki bu gensoru önergemiz bir aylık bir gecikmeyle Yüce Mecliste konuşulmaktadır.

Bu önemli noktaya dikkatleri çektikten sonra, sözlerime başlarken, her şeyden evvel dört hususu belirtmekte yarar görüyorum : Bunlardan birincisi şudur : Biz, Refah Partisiyiz, millî görüş mensuplarıyız ve adil düzenin savunucularıyız. Bizim ve diğer arkadaşlarımızın da olduğu gibi, inancımızda ve görüşümüzde en mühim mesele, ülkemizin, vatanımızın, devletimizin birliği ve bütünlüğüdür; bu konuşmayı, her şeyden önce, bu inancımızın ışığı altında serdettiğimi belirtmek istiyorum. Bizim vatanımızın birliği ve bütünlüğü, bu ülkede yaşayan 60 milyon memleket evladımızın, kardeşimizin saadetinin tek çıkar yolu olduğu gibi, bütün insanlık için de bu bütünlüğün büyük faydası vardır; çünkü, birçok defalar açıkladığımız gibi, yeryüzünde huzur ve barış, ancak İslâm birliğinin kurulmasıyla mümkün olacaktır, bunun için de Türkiye'nin, bir bütün Türkiye'nin, bir güçlü Türkiye'nin, bir mıknatıs gibi bütün Müslüman ülkeleri etrafında toplamasının büyük önemi vardır; onun için Türkiye'nin güçlü olması, bir ve bütün olması, bütün insanlığın kurtuluşu bakımından da hayatî ehemmiyet taşımaktadır. İkincisi şudur : Bütün bu konuşmalarımızı yaparken, her şeyden evvel belirtmek istiyorum ki, ülkemizin, vatanımızın birliğini ve bütünlüğünü korumak için hayatı pahasına görev yapan kıymetli, şanlı ordumuzun mensuplarına, bütün polis güçlerimize, güvenlik güçlerimize, güvenlik güçlerimizin hepsine, bu yaptıkları şerefli hizmetten dolayı sonsuz sevgimiz, saygımız vardır, her hususta kendileriyle beraberiz, bu ülke için yaptıkları hayırlı hizmette, Refah Partisi olarak bütün gücümüzle onların yanındayız, arkasındayız ve destekçisiyiz. Üçüncü olarak belirtmek istediğim önemli husus şudur : Bir yandan, ülkemizin bütünlüğü için hayatını ortaya koyup hizmet veren kahraman güvenlik kuvvetlerimizin şehit olan gencecik evlatlarının acısını yüreğinde duyan annelerin acısını da aynen kendi yüreğimizde duyarak konuşuyoruz; gözleri önünde aile efradının kurşunlandığını, bombalandığını, katledildiğini gören güneydoğulu kardeşlerimizin kalplerindeki acıyı da aynen kalbimizde duyarak konuşuyoruz; evi, köyü tahrip olduğu için ormanda, dağda yaşamaya mecbur kalan Şırnaklı kardeşlerimizin kalplerinde duyduğu acıyı da aynen duyarak konuşuyoruz; bu konuşmayı şefkatle yapıyoruz, bu önergeyi Meclise bu şefkatle getiriyoruz; 60 milyon insanı şefkatle sevdiğimiz için, ülkenin birlik ve bütünlüğünü her şeyin üstünde tuttuğumuz için, bu Hükümetin üyelerini de şefkatle sevdiğimiz için bu önergeyi Yüce Meclisin huzuruna getiriyoruz. Onun için, bu en önemli memleket meselesini konuşurken üslubumuz hiçbir zaman kavga olmayacaktır, tam tersine şefkat ve sevgi olacaktır. Nihayet, şunu da belirtmek istiyorum : Yine, memleketimizin böyle önemli bir konusun da sözlerime başlarken, güvenlik kuvvetleri mensuplarımız olarak hayatlarını kaybeden bütün memleket evlatlarına, bölgede masum vatandaşlarımız olarak hayatlarını kaybeden evlatlarımıza rahmet diliyorum, yakınlarının acılarına iştirak ediyorum, yakınlarına ve bütün milletimize bundan dolayı başsağlığı diliyorum. Bu gensoruyu buraya getirmek telaşımız nedendir? İşte konuşmaya başlarken, bu noktayı da açık bir şekilde ortaya koymakta yarar görüyorum. Muhterem milletvekilleri, hepimizin gördüğü gibi, terör, son aylarda etrafı sarmıştır; her yer, kan, dehşet ve gözyaşına boğulmuştur, 2 yaşında masum çocuklar katlediliyor, 18-20 yaşındaki gençler hayatlarını kaybedip hazin törenlerle toprağa veriliyor. Ülkede, can, mal, ırz emniyeti kalmamış. Askerimiz, polisimiz şehit ediliyor; karakollarımız basılıyor; hâkimlerimiz, savcılarımız kaçırılıp öldürülüyor; valilerimizin kaçırılmasına tevessül ediliyor; yollar kesiliyor, uçaklar kurşunlanıyor, trenler yakılıyor, vapurlar yakılıyor. Şu ülkenin haline bir bakınız; her taraf kan ve gözyaşı... Bütün bu facialar yaşanırken asıl en önemli husus şudur : Gereken ciddî tedbirler alınmalıdır, yoksa ülkemiz, maazallah, bir bölünme tehlikesine doğru zorla götürül mek isteniyor. Çünkü, dış güçler, bir yandan güneydoğudaki vatandaşlarımızı çeşitli ajanlarla tahrik ettikleri gibi, öbür taraftan da, diğer bölgelere giren genç askerlerimizin cenazeleri esnasında yaptıkları provokasyonla ülkemizi bir iç harbe sürüklemek istiyor, İşte, ülke, on ay içerisinde, maalesef, böyle feci bir noktaya gelmiştir. Bütün bu olaylar cereyan ederken çok açık olan bir gerçek de odur ki, bu Hükümet, maalesef, hiçbir şey yapamamaktadır. Söz buraya geldiğinde hemen şunu açıklamak istiyorum : Bu Hükümetin mensubu kıy metli arkadaşlarımızın ve kardeşlerimizin kendilerinin iyi niyetlerinden zerre kadar şüphemiz yoktur. Bunlar, terör olmasın, ülkemiz bölünmesin istiyorlar. Bunu ben de canı gönülden temenni ediyorum; ama, iyi niyet yetmiyor; etkin icraat ve çözüm gerekiyor. Halbuki, bunun için kaybedilecek zaman kalmamıştır. Milletin temsilcisi bu Meclistir. Dolayısıyla, millete karşı sorumlu olan da bu Meclistir. "Ne yapalım, Hükümet başaramıyor" diyerek sorumluluğu muzdan kurtulamayız. İş bu noktaya gelince, bu Meclisin, bu görevi yapmak için işbaşına getirdiği Hükümeti görevinden alması ve yerine, bu görevi yapabilecek bir hükümeti getirmesi gerekir. İşte biz Refah Partisi olarak, bu sorumluluğu, bu görev anlayışını duyarak gensoru önergemizi Yüce Meclisin huzuruna getirmiş bulunuyoruz. Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri, acaba bu söylediklerimiz doğru mu, değil mi? Bunların tespiti için uzun boylu uğraşmaya lüzum yoktur. Son ayları hep beraber yaşadık. Bu aylar esnasındaki bütün gazete manşetlerini, radyo ve televizyon haberlerini hep beraber dinledik. Bunları huzurlarınızda ayrı ayrı ve tafsilatıyla konuşacak değilim. Yalnız, gerçeği orta yere koymak ve bu olayları değerlendirmek için, yüksek müsaadelerinizle, önce, bu Hükümetin, on ay evvel bu Mecliste göreve başlarken hangi taahhütlerde bulunduğunu, bir kere da ha kısaca hatırlatmakta yarar görüyorum. Yapılan tespitlerle, vesairelerle vaktinizi almayacağım. Bakınız, bu Hükümet işe başlarken şu vaat Hükümet Programında açıkça yer almış tır : "Ülkemizin her yanında terör mutlaka önlenecek, vatandaşların can güvenliği ve huzuru sağlanacaktır. Siyasî cinayetlerin son bulması ve faillerinin yakalanması devletin en önemli görevlerinden birisidir." İkinci bir taahhüt; "Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki terör önemli boyutlara ulaşmış ve ülkemizin çok önemli bir sorunu haline gelmiştir. Hükümetimiz, bu terörü önlemeye kararlıdır. Bunun için de, demokratik rejim içinde kalarak Olağanüstü Hal Bölge Valiliği düzenlemesi ve koruculuk sistemi gözden geçirilecek -on aydır hâlâ gözden geçirilecek]..- Silahlı Kuvvetlerimiz ve diğer güvenlik güçlerimiz arasında komuta, karar ve uygulama birliği sağlanacak; suçsuz yöre halkına şefkatle davranılacak, devletle halkın güven bağı yeni den kurulacaktır." Bugün bu sözleri hatırlattığım zaman yüreğinizin nasıl burkulduğunu ben buradan hisse diyorum. Şu gerçeklere bakın, on ay evvel hükümet programında bir bir söylenen şu sözlere bakın... Diğer bir taahhüt: "Terör ve anarşi yaratanlar ve şiddet kullananlar hukuk içinde mutlaka etkisiz hale getirilecektir." Diğer bir taahhüt :,"Doğu ve güneydoğu için genel ve bölge kalkınma planları çerçevesin de özel bölge kalkınma planı hazırlanarak uygulanacaktır."

Diğer bir taahhüt : "Millî istihbarat örgütlerimizi Türkiye'nin güvenlik, savunma ve dış politika hedeflerine daha çağdaş, daha yararlı ve daha zamanlı katkıda bulunabilir hale getireceğiz. Teknik ve beşerî istihbarat yeteneklerini birlikte geliştirecek, açık ve kapalı faaliyetlerini yeniden düzenleyecek, millî istihbarat bürokrasisini çok daha profesyonel bir konuma kaydıracağız." Ne zaman?.. Ba'de harâb-il- Şırnak... On ayda ne oldu? Şimdi, on ayda bu Hükümet sadece televizyonlara çıktı, hepimizin bildiği gibi, boş laflarla vakit geçirdi. "Akan kan yerde kalmayacaktır." Bunu on ayda milyon kere duyduk. "Devlet terörün çaresini bulacaktır." Yine milyon kere duyduk. "Devlet ülkenin her köşesine hâkimdir. Üç beş kişi kendilerini devletten üstün sayarsa, analarından doğduklarına pişman ederiz..." Aynı plak her gün yeniden çalınıyor. Bu Hükümetin tek derdi, aynı boş lafı ertesi gün yeni bir şeymiş gibi hangi üslupla söylerim derdidir; yoksa, terör bu Hükümetin derdi olmadı.

(RP sıralarından alkışlar)

Gerçek odur ki, Hükümet, bu boş laflarla, hiçbir şey yapmadan on ayı geçirdi. Evet, Güneydoğu Anadolumuz bir terör bölgesiydi; şimdi Lübnanlaşmıştır ve dış güçlerin planına göre de -Allah muhafaza buyursun- bir Vietnam haline çevrilmek istenmektedir, İşte bu noktada Yüce Meclise çok mühim, tarihî görev düşmektedir. Refah Partisi olarak biz, bu sorumluluğu duyarak bu önergeyi huzurlarınıza getirmiş bulunuyoruz. Kurtuluş Savaşında 5 713 şehit verdik, Kıbrıs Barış Harekâtında 418 şehit verdik. Evet, terörde sekiz yılda 4 300 ölü, 6 568 olay oldu; ama bunun son on aylık kısmına bakarsak, olayların, ölülerin ve bütün terör şiddetinin ne derece birdenbire hızla arttığı açıkça görülür. Nite kim, son on aylık bilançoyu sunuyorum : 20 Kasım 1991 - 20 Ağustos 1992; Türkiye genelinde 4 050 terör olayı olmuş, 62 polis, 242 asker, 81 köy korucusu olmak üzere on ayda 385 güvenlik görevlisi şehit olmuştur. 20 Ağustostan bugüne kadar da şehit adetlerinin ne kadar hızlı arttığını hepimiz biliyoruz; 482 masum vatandaş hayatını kaybetmiş, 642 terörist ölü olarak ele geçirilmiştir. Bu sebepten dolayı -biraz sonra da söyleyeceğim- bizzat Sayın Demirel'in muhalefetteyken "Efendim, ne yapalım, eskiden vardı, şimdi de devam ediyor" diye ifade ettikleri gibi, bu acı gerçekler karşısında Meclis olarak artık daha fazla hareketsiz kalamayız. Terör yıllardan beri gelişmiş, son on ayda büsbütün canavarlaşmış ve bugüne kadar 10 bine yakın uzun menzilli silah ele geçirilmiştir. Sekiz yıllık olağanüstü hal döneminde 3 900 adet çeşitli tabanca, 4 adet makineli tüfek, 2 300 roketatar, 4 uçaksavar, 16 havan topu, 820 bin fişek, 700 roketatar mermisi, 1 750 el bombası, 28 omuzdan atılan uçaksavar füzesi ele geçirilmiştir. Bu rakamları niçin okuyorum; terörün nasıl canavarlaştığını bir kere daha bu rakamlarla görelim diye. Muhterem milletvekilleri, terör bugün nereye geldi? Bunu, uzun uzun konuşmaya lüzum yok; hep beraber yaşadığımız için, bu konuda sadece birkaç gazete manşeti okuyorum : "Güneydoğu kana doymuyor... PKK'nın Lice ve Suruç'taki saldırılarında 8 er hayatını yitirdi... PKK köylere saldırıyor... Batman'ın Gercüş İlçesine bağlı Seki Köyüne saldırı düzenleyen PKK, 6 kişiyi öldürdü..." Bunlar, hep bu yılın olayları, bu Hükümet dönemine ait manşetleri okuyorum. "Güneydoğuda kan durmuyor; Ağrı'nın Diyadin İlçesinde çıkan çatışmada, PKK 1 er öldürdü; Diyarbakır'ın Kulp İlçesindeki çatışmada, 3 er 1 PKK'lı Öldü; PKK Bitlis'te şantiye bastı, 11 aracı yaktı; Solhan'da köy baskını; Sınır karakoluna baskın; Yüksekova Perihan Sınır Karakolu baskınında 6 er şehit, 20 PKK'lı öldürüldü; PKK karakol bastı; Lice'de 1 astsubay 2 er şehit; Tatvan'da minibüs tarandı; Baskın, bombalama, kurşuna dizme, Susmayan silahlar, durmayan kan; İstanbul'da PKK gösterisi; Ankara'da polis vuruldu; Başkentte PKK alarmı; Tehlikeli gelişmeler; PKK, şimdi de, Adana, İzmir, Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerde yandaşlarını sokağa dökerek devlete meydan okumaya başladı; Burası Şırnak değil, Adana; PKK terörünün lafla önlenemeyeceği ortaya çıktı, durum vahim; PKK terörünün önü alınmıyor; Adana'da 2 bin kişi PKK bayraklarıyla korsan yürüyüş yaptı; Adana'da PKK gerginliği; PKK göz ünü Adana'ya dikti; Otobüsten indirdikleri 7 eri kurşuna dizdiler; Analar ağlıyor; PKK, Patnos, Hilvan, Siverek'i bastı; "Çukurca'ya roketli saldırı; PKK vapur yaktı; Adana'da tenis kulübünü bastı; Türk Hava Yollarına ateş açıldı; Valiyi kaçırmak istediler; ANAP'Iı meclis üyesine infaz; PKK'dan çifte infaz; Kepenkler yine indi; Cizre'de Halk sığınak kazıyor; Güneydoğudan yatırımlar göç ediyor; Güneydoğuda devlet kalmadı; Gazetecilere kurşun; SHP ilçe başkanı öldürüldü; PKK kepenk kapattı; PKK Kuzey Irak'a giden şoförleri tehdit ediyor, haraç alıyor; Peşmergelere PKK ambargosu; PKK Türklerden haraç topluyor; Şemdinli Aktütün Karakolu nu basan teröristler, 20 güvenlik görevlisini öldürdü; Şirvan Belediye Başkanı kaçırıldı, öldürüldü, ilçe başkanı yakalandı; PKK, Kulp hâkim ve savcısını öldürdü.." İşte, yaşadığımız olaylar ve manzara!.. îşte, bu Hükümetin bütün vaatlerine rağmen, aradan daha on ay gibi bir zaman geçer geçmez, Türkiye'nin geldiği vahim durum!.. Bu durum karşısında, bu Hükümet ne yapmıştır? Hiçbir şey yapmadığının en açık delille ri, Şırnak olayları ve PKK propagandası için ülkemize sokulmuş olan kasetler... Kasetler delil olmaz; ama hepimiz biliyoruz ki, kasetler karinedir, emaredir, bunları da yok farz edemeyiz, hele içinde bizim için alınacak çok ders varsa... Bu sebepten dolayı, birkaç kelime ile bu olayların ortaya koyduğu gerçekleri kısaca belirtmek istiyorum. Sayın Başkan, neden Yüce Meclis, bu en önemli memleket konusunu dikkatle dinlemiyor da, arkadaşlarımız sadece kendi aralarında konuşuyorlar?

AHMET SAYIN (Burdur) — Seni ciddiye almıyorlar.

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Evet!.. Burada, Türkiye'yi ciddiye alacağız; burada, bu vatan için canını veren insanları ciddiye alacağız. Sizden, bunu rica ediyorum. Lütfen kendinize geliniz. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN — Sayın Erbakan, bir dakikanızı rica edeyim efendim. Sayın milletvekilleri, gerçekten, hepimizin yakındığı, hepimizin acısını çektiği bir konu tartışılıyor. Sayın milletvekillerinin, kendilerince bu meseleden çok daha önemli gördükleri meseleler olabilir; kulisler müsaittir... Rica ediyorum, hatibi dinleyelim.

(ANAP ve RP sıralarından alkışlar)

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Teşekkür ederim. Kaldı ki, bunlar, hepimizin bildiği taktiklerdir; ama DYP Grubu gibi, sevdiğimiz arkadaşlarla dolu bir gruba, bu eskimiş, basit taktikler yakışmıyor, bakınız ben sözlerimin başında bütün kardeşlerime sevgi ve şefkata dayanarak bu konuşmayı yapıyorum dedim. Siz, bu meselenin önemini, birtakım gürültü ve uğultularla kapatmaya kalkarsanız, sadece kendinizi alda tırsınız. Geliniz, bu memleket meselesini gereken ciddiyetle, samimiyetle ele alalım..Çünkü, bu mesele hepimizin meselesidir. 18-20 Ağustos tarihleri arasında Şırnak'ta çok müessif olaylar cereyan etti. Nevruz olaylarının arkasından "buraya tamamen huzur gelmiştir" diye bu Hükümet tarafından tekrar tekrar ilan edildiği halde, son olaylar bu ilanların hiçbir şey ifade etmediğini açıkça ortaya koymuştur. Bizzat DYP'li milletvekili arkadaşlarımızın bölgede yaptıkları tetkikler, Hükümetin bütün ihmallerini, on aydan beri terörizm konusunda hiçbir ciddî tedbir olmadığını açıkça ifa de etmektedir. Uzmanların hesabına göre, Şırnak olaylarında 48 saat müddetle tam 20 ton mermi patlamış, sokaklar kovanla dolmuş ve bunların arkasından da birçok güvenlik görevlisinden, dört tanesi şehit olmuş, 16 tanesi yaralanmış, aynı şekilde burada oturan 20 vatandaşımız ha yatını kaybetmişlerdir. Şırnak olayları Meclisimizde çok konuşuldu. Ben bunların teferruatına girecek değilim. Gensorumuzla ilgili olan konular hakkında sadece birkaç açıklama yapmak istiyorum, önce, huzurlarınızda belirtmek istiyorum ki, biz, hepinizin bildiği gibi, Refah Partisi olarak Güney doğu Anadolumuzla çok yakinen ilgileniyoruz. Sizler gibi, bizim de Genel Merkezimizde 15 kişilik bir Güneydoğu Anadolu izleme komitemiz var. Bölge milletvekillerimiz, sık sık bölgelerine gitmekte, incelemeler yapmakta, resmî makamlar ve vatandaşlarla görüşüp, raporlarına geçirmektedirler. Bölge teşkilatlarımızdan sürekli olarak malumat almaktayız. Son Şırnak olaylarından sonra da, 13 kişilik Refah Partisi heyetimiz üç gün süreyle başta Şırnak olmak üzere, bütün bölgeyi dolaşmışlar, incelemelerini yasmışlardır ve aynı zamanda, yine Meclis Başkanıyla birlikte giden heyette de iki arkadaşımız iki gün süreyle Çukurca ve Şırnak Bölgelerini incelemişlerdir. Bu incelemeler esnasında ortaya çıkan gerçekler şunlardır : Şırnak'a, bilindiği gibi, 18 Ağustos günü 20.30'da hücumlar başlamış, bilhassa Şırnak'taki tugay, merkezi, polis karakolu ve emniyet mensuplarının bulunduğu bölgeler ateşe maruz kalmışlardır. Bu ateşin arkasından ise daha büyük ateş devam etmiş, bu esnada gece karanlığında elektrik santralı tahrip olmuş, telefon merkezi tahrip olmuş, şehir karanlıkta kalmış ve sabaha kadar ateş devam etmiştir. Ertesi gün, güvenlik kuvvetleri, "evlerinizden, sığınaklarınızdan dışarıya çıkınız, kimin ne ihtiyacı varsa bunu göreceğiz" diye anons ettikleri için halk evlerinden dışarıya çıkmış; fakat ne yazık ki, bunun arkasından tekrar kuvvetli ateşler cereyan etmiştir. Bütün bu ateşler neticesinde, demin de söylediğim gibi, birçok vatandaşlarımız haya tını kaybetmiş, Şırnak baştan sona tahrip olmuş, Şırnak'ta oturan vatandaşlarımız, bu şehirde oturamayarak ormanlara göç etmişlerdir. İşte bir vilayetimizde üç gün, 48 saat bütün bu ateşler, bu yangınlar, bu ölümler, bu göçler, bu gözyaşları, bu yağmalar devam ederken, acaba bizim bu Sayın Hükümetimiz ne yapı yordu? Bir de buna göz atacak olursak, hiç uzun boylu uğraşmamıza lüzum yok. İşte bakın, gazeteler, "Hükümet nerede?" diyor. Balolar, danslar şarkılar ve sayısız resimler, ta yukarıdan aşağıya. O resimleri hepiniz hatırlıyorsunuz. Ben de sadece görevimi yapmak için bir kere da ha hatırlatıyorum. Bakın, Sayın Demirel; bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç."

(RP ve ANAP sıralarından alkışlar, gülüşmeler)

"Baba düğün dernek, halk kuru ekmek derdinde. Sayın Demirel kirvelik yapıyor. Çöp yığınları demokratik hayatımızın zaferiymiş".

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) — Aile planlamsı o.

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Evet. Başka bir gazete haberinde, diğer bir bakanımız def çalıyor Şırnak yanarken... Diğer bir bakanımız POPSAV'ın şarkı gününde coşmuşlar... Diğer bir gazete haberinde, Sayın Başbakan, bir şarkıcı tarafından önce öpülmüş, sonra ruj izi silinmiş. İşte bununla ilgili gazete manşeti.

(RP ve ANAP sıralarından alkışlar!..) Bir gazete manşeti : "Sayın İnönü dağlara kaçmış." Eğer dağcılık yapacak idiyseniz en güzel dağlar Şırnak'tadır; halbuki siz, daha hâlâ Şırnak'a bile gitmediniz.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKANI YARDIMCISI ERDAL ÎNÖNÜ (izmir) — O gün Şırnak'a gittim Sayın Erbakan.

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Aynı günlerin gazete manzaralarına balan : "Sayın Demirel havlu pazarlıyor" deniliyor. Muhterem arkadaşlarım, bütün bunlar birer gerçektir. Ülke cayır cayır yanarken bu Hükümetin hali işte bu olmuştur. Aslında, ortada, bugüne kadar Hükümet tarafından yapılan resmî açıklamalar ile halkın söyledikleri arasında büyük bir fark vardır. Bizler ise, maalesef, gerçekleri tam olarak anlayabileceğimiz bilgilere sahip değiliz. Onun için, bölgeye, tekrar tekrar heyetler gönderdik ve bu heyetler vasıtasıyla olayları incelettirdik. Gözüken gerçek odur ki, şehrin içerisinde tahrip edilmemiş, hemen hemen, bina kalmamıştır. Bundan başka askerî binaların bulunduğu yerlerde bazı kurşun yaraları varsa da, diğer evlerle bu konuda kıyas ka bul edilemez. Bakınız, gerçeklerin bir kere de Yüce Meclis tarafından açıkça görülmesi için bizzat heyetlerimizin çektiği birkaç tane fotoğrafı göstermek istiyorum : Şırnak'ta bütün binalar böylece tahrip olmuş; tabiî kurşun değil, ağır silahlarla yıkılmış, dökülmüş... öbür taraf tan bütün binaların yüzü böyle, kurşunlarla dolmuş... Polis lojmanlarına gelince, Allah'a şükür ki polis lojmanlarımız önemli bir yara almamış.

İÇİŞLERİ BAKANI İSMET SEZGİN (Aydın) — Var hocam var; ben gittim, gördüm; istersen arkadaşlarına da sor.

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — İşte onun fotoğrafları; biz de bölgeye heyet gön derdik. Bakınız, işte şehirdeki bir evin fotoğrafı, işte polis lojmanlarının fotoğrafı; iki tane re sim gösteriyorum.

BAŞKAN — Lütfen, Sayın Bakan...

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Şimdi bunun açıklamasını yapmaya çalışacağım. Maksadımız gerçekleri ortaya koymaktır. Bakın, yağmalanmamış bir tane dükkân resmi gösteriyorum; o da kapısı kapalı olduğu için yağmalanmamış... Bu fotoğraf da ormana sığınmış olan halkın durumunu ve yaşayışını göstermektedir. İşte bizim heyetimiz; caminin dahi nasıl kurşunlandığını göstermek için aynı caminin önünde duruyorlar. Muhterem arkadaşlar, konuşmama başlarken, "Hem şehit olan askerimizin anasının acısıyla, hem Şırnak'ta oturan kardeşimin acısıyla konuşuyorum" dedim. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar) Çünkü, biz, Meclisin üyeleriyiz, gerçek neyse onu arayacağız. Zaten, bu Hükümeti en çok tepkit ettiğimiz nokta, gerçeği aramıyor, kendi hayalleriyle, kendi kabulüyle, sözle ve boş lafla bu işi olur zannediyor olmasıdır. AHMET SAYIN (Burdur) — Biz gerçeği biliyoruz.

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Hayır. Bunun için dikkatinizi çekmek istiyorum ki, gerçeği arayacağız. Bakın, bizim bütün bu incelemelerden elde ettiğimiz kanaat şudur : Evet, tabiî bu hain eşkiya, teröristler gelmiştir, Şırnak'ta oturan kardeşlerimizi ağır silahlarla, roketatarlarla ateşe tabi tutmuştur; ancak ne var ki, daha önce, gerek Bölge Valiliği, gerekse Genelkurmay tarafın dan yapılan "tekrar hücumlar olabilir, hassas bölgeleri korumak lazımdır" ikazlarına rağmen, hassas bölgelerde hiçbir koruma tertibatı alınmamış. İşte, PTT, elektrik santralı ve şehrin bü tün hayatî noktaları elden gitmiş. İkincisi : Bakınız, Vali Bey, "tekrar tekrar, ben güvenlik kuvvetlerini ikaz ettim, dedim ki, tacizler yapılabilir. Bu tacizler karşısında, hemen ölçüsüz bir şekilde mukabele gösterilmeye kalkışılmamalıdır; ama buna rağmen, başlangıçta yapılan hücum karşısında, karanlıkta 20 ton mermi sıkılmış, atılmış." diyor, işte bu olay, muhtemelen bizim orada, bulunan güvenlik güçlerimizin komuta ve yönetilmesindeki hataları orta yere koyuyor. Yeterince inceledikten sonra gerekli muameleninin yapılması gerekir. "Dışarıya çıkın" dedikten sonra ikinci bir ateş neden yapılsın?

AHMET SEZAL ÖZBEK (Kırklareli) — Üç kişi mi öldü orada?

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Bakınız, bizim heyetimiz oraya 12 gün sonra gitti, Şırnaklı birçok kardeşimiz Şırnak'a geriye gelmişlerdi, hiçbirisine bir yardım yapılmış değildi. Sahipsizdiler... Niçin bunlardan ders alınmasın?.. Neden?.. Onun için, bu gerçekleri görmek mecburiyetindeyiz. İşte fotoğraflar burada. Görülüyor ki, belli bir istikametten belli bir istikamete doğru ateş edilmiş. Evet, ateş edene ateş edilecek; ama biz istiyoruz ki, bu ateş etme, akıllıca olsun, dikkatlice olsun, şefkatlice olsun. Bu hususta burada görev yapan insanlarımızın eğitilmediği görülüyor. Bunu söylemekten çekiniyorum; çünkü, oradaki bir kıymetli valimizi hemen oradan alma ya kalkışırlar. Bakınız, bölgedeki valimiz ne diyor : "Bu olay esnasında burada üç başlılık vardı; bir organizasyon yoktu." Oysa, Sayın İçişleri Bakanımız dün de ifade etti ve "biz bu organizasyonu kurduk" dediler. Hayır kurmadınız, bunu ben size haber veriyorum. İşte zabıtlar burada, kendi valinizle konuşun. Burada belki böyle konuşabilirsiniz; ama ben sizin kalbinize hitap ediyorum; kendi içinizden bunu bilin. Bunu bilin; siz, bu otoriteyi kurmuş değilsiniz; on aydan beri hiçbir sahada bu Hükümet hiçbir şey yapmış değildir. Zaten bu da, sadece, İçiş leri Bakanının işi değil, Hükümetin işidir. Onun için memleketi kan almış götürüyor. Bu hu susta çok konuşulduğu için daha fazla uzatmak niyetinde değilim. Bakınız, bölge valisi bizzat "Şırnak halkını Nevruz'dan sonra kazanmıştık, şimdi, maalesef tekrar kaybettik" diyor. Hani biz bu halkı kazanacaktık? Diğer taraftan, Hükümetin yaptığı resmî açıklamalarda kolay bir şekilde inanılır tarzda değildir. 1 500 - 2 000 kişi geldiler deniyor, sonra hiçbirisi yakalanmıyor; ancak şehrin içerisin deki 500 kişi tutuluyor. 20 tane genç lise bitirme imtihanı için gelmiş, ağır silahlarla gelmiş; nerede bunlar?.. Muhtemelen bunlar etraftaki dağlardaydı, içeriye bir miktar provokatör koydular, onların yapabildiği taciz yapıldı; ama arkasından ölçüsüz bir şekilde mukabele edildi. Bu insanlar ölmüşlermiş de, bu ölülerini, bir tanesi dört tanesini taşıyarak kaçıracak şekilde talim görüyormuş. Dehlizlerden kaçırmışlar. Bilhassa bu son kaset dikkate alındığı zaman, bunlara inanmanın imkânı yoktur. Neden gazeteciler, komutanla ve emniyet müdürüyle görüştürülmedi? Neden gazeteciler etraftaki köylere sokulmadı? Hani biz şeffaf olacaktık? Heştan, Dehlabi, Zarua, Nerah, Buryan, Hativa, Kilivan, Gündeli, Avkamasyan ve Serhetli Köyleri -on tane köy- yakılmış, -hangi sebeple olduysa, teröristlerce veya şu bu sebepten ve köylüler buradan göç etmişler halkın, milletin derdini gazeteciler öğrenmek istiyorlar; ama buralara gazeteciler sokulmuyor... Bu noktaların, Şırnak olayları dolayısıyla yeterince açıklanamadığını belirtmek istiyorum. Diğer taraftan, hiçbir ağır silah da yakalanamamıştır; bunla rın açıklanması mümkün değildir. önemli sorular şunlardır : Neden bu olaydan önce, bütün Batılı ülkelerin elçileri, konsolosları vızır vızır Şırnak'ta mekik dokudular?

Belki haberiniz yoktur, size haber vereyim : Burada Çankaya'da bir bina var; içinde, Balgat Amerikan üssünün üç subayı oturuyor. Ev sahibi bunlardan su ve elektrik parası istiyor. Bu Amerikan subayları -bugünlerde olan bir olaydır bu- "efendim, biz su ve elektrik kullanmadık ki." Niye?.. "Çünkü biz iki aydan beri Şırnak'taydık" diyorlar. Size Hükümet olarak soruyorum : Bu Amerikan üssündeki subaylar iki ay Şırnak'ta ne arıyor? Biz, hâlâ bunların subay elbisesi giyip, içeri girdiklerini, sonradan da sivil elbise giyerek ajanlık yaptıklarını ne zaman itiraf edeceğiz, ne zaman kendilerine bildireceğiz?

(RP sıralarından alkışlar) Birkaç kelime ile de bu Taşdelen Karakolu kaseti üzerinde durmak istiyorum : Demin söyledim; Sayın içişleri Bakanımız, "kasetler delil olmaz" dediler, doğrudur. Zaten dün Grubu muz adına konuşan Oğuzhan Asiltürk bey de aynı gerçeğe işaret etti. Çünkü, üzerlerinde her türlü değişiklik, montaj yapılabilir; hele hele propaganda ile ilgili bir kasetse, bu yapılabilir. Ancak, ne var ki, herhalde orada gördüğümüz karakol, bizim karakolumuzdu; başka bir kara kol değil.

İÇİŞLERİ BAKANI İSMET SEZGİN (Aydın) — Değil hocam..

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Herhalde... Herhalde Kuzey Irak'ta Holywoud'tan daha üstün bir kaset hazırlama stüdyosunun hazırlandığını kabul etmek de mümkün değildir. O büyük cephaneliğin yanışı, o projektörler, o gösterilerin bir stüdyoda hazırlandığını kabul etmek, çok daha zordur. Geliniz, biz, bu kasetten alacağımız dersi alalım. Bu kaset, hep işaret edildiği gibi, önce bir defa teröristlerin ellerinde Amerikan silahlarının, İsrail silahlarının bulunduğunu ispat ediyor; bir. Bu kaset, diğer yandan, hudutlarımızdan, Sayın Demirel'in "kuş uçurtmayacağız" dediği hudutlardan, nasıl elini kolunu sallayarak İSO kişilik topluluklar halinde kolaylıkla geçtiklerini gösteriyor; iki. Bizim toprağımıza geçtikten sonra buradaki mağaralarda nasıl ağır silahların saklanıp kendilerine teslim edildiğini gösteriyor; üç. Oradaki otlayan sürüyü besleyen çoban, bize değil, o gelen PKK teröristlerine yardım ediyor; bunu gözümüzle görüyoruz; dört. Karakolların nasıl apaçık hedef teşkil ettiklerini görüyoruz; beş. O ışıklarla âdeta gelin bizi vurun diye aydınlatıldığını görüyoruz; altı. Saatler geçiyor,' gelen helikopter bölgenin üzerine geleceğine, bir gözüküp geri dönüyor, bir daha gözüküp geri dönüyor ve ertesi gün cephanelikler patlayıp her şey mahvoluncaya kadar en ufak bir yardım gelmiyor. Bu olay olduğu zaman, 16 Mayısta resmî yetkililer tarafından burada 29 erin şehit oldu ğu, 2'sinin Irak'a kaçtığı, 16'sının da yaralandığı bildirildikten sonra, "20 PKK'lı ölü olarak ele geçirildi ve bunları kaçırmak için bekleyen 7 kamyon da tahrip edildi" denmişti. Şimdi, bir yanda kaset, bir yanda bu haber var. İkisi karşılaştırıldığı zaman, bu haberlere ne derecede inanmak mümkündür; işte bu noktalar, herkesin şüphesini çekmektedir. Kaldı ki, "Efendim, bu kaset gerçek değil.." Peki, bakınız bizzat resmî beyanlarda, "Hakkâri'nin Şemdinli İlçesine bağlı Alan Karakolu, Yüksekova İlçesine bağlı Perihan Karakolu Irak sınırındaki Aktütün Karakolu ve Çukurca'ya bağlı Üzümlü Karakolunda yapılan baskınlarda 85 erimiz şehit olmuştur." Bu, sizlerin beyanlarıdır.

Ne gösteriyor : Demek ki, bu, bir tek karakolumuzda değil, birçok karakollarımızda bu güne kadar tekrar tekrar cereyan ediyor; ama ne yazık ki siz, bunları önlemek için en ufak bir tedbir almış değilsiniz. , •. Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; bütün bunlar gösteriyor ki, terör sadece güneydoğuda değil, büyük şehirler başta olmak üzere, bütün yurdu bir yangın halinde sarmıştır. Türkiye'de şu anda can ve mal güvenliği kalmamıştır. Terör Türkiye'nin baş meselesidir; vatandaş her gün tedirgindir. Sayın Demirel bile kırmızı alarm altındadır, işte gazete burada; "helikopter ile havaalanından evine gidiyor" diyor. Türkiye'yi bu hale getirdiler. Sadece karakollar, askerî hedefler değil, valiler, parti yöneticileri belediye başkanları da hedef haline gelmiştir. Kurtarılmış bölgeler mevcuttur. "Topluiğne kadar bir yer kurtarılmış olamaz" diyen Sayın Demirel, 10 ay içerisinde kilometrelerce, sayılamayacak kadar çok kurtarılmış bölge mey dana gelmesine sebep oldu; çünkü, bizim heyetimiz Siirt'ten Diyarbakır'a giderken, bizzat güvenlik kuvvetleri "Buradan ileriye geçmeyin efendim" diyorlardı, bunu gündüz söylüyorlar. Neden?.. "Buradan ilerisi emin değildir; PKK'lılar yerleşmiş hücum ediyorlar" diyor. îşte buyurun... Kilometreler... Ancak şehirlerin kenarında güvenlik kuvvetleri var; iki şehrin arasındaki büyük boşlukta devlet hâkim değildir. Türkiye bu hale gelmiştir, işte önümüzdeki acı ger çek budur. Bütün bunlar karşısında ise hiçbir şey yapılmamıştır, sadece laf... Laf... Laf... Tabiî, bu "laf" kelimesini gene de kibar bir şekilde ifade etmek için kullanıyorum. Şimdi, bun dan dolayıdır ki, mesele, son derece ciddidir ve Yüce Meclisin meseleye mutlaka el koyması mecburiyeti vardır. Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; bu olayları böylece bütün açıklığıyla orta yere koyduktan sonra, birkaç kelimeyle de -asıl neticeye geçmeden önce- hepimizin bildiği şu gerçekleri bir kere daha huzurlarınızda kısaca belirtmek istiyorum : Bakınız, üç tane gerçeği huzurlarınızda belirteceğim : 1. önce, bu terörün arkasında dış güçler vardır. Bu terör; siyonist planın bir parçasıdır. Bu terörün kökünü ararsak, kökü, bugünkü muharref Tevrat'a gider, dayanır. Hepimiz biliyoruz ki, İsrail, bir dinî devlettir, Tevrat'a bağlı olarak kurulmuştur. Bir zamanlar çeşitli ülkelerde yaşamış insanların kurduğu teokratik bir devlettir. Çeşitli ülkelerde yaşayan, çeşitli ırkların içerisinde bulunan insanlar bir araya gelmiş, bir inanç beraberliğiyle, bir devlet kur muşlardır. Bu inançlarının temeli nereye dayanır; muharref Tevrat'a. Tesniye bölümü 12/23 üncü cümleler ne söylüyor bugünkü muharref Tevrat'ta; "Ayak tabanınızın basacağı yer sizin ola cak. Sınırınız, çölden ve Lübnan'dan, Irak'tan, Fırat Irmağından Garp Denizine kadar olacaktır, önünüzde kimse duramayacaktır." Tevrat'ın Tekvin bölümünün 16/12 kısmı : "Mısır Irmağından, Büyük Irmağa, Fırat Ir mağına kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim." Fırat dedikleri ne; bizim Güneydoğu Anadolumuz. îşte İsrail'in gayesi, muharref Tevrat'taki bu hudutlara sahip bir büyük İsrail kurmaktır. Nitekim, 1897'de Basel Konferansının açılış konuşmasını yaparken, Teodor Hertzel, "Kuzey sınırlarımız Kapodokya, Orta Anadolu'daki dağlara, güneyde de Süveyş Kanalına kadar uzanıyor" diye Tevrat'taki bu cümleyi daha açık bir şekilde belirtmiştir. Ben-Gurıon 14 Kasım 1947'de İsrail Devletinin kuruluşu münasebetiyle ilk Başbakan olarak yaptığı konuşmada, "sahip oldukları topraklarla yetinmeyeceklerini, Filistin'in bugünkü haritası İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir, Yahudi halkının, gençlerimizin ve yetiş kinlerimizin yerine getirmeleri gereken bir başka haritası vardır, Nil'den Fırat'a kadardır" demiştir. Ariel Şaron, 1947'de İsrail Devleti kurulurken "Türkiye ilgi alanımızın içindedir" demiştir. Izak Şamir, "Bizim gücümüz büyük israil'e olan inancımızdan ileri geliyor" demiş tir. Bir İsraillinin inancı, büyük İsrail'e ne kadar inanıyorsa, bununla ölçülür. Bu gerçeği hepimiz biliyoruz. Diğer taraftan, Siyonizm bu temel esaslara göre hareket ederken, bu Siyonistler, kendi kurdukları Shell, Mobil gibi birtakım petrol şirketleriyle de, yıllarca bizim Güneydoğu Anadolumuzda petrol aramışlardır. Bu petrol arama işinde, önce elli yıllık izin almışlardır; arama izni ki, başkaları p sahalarda arama yapamasın. Kendi kontrolleri altına almışlardır arama işini; bu bir. İkincisi, çok büyük petrol zenginlikleri buldukları halde, bunları gizli tutmayı uygun görmüşlerdir; çünkü, bizzat kendilerinin birçok makalelerinde de itiraf ettikleri gibi, "Burası İsrail'in olacak, şimdiden bu petrolü israf etmeyelim, bizim olduktan sonra, bizim zenginliğimiz olsun" demişlerdir. Bundan dolayıdır ki, bu petrol şirketleri, bu bölgedeki aramaların arkasından kuyular bırakıp gitmemişler, burgu işlemeyen betonlarla delikleri doldurmuşlardır. Türkiye Petrollerinde çalışan bizim idaealist mühendislerimiz, bütün bunları defaatle dile getirmişler; ama, ne yazık ki, Türkiye'deki birtakım masonik çevreler, Siyonist planların yürümesine yardımcı olabilmek için bu gerçeklerin hep örtbas edilmesine çalışmışlardır. Bakınız, sadece şu son bir iki yılda, ufacık bir gayretle, Adıyaman bölgesinde elde edilen petrol yüzde 100 artmıştır ve bugün bizim resmî kaynaklarımıza göre, bölgesindeki petrol 4 milyar 270 milyon varildir. Halbuki, bizim ürettiğimiz sadece 70 bin varildir. Düşününüz, bizim için, bilinen rezerv dahi ne kadar büyük bir zenginlik ifade etmektedir. Bakınız, Shell firmasında yirmi sene petrol arama daire başkanlığını yapan bir siyonist ne diyor : "Türkiye, petrol denizinin üzerindedir. Ortadoğu'da uzun süre çalıştım; bildiğim kadarıyla, bütün Amerikan firmaları, uzaydan çekilmiş filmlerde gördükleri Türkiye'nin, bir petrol okyanusu üzerinde oturduğuna emindirler. İran, Irak, Sovyetler Birliğinde petrol olur da hiç Türkiye'de olmaz mı?!. Bir uzman olarak bunun aksini asla düşünemem." Bu açıklamaları, yirmi yıl Shell petrol firmasının araştırma genel müdürlüğünü yapan Antony Haig yapıyor. Bundan başka, Türkiyemizin diğer bölgelerinde de sayısız zenginliklerimiz olduğu gibi, Güneydoğu Anadolumuzda petrolden başka, fosfat, çinko ve su gibi büyük zenginliklerimiz olduğu malumdur. İşte bunlara, İsrail, yarın sahip olacağız düşüncesiyle, kendi özel planlarını yürütmektedir; birinci gerçek budur. Bütün bu olayların arkasında siyonizm vardır. İkinci gerçek ise, Batı'nın bu planlara alet edilmesidir. Kaç defa huzurlarınızda açıkla dım; Batı toplumunun içerisinde birtakım aşırı uçlar var, bunlar siyonist ve ehlisalib uçlardır. Ne yazık ki, Batılı aydınlar bu uçları ıslah edeceklerine, kendileri bunların etkisi altında kal maktadırlar. İşte, Müslüman ülkelere tatbik edilen çifte standart budur. "Yeni dünya düzeni" adı al tında Müslümanlığı kaldırıp, bütün dünyaya siyonizmin hâkim kılınması için oynanan oyun lar bunlardır. Batı'nın bugünkü etken gücünün ne olduğunu tanımak için, astında Bosna, Ce zayir, Kıbrıs, Azerbaycan, Abhazya, Filistin, Keşmir birer laboratuvardır. Biz, Bosna Iaboratuvarında, "Batı" denen madenin içinde ne var, bunu görüyoruz. Şu son Kıbrıs olaylarında Batı medeninin içinde ne var, bunu görüyoruz.

(RP sıralarından alkışlar) İşte, bilmek mecburiye tinde olduğumuz ikinci bir gerçek de budur.

Ne yazık ki, burada bir kısım kıymetli parti mensubu arkadaşlarımız konuşurken, "Efendim, PKK'yı Suriye destekliyor, Irak destekliyor, İran destekliyor" diyorlar da, ne hikmetse, bunun asıl arkasında İsrail ve Amerika olduğunu, bir türlü açıkça söylemiyorlar.

(RP sıralarından, "Bravo" sesleri, alkışlar) Ama, Amerika ve Avrupa'nın çifte standardından şikâyet ediliyor!.. Elbette, bu gerçekler, Türkiye'de terörün kökünü kazımak isteyen yeni bir hükümet kurulacak olursa, o hükümetin bileceği gerçekler olacaktır. Bakınız, plan şudur : Önce kuzey Irak'ta bir otorite boşluğu meydana getirilecek. Bura da, Batı'nın yönetiminde, oradaki halkın değil, Batı'nın arzularını gözetecek bir bölge mey dana getirilecek. Ondan sonra Türkiye'nin güneydoğusu bü bölgeye ilhak edilecek ve bunun için -Türkiye, Irak, Suriye ve İran'da Müslümanlar birbirini ezsin diye- bölgedeki Müslüman ve Kürt kökenli Müslümanlar birbirini ezerek, bölge Vietnam'a dönüştürülecek. Bölge Vietnam'a dönüşürken, sözde, kurtarıcı gibi, İsrail Lübnan'ı alacak ve böylece ta Akdeniz'de geniş bir kapısı bulunan İsrail, Lübnan boşluğundan, kuzey Irak, Ermenistan, Bakü'ye kadar uzanan bir koridor kurulacak. Bu koridor içerisinde, kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu bir araya getirilip, önce Ermenistan'ın yönetimine verilecek; burada oturan Müslüman halk, Ermeni değirmeninde öğütülecek ve İsrail'e, yumuşak, yutulacak bir lokma haline getirilerek teslim edilecek... İşte, plan budur. Bu planın tatbikatını görüyoruz. İki yıl evvel, Amerikalı yarbaylar Riyad'daki karargâhlarında yaptıkları açıklama da "Biz, Kuzey Irak'ta otorite boşluğu kuracağız, Anadolu'dan da buraya parçalar ilave edeceğiz" demediler mi, bunları biz burada kaç defa konuşmadık mı?, şimdi, Güneydoğu Anadolu Lübnanlaştırılmadı mı? Bu PKK'yı oradan buraya kim gönderiyor zannediyorsunuz; Amerika gön deriyor. İşte, ellerindeki silah; işte, plan... Ne acıklıdır ki, bizim zaten -çok şükür ki- istihbara tımız yok; çünkü, olan istihbaratımız da CIA ve MOSSAD'la işbirliği halindedir. Şu halimize bakınız. Amerikalı adam istediği gibi oynuyor. Bizi "istihbarat" diye yönlendiriyor, onlara da "git vur" diyor. Bizim bir millî istihbaratımız yok. İki aydan beri, istihbarata bir başkan bile konulamadı ve böylece, bu Hükümetin elinde, Güneydoğu Anadolu, görüldüğü gibi, Lübnanlaştırıldı ve tabiî, bu dış güçler, Müslüman ülkeleri birbirine düşürmek istiyor ki, burası Vietnamlaşsın, Müslümanlar birbirlerini öldürsünler, İsrail daha serbest kalsın... Bunun için de politikaları, İsrail'le Türkiye'yi birbirine yaklaştırmaktır. Ne yazık ki, bu Hükümet, görüldü ğü gibi, İsraill'Ie canciğer dosttur, onun Dışişleri Bakanlarıyla görüşüyor, oradan gelen heyet lere, Dolmabahçe Sarayında, hepsi arka arkaya dizilip saygı duruşunda bulunuyorlar. Yürüyen ne; yürüyen, Siyonist plan, dış güçlerin planı. Netice ne oluyor bizim Anadolumuzun bir parçası Lübnan oluyor, bizim Anadolumuzun bir parçası Vietnamlaştırılmak isteniyor. Şu hale bakınız : Nasıl oluyor da sayın milletvekilleri, bu Hükümet, Talabani'ye, kırmızı, diplomat pasaportu veriyor? (RP sıralarından alkışlar) Niçin?; Amerikalı ağabeyleri böyle tavsiye ediyor da onun için. bu Talabani gidiyor, cebinde Türkiye Cumhuriyetinin kırmızı pasaportu olduğu halde 16.9.1992'de Almanya'daki Tages Zeitung Gazetesine beyanat veriyor. Bu Hükümetten aldığı pasaportla ne diyor, dikkatinize sunuyorum : "özgürlük için dövüşen herkesin belli dönemlerde terörist diye damgalandığını" ileri süren Talabani, "Şamir de terörist olarak aranıyordu. Ben ve Barzani de aynı şekilde suçlanıyorduk. Apo'yu terörist olarak suçlamıyorum. PKK, ulusal bir örgütümüzdür.' Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Kafkasya'da yaşayan Kürtler, tarihsel parçalanmadan ötürü farklı örgütlere sahiptirler. Kanımca, PKK, Türkiye'nin Kürt siyasetini yansıtıyor. Size soruyorum; kime vatanı uğruna dövüşürse terörist diyebilirsiniz?" diyebiliyor. •. İşte, cebinde pasaport, bu Hükümetin verdiği pasaport; işte, ağzından çıkan sözler.ı. Son ra da buraya gelecekler, "Biz terörizmle mücadele ediyoruz, ettik" diye bir sürü laf söyleyecekler. Bakınız, gerçek burada. Ne yaptığınızı bilmiyorsunuz. Amerika ne söylerse onu yapıyorsunuz ve daha önce bütün bunlara itiraz ediyordunuz; şimdi telefonun başına siz oturunca, Amerika'nın her söylediği yapılır hale geliyor!..

(RP sıralarından alkışlar) Elbette bu vatan hepimizin, elbette sizleri ikaz etmek bizim için vatan borcu. Ne yapıyorsunuz farkında değilsiniz. Biz, sizi, size aynada göstermeye çalışıyoruz, Bakınız, yaptıklarınız bu. İstemiyorsunuz; ama, istemediğiniz halde, siz, farkında olmadan, ülkenin bölünmesi için çalışanlara yardımcı oluyorsunuz. Kendinize gelin. Elbette sizi ikaz etmek bizim vazifemiz, bu Meclisin vazifesi.*

KAMER GENÇ (Tunceli) — Hocam, biraz da bize bak.

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Pasaportu siz vermediniz, o verdi. (Gülüşmeler) İşte, muhterem milletvekilleri, bakınız, bu Hükümet, eskiden Çekiç Güç'ün aleyhindeydi. Şimdi, geldi, bu Çekiç Güç'ü buraya uzattı. Bu Çekiç Güç Ermenistan'a yardım ediyor; PPK'yı bütün gücüyle koruyor; Kuzey Irak'taki Batı kontrolünü devam ettiriyor; Irak'taki buğday tarlalarını yakıyor; özel yetiştirilmiş, Kürtçe bilen, Yahudi ve Ermeni soyundan gelmiş ve seçilmiş mensuplarıyla güneydoğudaki vatandaşlarımızı isyana teşvik ediyor. Nedir bugünkü bu Fransız uçağı? İki aydır niye sakladınız1 bu gerçeği milletten? Uçak, teröristlere yardım götürüyor "Aman, Dışişleri Bakanına bile söylemeyin" diyorsunuz. Hani şeffaf olacaktınız? Bu nasıl şeffaflık? Şu halinize bakın!.. Bir saat değil, ben bin saat konuşayım, sizin halinizi tasvir etmek mümkün mü?.. Şu halinize bakın... Her şey ortada. Bakın, Sevr haritası ortada, ABD ve Batı'daki lobiler ortada, Bosna, Cezayir ortada, Kıbrıs ortada, Müslümanlara tatbik edilen çifte standartlar ortada, Batı'nın, AT'ın, Ermenileri koruyan ve Türkiye'nin parçalanması için yaptıkları çalışmalar, PKK'yı koruyan bütün çalışmalar, apaçık ortadadır. Şu Avrupalı parlamenterleri görüyoruz, sanki PKK'nın mu hafızı. Adam orada eylem yapıyor, başında bir Fransız parlamenter, bir Hollandalı, bir Belçikalı, bir Alman parlamenter... Bütün bunları görüyorsunuz. Bu gerçekler karşısında, işte, İsrail'in açıklamalarını görüyorsunuz. Her şeyi görüyorsunuz ve de haritalarını görüyorsunuz, Bütün bunlar burada tekrar tekrar konuşuldu. ' Şimdi bir diğer gerçeği de kısaca belirtmek mecburiyetindeyim. Bu da, bilhassa, Kürt kökeninden gelen, yeryüzündeki bütün Müslüman kardeşlerimize kardeşane bir şekilde seslenmek için şu açıklamayı yapıyorum : Bilsinler ki, "Gavurdan dost, domuzdan post olmaz."

(RP sıralarından alkışlar) Ondan dolayı, bu dış,güçler, sakın ha, kendilerine yardım ediyor, çalışıyor zannetmesinler. Bunların sloganları "Kürt ölsün, Ermenistan kurulsun"dur. Bugün bütün bunları yapmaları, Müslümanları birbirine öldürtmek içindir; büyük Ermenistan'ı, büyük İsrail'i kurmak içindir. Onları alet ediyor, sonra Ermenistan'a bağlayacak, büyütecek ve İsrail'e teslim edecek. Bu, yeni bir şey değil. Osmanlı'yı parçalayan dış güçler, gittiler, Amerika'da, Fransa'da lobi oluşturdular. Onlar Osmanlıyı parçaladıkları gibi, şimdi Türkiye'yi de parçalamak, bütün Müslümanları birbirine kırdırmak, İslam alemini ortadan kaldırmak için planlı, programlı bir şekilde çalışıyorlar. Apaçık bir şey. Bu gerçeği görmemek mümkün mü?

Bunlar şimdi kendi planlarını yürütmek için, bir yandan PKK'yı destekliyor; ama, sonra da arkasından Kuzey Irak'takileri destekliyor. Hep kendi planlarının gereğini yerine getiriyorlar. Onun için, gerek PKK, gerek Kuzey Irak'takiler, zaman zaman "Batılılar bizi sattı" diyorlar. Hayır, bu, kendi planlarını yürütmek için, o an ne lazımsa onu yapmalarının bir gereğidir. On dan dolayıdır ki, bunlar WiIsori prensibi dediler, sırf Osmanlıyı parçalamak için; ama, Kürt kökenlilere bağımsız bir devlet kurmak için sıra geldiğinde, 1917 yılında, "Hayır siz bu rüşte sahip değilsiniz; İngiliz Kontrolü altında kalacaksınız" dediler, tşte, gâvurun yapacağı iş bu dur... Ondan dolayı, elbette hiçbir inançlı kardeşim, bunların kendileri için çalıştığını kabul edemez. Bu bir. İkincisi, bağımsız bir Kürt Devleti hiçbir zaman Kürt kökenli kardeşlerimize saadet getiremez. Bu, her bakımdan açıktır. Çünkü, Türkiye'de Güneydoğu Anadolumuzda yaşayan Kürt kökenlilerden belki de çok daha büyük bir kısmı yurdumuzun her tarafına dağılmıştır çok ta biî olarak ve hepsi bu vatanın evladıdır. Onun için, bir bölgede böyle bir devlet kurulmaya kalkılsa, öbür bölgedekiler ne olacak? O bölgedeki insanlar, bilakis, reaksiyona maruz kalacaklardır. Bangladeş'ten daha geri, kalacaklar; İzmir'e, Ankara'ya, İstanbul'a pasaportla gidecekler. Geri kalmış, ezilmiş, ateist yönetimler altında ve Batı politikalarına oyuncak yapılacak herhangi bir kukla devletten kime ne hayır gelir?

(RP ve ANAP sıralarından alkışlar) Öbür taraftan, federasyon, özerklik, bunlar da çözüm değildir; aynı mahzurlar onun için de vardır. Böyle bir bölgede, belli bir yönetim yapsanız dahi, Öbür belgedekiler ne olacaktır? Bunlar, sadece, onların istenmeyen muamelelere maruz kalmalarına sebep olabilir. Bu sebep ten dolayıdır ki, bunların hiçbirisi bir çözüm değildir. Aynı şekilde, kültürel ve sosyal hakların verilmesi de bir çözüm değildir. Evet, bunlar verilmeli; ama, bunlar verildiği zaman iş bitecek zannedilmesin. Kürt kimliğinin kabul edileceği, Kürtçe yayın yasağının kaldırılacağı, Kürt enstitüsünün kurulabileceği, bunlar söylenmiş olsa ve bunlar gerçekleştirilmiş olsa, bu mesele biter mi; hayır. Neden; bölgede işsizlik korkunç boyutlara ulaşmıştır. Eğitim ve sağlık hizmetleri tıkanmıştır. Yatırımlar durmuştur. İnsan hakları ihlalleri had safhaya varmıştır. "Bu bölgeden başlayacağız kalkınmaya" diyen bu Hükümet, bugüne kadar, on aydan beri bir tek çivi bile çakmamıştır. Buraya gelip de kâğıt üzerindeki birtakım rakamları okumak, kimi aldatmaktır? Gerçek ortadadır. Elbette herkese insan hakları verilmelidir; fakat, mesele, ne arazi meselesidir ne de sosyal, kültürel hak meselesidir; mesele, kökünde, aslında, bu ülkede adil bir düzenin kurulmasıdır. Cüzümün adı; adil, onurlu, gönüllü, kardeşçe birlik ve beraberliktir, asıl temin edilmesi icap eden budur. Herkes birbirine sarılmayı istemelidir; bu da ancak adil düzenle olur. Tasavvur buyurunuz, bu bölgedeki birtakım insanlar şikâyet ediyor ve PKK da bunu kendi siyasetine alet ediyor. Soruyorum size, insan haklarına aykırı hareketler Türk kökenli vatandaşlara yapılmıyor mu? Türkiye'nin, güneydoğudan başka pek çok bölgesi, aynı şekilde geri kalmış değil mi? Bütün şikâyetler; diğer bölgelerimizde de fazlasıyla mevcuttur; onun için, Türkiye'de ne bir ırk ayırımı vardır ne bir bölge ayırımı vardır. Şikâyetlerin kökü nedir; bugün, Türkiye'de kurulmuş olan bu faizci köle düzeni ve Türkiye'de kurulmuş olan bu siyasî hile rejimi. Bakınız, bu Meclis, Seçim Kanununu hâlâ düzeltme di. Şu TRT'ye bakın! Sayın Demirel, eskiden "Efendim, bu TRT ANAP'ı tutuyor" diyordu; evet, doğru; eskiden yarım saat haberin 15 dakikasında ANAP konuşuluyordu; ama, şimdi kendisi geldi, 30 dakikalık haberin 25 dakikasında kendisi konuşuluyor. Şimdi, Bilecik'teki insan da mı dağa çıkacak da siz bunları ıslah edeceksiniz?.. Başka şeyden anlamıyorsunuz. Bütün bunların temelinde bu yatıyor.

(RP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sizin tatbikatınızı görüp de buna karşı isyan etmemek -manen söylüyorum- mümkün değil ki... önce adaleti tesis etmelisiniz. "Ben bunu yaparım" deyip, yapacağınızı zannediyorsunuz. Bakın, bugün Mecliste artık sonuna gelmiş bir aritmetik çoğunluk mevcut. "Biz nasıl olsa böyle de atlatırız..." Evet atlatırız; ama, bakın, sonunda, bombalar patlıyor, kan akıyor. Biz burada millî görev yapıyoruz, ikaz ediyoruz. Bırakın bu hileli seçim kanunlarının aritmetiklerini, oyunlarını, gerçeği görün, hakkı tesis edin, adalete dönün... Bu TRT'yi herkesten önce sizin ikaz etmeniz lazım. Bugün nerede bu TRT? Bu kadar önemli bir memleket meselesi konuşuluyor; nerede?.. Siz hakikaten bundan bir üzüntü duymuyor musunuz? Benim yüzüm kızarıyor... 30 dakikanın 25 dakikası Demirel'e ayrılınca, benim arkadaşım Demirel adına ben hakikaten utanıyorum. Böyle TRT mi olur? (RP ve ANAP sıralarından alkışlar) Muhterem arkadaşlarım, bütün bu gerçekleri belirttikten sonra, hiç uzatmadan, Sayın Demirel'in birkaç cümlesiyle neticeye geçiyorum. Sayın Demirel muhalefetteyken bizzat söylediği sözler şunlardır : "Generallere sıkılan kurşun, bu milletin devletine, onuruna, gururuna sıkılmıştır." Şırnak'taki tugay merkezine sıkılan kurşun kime sıkılıyor?.. "Bunlar karşısında söylediklerinin hepsi laftır" diyor, o zamanki ANAP yönetimi için; "Dökülen kan yerde kalmıştır. Meclisi, partileri kazıdılar; ama, bir eşkıya sürüsünü kazıyamadılar" diyor. Yine, Sayın Demirel "Bir kere, Midyat'ın Sanköy yolunda mayın ne arar dersiniz?" diyordu, bugün Güneydoğu Anadolu'nun her yerinde mayın ne arıyor? (RP ve ANAP sıraların dan alkışlar) "Bu, tuzaktır, bu, kan denizidir; Türkiye ne yapıp yapıp bu işin kökünü kazımalıdır" diyordu o zaman. 'Eskiden de ölüyordu, ne yapalım, şimdi de ölüyor' değildir bunun cevabı" diyordu Sayın Demirel. Şimdi cevap olarak kendisi bunu söylüyor, şu hale bakın!.. "Bu olaylar karşısında vurdumduymazlığın ve bu cinayetleri işleyenlerin mutlaka yakası na yapışılacaktır gibi laflara kimsenin tahammülü kalmadı." İşte şimdi sizin bu sözünüzü, milletin yüreğindeki gerçeğe tercüman olarak biz geldik söylüyoruz. Bu boş laflara kimsenin tahammülü kalmamıştır. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar) "Kan dökülmeye devam ediyor; Hükümet çare müessesesidir; bundan herkesin yüreği sızlamalıdır." Aynı sözü söylüyoruz. "Devlet, bu ülkenin topluiğne ucu kadar yerde yoksa, devlet, devlet değildir. Devlet, Türkiye'nin her yerinde olmak mecburiyetindedir. Türkiye'nin gündeminde başka meseleler var gibi görünüyor; fakat, Türkiye'nin gündemindeki esas mesele budur. Buna mutlaka çare bulmaları lazım. Hükümeti, siyasî iktidarı ikaz ediyorum; durdurun bu kan deryasını. Durduramayacaksınız, -ki, bugüne kadar durduramamışlardır- o zaman bırakın görevi de başkaları gel sin." (RP sıralarından alkışlar) Sizin fetvanızla size hüküm veriyoruz; fetva sizin. Bizim, Meclisten ricamız, Sayın Demirel'in bu fetvasını lütfen infaz edin. (RP ve ANAP sıralarında alkışlar) Yine, Sayın Demirel'in sözü : "Bugünkü hükümetin yapacağı tek şey, hiç vakit kaybetme den istifa etmektir." Yine Sayın Demirel'in fetvasının bir ilave kısmı var : "İstifa etmezlerse, cezaî sorumlulukları da vardır. Kan dökenlerle beraber cezaî sorumluluğa tabi tutacağımızı, katillerle birlikte hesap soracağımızı ifade ederim." işte aynen sizin cümleniz. Demirel, olayların, dökülen bir siyasî heyetin, yani dağılan, dökülen iktidarsızlığın eseri olduğunu söyledi. Sizin bu durumunuz da...

BAŞKAN — Sayın Erbakan, lütfen toparlar mısınız?.. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri)

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Çok teşekkür ederim Sayın Başkan. Şimdi işin sonuna geldik. Muhterem milletvekilleri, her şey ortadadır. Bakın, Hükümet, biraz sonra sayacağım 9 konuda aczini ortaya koymuştur : "İstihbarat kuracağım" dedi. Şimdi, 10 ay sonra "istihbaratım zayıf, hiçbir şeyim yok" diyor. Kendi ifadeleriyle sabittir ki, görevlerini yapmamışlardır. "Şırnak'ta istihbarat rezaleti... istihbaratımız çok bozuk..." Bütün bu sözler hep itiraflardır. Sözü hiç uzatmadan sayıyorum. Bu Hükümetin diğer bir aczi şudur : "Bölgedeki güvenlik güçlerini özel eğitime tabi tuta cağız, ileri-teknoloji ürünü ve modern gereçlerle teçhizini yapacağız" diyordu. İşte halimiz, 2 tane helikopter var, "Aman, 25 tane olsun" deniyor. Biz bu gensoruyu verdiğimiz için, dün, hemen, sözde helikopter ihalesini intaç ettiler. Çünkü, her işleri günlük. Bu gensorumuzun, hiç değilse bu faydası oluyor; koştular geldiler. Hani 200 tane helikopter alınacaktı, niye 75 tane almıyor? Tabiî, bu Hükümetin diğer bir karakteri de faizci oluşudur; paralar faize gidi yor, helikopter almaya parası yok... Aslında, bu mücadeleyi yürütecek ekonomik güçleri de yok. Zafiyet, sadece terörle mücadele sahasında değil, her sahada... Başka bir aczi: PKK, kendisini eğitmiş, işte kasette görülüyor. Bizim 18 yaşındaki çocuğumuz doğru dürüst eğitim yapılmadan çıkıp gidiyor; giderken vuruyorlar, gelirken vuruyorlar. Elbette 10 aydan beri bunlar için gerekli tedbiri almayan bu Hükümet, hiçbir şey yapmadı ğı gibi, bütün bunların sorumlusudur. Hani sizin keşif uçaklarınız, hani pilotsuz uçaklarınız, hani gece görme dürbünleriniz, hani elektronik toplarınız? Hani karakollarımızı muntazam yerlere yerleştirecektiniz? Hani çelik yeleğiniz? Şu hale bakın; daha askerine bir tane çelik yelek veremiyor!.. Neymiş; Kayseri'de üretecekmiş... Oho, şu hale bakın!.. Diğer bir suç : Bölgeye gönderilecek devlet görevlilerine şefkat eğitimi yapılacaktı. îşte bakın, Şırnak olayları ne gösteriyor; bölgedeki Emniyet Müdürü kardeşimizin ve diğer güven lik görevlisi kardeşlerimizin, halkla yaptıkları münasebetlerde, eğitilmemiş oldukları gözüküyor. Dün de burada ifade edildi; halk validen memnun. Bunları örtbas etmekte bir fayda yok. Soruyorum size siz, bugüne kadar, o bölgeye gönderdiğiniz devlet memurlarının, halka şefkat le muamele etmeleri için hangi eğitimi yaptırdınız? Ne yaptınız ki, bunu yapacaksınız; hiç!. Oturduğunuz yerden, kendi kendine bunlar olsun diyorsunuz; hayır, olmaz. Hani halkı devlete kazandıracaktınız... Halkı devlete kazandırmak için ne yaptınız? Dördüncü suçunuz da bu dur. Bu hususta hiçbir şey yapmadınız. Kendiniz diyorsunuz ki "Eşkıya kök saldı." Bundan başka, hani faili meçhul cinayetlerin faillerini bulacaktınız? Sizin döneminizde bunlar çok daha arttı. Hani bölgede otoriteyi temin edecektiniz? Bizzat sizin yetkilileriniz üç başlılıktan bahsetti. Altıncı suçunuz, tanıtma konusunda hiçbir şey yapmadınız. PKK'nın tanıtma gücü siz den çok daha fazla. 'Yedincisi, hani siz güneydoğuya özel program tatbik edecektiniz? İşsizliği önlemek için, bir kişiye dahi iş vermek hususunda ne yaptınız? Verdiğiniz kadroları partizanca kullanmaya çalışıyorsunuz. O da zaten kullanılmıyor.

Bundan başka, bu Hükümetin bölgeye bir tek çivi çakacak mecali de yoktur; çünkü, ekonomisi perişandır. Bu Hükümet, sadece GAP açılışı diye Fransız şirketine 22 milyar lira verir. Ne imiş, sarı duman çıkartacaklarmış!.. Milletvekillerini Newyork'ta yürütmek için 12 milyar lira verir. TRT, Paris'te yılbaşı hazırlığı yapsın diye milyarlarca lira verir, işte, bu zihniyetle bu meseleler çözülmüyor... Bundan başka, asıl bizi birbirimize bağlayan bağ, inanç bağıdır. Güneydoğudaki kardeşlerimizin inanç yönünden aydınlatılması bakımından da hiçbir faaliyet yapılmış değildir. Buralarda dinî tedrisat yapan özel birçok müesseseler vardır. Bunların geliştirilmesi, buralardan mezun olan insanlara diploma verilmesi, bunlara sahip çıkılması lazım gelir. Güneydoğu halkı inancına bağlıdır. Hâlâ bu memlekette başörtüsü zulmü devam ediyor; hâlâ, 250 tane binası bitmiş imam-hatip okulu açılmıyor. Bütün bunlar, o bölgeye elbette menfi etki yapıyor. Bu Hükümet döneminde, güneydoğuda, bölge yatılı okulları yapılıp, eğitim ve sağlık hizmetlerinin artırılması lazım gelirdi. Bunların da hiçbiri yapılmıyor; tam tersine, "Terör biter, yatırım gelir" deniyor. Bu Hükümet, Çekiç Güç'ün süresini uzattığı için suçludur; bu Hükümet, Kuzey Irak'taki boşluğun dolmasından dolayı suçludur; bu Hükümet, Irak'taki ambargoyu devam ettirip, bölgeyi ekonomik bakımdan tamamen perişan ettiği için suçludur. Bundan başka, bu Hükümet -en büyük noksanı- söz dinlemiyor. Bugüne kadar, açıkoturumlarda, Mecliste bu kadar konuşuldu, söylenen şeylerin hiçbirisini alıp tatbik etmemiştir. "Efendim, devlet işidir" diyor. Evet devlet işidir de, eğer biz bunu bir gemiye benzetirsek, bu geminin kaptanı nerede? O devleti harekete geçirecek Hükümet. "Devlet işidir" demenin sebebi ne; mesuliyeti başkalarına atmak. Halbuki, asıl mesul kaptandır. Bu geminin kaptanı yok. Biz, bundan şikâyet ediyoruz. Bun dan dolayı bu terör gelişiyor. .

MEHMET CEBİ (Samsun) — Sayın Başkan, daha ne kadar konuşacak?

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Bakınız bu meseleler karşısında, en hayatî me selelerde bile "Olmaz öyle şey, gök kubbeyi yıkarım" gibi tabirlerle hareket ediliyor. Muhterem arkadaşlarım, sözümün sonuna geldim. Hükümetin terörle mücadelede on ay dan beri çaldığı plağı okuyorum; bu Hükümetin terör plağı on cümledir : 1. "Biz başlatmadık, devraldık." 2. "Kısa vadeli bir iş değildir." 3, "Terörü önlemek devletin işidir" 4. "Biz de üzgünüz" 5. "Kan yerde kalmayacak" 6. "Devlet, terörü durdurmanın çaresini bulacaktır" 7. "Azimliyiz, kararlıyız" 8. "Var mı terörü bir anda durduracak? Bir babayiğit, bir sihirli formül varsa, yerimizi vermeye hazırız." Bazen de böyle üslup değiştiriyor. 9. "Cek" 10. "Cak" İşte, bu Hükümetin terörle mücadele formülü budur.

(RP ve ANAP sıralarından alkışlar) Soruyorum size aziz milletvekilleri; bu plakla terör önlenir mi? Bizden, kimse, üç yaşında çocuk olmamızı istemesin. Kesinlikle, samimiyetimle söylüyorum, her birini ayrı ayrı sevdiğim için, bu Hükümete ve bu DYP Grubundaki kardeşlerime de sesleniyorum; bu Hükümetle bu iş yürümez, yapmayın. Güneydoğu Anadolu Lübnanlaştı; Vietmenlaşmasının mesuliyetini üzerinize almayın. Kaldı ki, biz, bu plağı yedi defa dinledik. Sayın Demirel'in uzmanı bir kardeşiniz olarak müsaadenizle arz ediyorum; onu benim kadar tanımazsınız, belki benim kadar da sevmezsiniz; ama, biz, burada, memleket, millet meselesini konuşuyoruz. Sayın Demirel, bakınız, siz iyi niyetlisiniz yedi defadır hükümetsiniz; ama, yapamıyorsunuz, size kardeşane tavsiye ediyorum, tarihî bir gündeyiz, bırakınız, sizin için de çok hayırlı olur. Kaldı ki, bırakmak için elinizde çok iyi bir bahane var : "Ortağım iki defa parçalandı, ben ne yapayım" dersiniz, biter gider...

(RP ve ANAP sıralarından alkışlar) Hiç bir şey kaybetmezsiniz. Bu gibi tarihî günler çok yaşanmıştır.

BAŞKAN — Sayın Erbakan, süreniz doldu efendim.

TURHAN TAYAN (Bursa) — 1 saat 15 dakika oldu Sayın Başkan. (DYP ve SHP sıralarından gürültüler)

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Son cümlemi söylüyorum. Muhterem milletvekilleri...

TURHAN TAYAN (Bursa) — 1 saat 15 dakika oldu efendim, bu nasıl müsamaha? BAŞKAN — Müsaade buyurun efendim, müsaade buyurun lütfen. Toparlayın efendim.

NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Bütün bu gerçekler karşısında, bütün partili arkadaşlarımızın hepsinin, Refah Partimiz olarak verilen bu gensorunun gündeme alınmasına yardımcı olmasını rica ediyorum. Aksine oy kullanan olursa, bu takdirde, akan kanların mesulü olur. Bakın, ben kardeşlik vazifemi yaparak size söylüyorum. Millete gidip durumu göstermek için de açık oylama isteyeceğiz. Görüşmemiz ve bu gensorumuz, milletimiz ve bütün insanlık için hayırlı olsun. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar)"

Muhabir: Rıza Yayladangel